Kötü bir barış, iyi bir savaştan daha iyidir. -Puşkin |
|
||||||||||
|
Koğuş kapısına gecenin onunda çağrıldığımda olağanüstü bir şeyler olduğunu hissettim. Bu ayazda dengim elime tutuşturulup kapı dışarı edilmekte vardı. Neyse ki değilmiş! Aylar öncesinden istediğim botlarım gelmiş. Koğuş temsilcisi, kapıya vardığımda sordu: “Senin ayakkabıların numarası kaçtı?” “Kırk bir.”, dedim. Soruşturmayı derinleştirdi: “ Nasıl bir şeydi?” İlk soruya doğru cevap vermenin gevşekliği ile dilim çözüldü: “İçi tüylü, kalın tabanlı bir bot olmalı.” “İyi.” dedi. Birazdan elinde torbalarla içeri girdi: “Bu senin.” Önüme çizmeden kısa bottan uzun, içi tüylü, ucu sivri, yumurta topuk siyah bir ayakkabı bıraktı. Ayağıma geçirdim. Dışarı özlemiyle dışardan gelen herşeye ilgi duyan arkadaşlarım etrafımı sardı. “Güle güle kullan” derken ayakkabılarıma dikdikleri gözlerini kaldırdıklarında bakışlarımız çakışıyordu. Söğüt dalı ayakkabının, içine yuva yapmış manda yavrusu ayaklarımı, gözlerindeki gülücüklerden okudum. Öyle bir başka hal verdi ki bana bu botlar. Bu botlarla varıp, eve gelsem, botlarımı yadırgar; bağasına çekilmiş göbeğimi, çökmüş avurtlarımı, çukurlarına kaçmış gözlerimi yadırgamazsınız. Bu arada koğuş temsilcisi, bir çift ayakkabı da Planya’ya verdi. Bin çift ayakkabı içinde bunlardan hangisi senin deseler bir an tereddüt etmeden Planya’ya verilen ayakkabıları gösterip: “Aha budur.” , derim. O kadar, bana benziyorlar ki. Rahat kesim, tembel işi yandan fermuarlı, içi kısacık tüylerle kaplı, tabanları kauçuk - yüzüm gibi yumuşacık-, taba rengi bir çift seyyar tandır. Botları zor zahmet ayağımdan sıyırıp ranzama uzandım. Adnan geliyordu. Ranzasına tırmanırken kemiklerinin çıkardığı bakımsız kapı menteşesi gibi seslerden onun geldiğini ne zaman olsa anlarım. İkimizin de yatağı karşılıklı sıralanmış üç katlı ranza katarlarının orta katında. Katarlar arasında iki kişinin sırtları sürtünerek geçebilecekleri kadar boşluk var yok. Yatağımıza gemi penceresinden kamaraya girer gibi giriyoruz: Önce ayaklarımızı, sonra bedenimizi ranza boşluğundan içeri kaydırıveriyoruz. Boşluksuz yan yana sıralanmış ranzalarımızda üretme çiftliğindeki kafeslerine sıkıştırılmış körpe piliçler gibiyiz. Tepemizdeki ampul gece gündüz yanıyor. Bize özel hazırlanmış yemlerle besleniyoruz. Kireç taşı ihtiyacımızı bile düşünüyorlar. Gerçi mercimeğin içinde vermeseler daha iyi olur; ama olsun. Düşünmeleri yeter. Bizim için: “Kesmeyip de, besleyelim mi?”, deseler yeri. Kafamı ranza demirlerinin arasından uzattım. Apartman boşluğuna açılan mutfak penceresinden sohbet eden hanımlar gibi sohbete daldık. Ayakkabıların geldiğini duyduğunda kendi ayakkabıları da gelmiş sanmış. Geçen sonbahar eve mektup yazmış. İstediği ayakkabılar bir hafta geç gelmiş. “Ayakkabı kabul” süresi geçtiğinden almamışlar. Yazlık ayakkabıları almaya başladıklarında da ayakkabılarını kışlık diye kabul etmemişler. Lafı uzatmayım bizimkisi hacıyolu gözler gibi ayakkabı yolu gözlüyormuş. Koğuş temsilcisi, “Ayakkabılar bitti Adnan”, demiş. İdarede bir kaç ayakkabı daha varmış. Güvenlik kontrolünü bitirdiklerinde vereceklermiş. Kim bilir? Kısmetse bir başka bahara... Yemek, tuvalet, havalandırma saatleri dışında ranzasından inmemesi; kapısı açılmadık siftahsız esnaf hali yatağında oturup durması, romatizmalarını azdırmamak içinmiş. Bir haftadır sayemde sohbet konuları bir yenilendi ki sormayın. Kimi: “Yanlış davadan yargılanıyor olmayasın. Toplu kaçakçılık sanıkları karşı koğuşta.”, diyor. Kimi: “ Sen ne yapıyorsun kardeşim, Allahını seversen, apartman topuk çizmelerinden düşüp bir yerini kıracaksın, şunun şurasında çıkmana ne kaldı”, diyor. Sizin anlayacağınız merkezinde oturduğum bir şamatadır sürüp gidiyor. Ama benim kafam fena takıldı taba rengi botlara. Sonunda dayanamadım sordum Planya’ya. Planya dediğim bizim oradan. Bir yazboyu koğuştakilere Antep işi ezme diye çürük domateslerden yaptığımız salataları birlikte yutturduğumuz arkadaş. Planya : “Yorum, bana gardaşım içi tüylü, kısa konçlu, kırk bir numara, yedi yüz binlik bir ayakkabı dediydi. Bende bu paraya alınsa, alınsa bu botlar alınır; dedim. Aldım. Bak seninkinin koncu benimkine göre üç parmak uzun.” Diyerek özde ve biçimde benim tarafımdan çürütülmesi imkansız bir savla taba rengi botların kendisine ait olduğuna dair katı bir savunma yaptı. Bir hafta sonra Adnan’ın ayakkabıları geldi. Bu arada söylemeyi unuttum giymesi için ayakkabılarımı ona vermiştim. Ayakkabılarımı iade etti. İş düzeldi mi? Nerede? Adnan’ınkilerin de içi tüylü. Bot desem bot değil ayakkabı desem ayakkabı değil. Babamın namaz terliği gibi bir şey… Bunca zaman yolunu gözlediği ayakkabıları onun da pek gözü tutmamış olacak ki: Evirip, çevirirken tabanına yazılmış Planya’nın ismini bulmuş. Planya’ya birlikte gittik. O da: “He yorum”, dedi. “Bunlar gardaşımın tarifine daha çok uyor.” Her ne kadar kardeşinin ödediğini söylediği yedi yüz bin lirayla bu terlik ayakkabı arası nesne yerine; tüylü koltuk, elden düşme manda kasa bir Mercedes alması, akla daha yakın geliyorsa da, haklı. Son gelen, tarife daha çok uyuyor. Neden derseniz? Konçları daha kısa. Planya ayakkabılarına kavuştu. Gözümü diktiğim botlar şimdi Adnan’ın ayaklarında. Birden söyleyip yüreğine indirmedim. Bir yıldır yolunu gözlediği, botların benim olabileceğini, alıştıra, alıştıra, söylemeye çalıştım. Benim, elime tutuşturulan sivri burun, yumurta topuk botların, benim gibi; iri yarı, kaba saba birinden çok onun gibi zayıf ve zarif birine yakışacağı çok açıktı. ‘Bidayette’ söyleyeceği sözlerin savcılık soruşturması ‘bilahare’ hakkında delil olarak kullanacağının farkındaydı. Polis sorgusundaymış gibi ağzını bıçak açmıyordu. Ayaklarına cuk oturacağından emin olduğum ayağımdaki karafatma botların; giydiği siyah kadife pantolonun altında, gözüme kestirdiğim taba botlar gibi sırıtmayacağı; yakışacağı gün gibi ortadaydı. İddiamı desteklemek için dava dosyamızdaki delillerden çok daha güçlü deliller sunmuştum! Bu denli somut delillerle yargılanmayı beklemiyordu. Boynunu büktü: “Desene, vuslata ermek bir başka bahara kaldı”, dedi. Bu arada Planya yanımıza gelmişti: “Yaho hemşerim, bu gelen benim ayakkabının kılıfı olmasın. Öğle ya belki de benimkisi namaz meshi gibi bir şeydi de, içi gitti, kılıfı galdı. Ben, eyisi mi, eve mektup yazıp işin aslını astarını öğrenicim.” Doğru söze ne denir. Üçümüz de mektup yazmaya karar verdik. Ayakkabıları koğuş televizyonunun altındaki rafa koyduk. Hangi ayakkabının kime ait olduğuna dair arkadaşlar kendi aralarında müşterek bahis düzenledi. Ben de taba botlara, üç haftalık üç yumurta istihkakımı; bire üç koydum. Anacığım, Yerim ve mektup saatim bitti. Birazdan kalemleri toplamaya gelirler. Acele tarafından cevap yazın. Bu iş beni fena sardı. Rüyalarımda konç boyları farklı, türlü renklerde, farklı boylarda topukları olan botlardan; altı kamyon lastiği gibi kalın, üstü pütürlü asker postallarına varana dek hepsinin de içi tüylü bin bir çeşit bot görmeye başladım. Umarım mektubumun giderken, cevabınız gelirken bir yerlere takılmaz; ellerimize ulaşır da, buralarda bot yoluna aklımı oynatmam. Selamlar. Sizi seven oğlunuz. 1984 / Konca.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ihsan alaittin bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |