Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
Sıcak şehri kavuruyor. İş çıkışı saatleri. Köprüye bağlanan şehir içi yollardan birinde birkaç yüz araba sıkıştık kaldık. Bugün nedense ortalama bir günden daha kalabalık ve çevremizden geçen yayaların hızına imreniyoruz. En az bir saatim –belki daha fazlası- bu trafikte, birbirinin üstüne çıkan bu araçların arasında mücadele ederek geçecek. İçimi yaşamadan geçecek bir saatlik kaybın sıkıntısı kaplıyor. Kaç saatim daha var? 100.000 veya 10.000 veya sadece birkaç bin? Ne fark eder? Otobanda araçların yavaşlayarak dönüp baktıkları feci kazada arabanın içine sıkışıp kalanlardan birinin benim olmayacağım garantisini bana veren olmadı, size de. En büyük korkumuz karşısında sakin kalarak düşünmek Hiç kendi ölümünüz hakkında gerçekten sakin kalarak, sorgulamayı bastıran duyguları (iç sıkıntısı vb) veya sıkıntıdan kurtulmanızı sağlayan savunma mekanizmaları (gencim, daha çok zaman var önümde) düşünebildiniz mi? Dini düşüncelerde bir kaçıştır (Allah verdi Allah alır, düşünme fazla üzerinde demenin farklı bir yolu). Ölümünüzü yaşamak zorunda olduğunuzu düşündünüz mü hiç, korkup kaçmadan? Sıkıntıdan kurtularak trafikten çıktığınızda o ölüme bir saat daha yakın olacağınızı düşünmeye var mısınız? Düşünelim bir kere. Şimdi. Düşünmenin hiçbir zararı yok. Hatta faydası da var. Ama ruhani faydaları değil benim konum. Bu günkü yaşamınıza faydası olabilir. Bastırmadan düşünürseniz. Nedenini ilerde açıklayacağım. Cenazemizin kaldırılışı Şimdi ölümümüz üzerine düşünmeye konsantre olalım. Mesela nasıl gözükecek cesediniz? Soğuk ve katı elbette. Resim gözünüzün önüne geldi mi? Devam. Cenazenizde insanların aklından ne geçecek? Toprak kokusu, yapılacak işler veya siznle anıları. Size kızgınlıkları? Sizin aklınızdan neler geçer başkalarının cenazelerinde? Bugün ölseniz en çok neyi yapmadığınız, eksik bıraktığınız için üzülürsünüz? Yapılıp bitirilmesi için hiç bir gücünüzün kalmadığını düşünün. Kimse varsa çocuklarınıza anne veya baba olamaz, sizin olabileceğiniz kadar, gerçekten geçen hafta sonu oğlunuzu dövmek zorundamıydınız? Varsa eşinizin bir süre sonra sizden başka biri ile yatağa gireceğini düşünün. Keşke onun en büyük korkuları hakkında biraz daha fazla konuşmuş olsaydınız. Kabus bir duygu, değil mi? Ama ölüm üzerine düşünmek mevcut hayatınıza faydalı olmuyor mu gerçekten? Korkmayın ve düşünmeye devam edin. Aslında orada kalmamız gerekli ama, bu yazı için bu kadarı bile fazla. Ölüm korkunuz üzerinden sömürürler sizleri En çok yanlış anlaşılmaya açık konudur ölümümüz. En zayıf olduğumuz konu. En kolay onun üzerinden bizi istedikleri yola getirirler. Aslında duygusuz kalamadığımız bir konu olduğu için bu satırların yazarını –beni- doğru anlamadan tepki duymanız da bir olasılık. Bir dakika, yazının başlığı farklı değil miydi? Konum aslında ölüm korkusu değil. Bir tuzak halini almış yeryüzünde gerçekten varolamayışımız bodoslama girmiş olduğum konu. Gerçekten varolmaktan ne anladığımı açmam gerekecek. Beynimiz trafik, iş, okul, çevre, doğrularımız, basın, televizyon yaşama kapanmış durumda. Algılarımız kısa anlar için açılıyor, çevremize nadiren gerçekten bakıyoruz, yediğimiz yemeğin tadını nadiren algılıyoruz. Bir hedeflere kitlenmiş, bir hayal aleminde yaşayıp gidiyoruz. Ama benlik rahat durmuyor. Varolamayışının verdiği sıkıntı fırsat buldukça bir tepki ile ortaya çıkıyor. Kimi zaman trafikte sizi sıkıştıran aracın sürücüsüne, kimi zaman hiç tanımadığınız bir futbol hakemine. Öfkelenme eyleminin sahibi sizsiniz, sizi öfkelendirenin ne olduğunun hiçbir önemi yok aslında. Yeter artık bu ukelalıklara daha fazla sabredemeyeceğim! Geçmişte, yaşamın daha az tuzak olduğu dönemlerde, yetişmemizin zorunlu olduğunu zannettiğimiz binlerce iş, elde etmekle yükümlü olduğumuzu zannettiğimiz binlerce şey mevcut değilken daha az sinirlenirdik. Şimdi elde edilebilecekler o kadar fazla ve o kadar elle tutulabilir mesafede ki. Televizyonu aç ve mutluluk getireceğine inandırıldığın binlerce meta. Nüfus artışı da bir öfke kaynağı. Kalabalığın artışı insanı doğası gereği daha sinirli yapıyor. Sınırlarını koruyamama korkusu. Sonunda çevremizdekilere öylesine öfkeli bir hal alıyoruz ki, geçmişten tutunacak bir dal arıyoruz. Muhafazakarların çağı İşte burada modern muhafazakarlar topluma o sözde kurtuluş dalını uzatıyor. Geçmişin doğrularını günümüze uyarla. Sevgi, saygı, değerleri koruma, maneviyat. Onlarda inanıyor doğru olduklarına, çünkü çapları bütün resmi görmeye yetecek kadar geniş değil. Tüm dünyada muhafazakarların barış getirmek vaadiyle daha fazla huzursuzluk, daha fazla mutsuzluk, kan ve gözyaşı getirdikleri bir çağa girdik. Doğduğum dünyadan çok daha geri bir dünyada olduğumu görmek içimi burkuyor. Semracığım, balkondan şöyle kalınından bir odun getirebilir misin hayatım? Oysa bastırılan ilerleme, gerçek aydınlanmaya ulaşmamızın tek yolu olan ilerlemeden başka bir şey değil. Hikaye takip etmekte zorlananlar için açalım şöyle ilerliyor: Öfkeli kalabalıklar muhafazakar değerlere tutunur ve toplumu o yöne propaganda altına alırlar. Öfkeli kalabalıklar uyutulmak için gösteri isterler, spor, müzik ve gerçek şovları. Bunları vermek kolay. Öfkeli kalabalıklar kan isterler. A.B.D milliyetçiliği terör bahanesiyle önce toplum içi liberal düşünenleri susturur, sonra savaşalar başlar, sonu gelmeyecek savaşlar. Ülkemizde kanunlar çok zayıf propagandası ile her geçen gün yeni suçlar yaratılır, basın susturulur, insanlar yok yere cezalandırılır. Hikayenin ayrıntıları konumuz değil. Burda kafası dağıtılması gereken bir entel-dantel bozması feci kafamı bozdu da. Başladığımız yere dönelim. Birbirinin üstüne çıkan arabaların, azıcık öne geçmek için çırpınan kalabalıklara karışmayı kabul etmiyorum. Arabamı bir sokak arasına çekiyorum, araçlarla dolu caddeye bakan bir parka ilerliyorum. Oturduğum banktan arabaların içine sıkışmış insanları izliyorum. Özgür olmadığınız bir yalan. Seçimlerinizi her an baştan, yeniden yapabilirsiniz. Size bir şey söyleyeyim mi: Gazetelerde okuduğunuz yazıların yüzde 80’i yalan, kalanı da eksik bilgilerle dolu. Gerçekten kötü zannettikleriniz sizin gibi bir insan, gerçekten doğru bildikleriniz ahmakça olabilir. Durun. Öfkelendiğiniz taksi şoförü değil, varolmadan geçen bir saatiniz. Ve bir diğer saatiniz. Ve son saatiniz… Durun. Öfkelendiğiniz ben değilim ve o odunu lütfen yerine bırakın.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Var Samsa, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |