Ölümden sonra yeni birşeylerin olduğu konusunda umutluyum. -Platon |
|
||||||||||
|
Çoğumuz değerli vaktini elinde kalan para ile ay sonunu nasıl getireceği, sevdiği dizideki kahramanların birbirlerine aşklarını ne zaman itiraf edecekleri, şanslı azınlığımız akşam gideceği partide ne giyeceği gibi işe yarar sorulara harcar. Ben garip sorular bulurum kafamı yormak için. Pratik hiç bir yararı yoktur sorularımın, üstelik doğru cevabı bulmak gibi bir takıntım da yoktur sorularıma. Sorular ve cevaplar uçuşur kafamda. Keyifle peşlerinden sürüklenirim. Kimi zaman Güney Amerika’daki bir ülkenin ekonomisine nefes aldırmak için parasını devalüe etmesinin yararı olup olmayacağını üzerine düşünürüm, kimi zaman antiseptik bir sıvı ile nemlendirilerek kullanım ve hijyen üstünlüğü sağlayabilecek tuvalet kağıtlarının piyasaya sürülmesinin maliyet açısından mümkün olup olmadığını. Bunları düşünmeyi o işlerin uzmanlarına -ekonomistlere, politikacılara, bilim adamlarına, tarihçilere, sanayicilere- bırakmak rahatlığını bulamam kendimde. Dedim ya, bir işe yaramaz benim bu sorularım, ama bu onları sevmeme engel değil. Bu sefer kafama takılan soru çok eskilerden. Homo Sapiens ismini verdiğimiz türümüzün hayatta kalma savaşında köşeye sıkıştığı, sayısının binlerle ifade edilebilecek kadar azaldığı bir dönem var antropologlara göre. O bir kaç bin Homo Sapiens’de yokolacak olsaydı, türümüzde yeryüzü tarihinin hayatta kalma savaşında yenilgiye uğrayan türlerin arasında yer alacak, başarısız bir evrimsel deneme olarak tarihin çöplüğüne atılacaktı. (Kendi varlığımız o kadar doğal geliyor ki bize, insanoğlunun bildiğimiz haliyle yeryüzünde hiç varolmamasının hayalini bile kuramayız zihnimizde. Oysa sayılar yalan söylemez, diyelim Batı Afrika'da o devirde mevcut olan 1000 kadar H. Sapiens'in ölümüne sebep olan sıkı bir deprem, bir kuraklık vs görülecek olsaydı...Bu durumda daha var olmadan yokolan binlerce türden biri de biz olurduk). Aslında o döneme dek insanoğlu doğayla savaşında iki ayağı üzerinde durmak, basit aletler kullanabilmek, ateş yakabilmek gibi büyük zaferler kazanmıştı. Ama bu başarıların hayatta kalmaya her zaman yeterli olmadığı anlaşılıyor. Tür yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Uygarlığımızı işte tam bu dönemde bilmediğimiz bir şey kurtarıyor. Bu şey her ne ise, türümüzün diğer türler üzerinde kesin üstünlüğünü kuracağı dönemin de kapılarını aralıyor olabilir. İnsanoğlu dünyanın milyonlarca yıllık tarihi açısından çok kısa sayılacak bir zamanda yalnız kendisinden daha az zeki hayvanları alt etmek veya çıkarına uygun kullanabileceği bir hale getirmekle kalmıyor, aynı zamanda muhtemelen kendisi kadar zeki Neandartal insanının da tarih sahnesinden çekilmesine yol açıyor. Nasıl başardı bunu insanoğlu, ne yaptı Neandartal insanından farklı olarak? Kendisine göre daha dayanıklı, daha güçlü Neandartal insanından fiziksel bir üstünlüğünün olmadığı açık. Yeni bir avlanma veya savaş metodu mu geliştirdi? Aletleri daha etkin bir şekilde kullanmayı mı başardı? Yeni bir toplumsal örgütlenmeye mi gitti? Bütün bu cevaplar doğru olabilir, şu anda bilemiyoruz kesin doğru cevabı. Yakın zamanda elime bir makale geçti. Bu konuda yazılmış diğer makalelerden farklı, alışılmadık türden bir makale. Yazarın savladığı şu: İnsanoğlunun hayatta kalma başarısının ardında, hiç aklımıza gelmeyen bir zaafı -cinsel iştahı- ve bunun sebep olduğu yeni bir toplumsal örgütlenme yatıyor olabilir. İnsan dişisi dışında kızışma dönemi olmayan, hamile kalma ihtimali bulunmayan bir dönemde cinsel birleşmeye hazır olan başka bir canlı yok yeryüzünde. Ekonomi ve zooloji terimleriyle düşünürsek, çocuk doğurmaya yaramayacak bir dönemde yapılacak bir cinsel birleşme boşa harcanan yaşam enerjisi demek ve evrimsel açıdan boşa enerji harcamak gibi bir davranışın cezasız kalmayacağı -türün devamına zarar vereceği için doğal seçilimle ortadan kalkacağı- kesin. Ama ortadan kalkmıyor, aksine tam da bu değişikliğin (insan dişisinin kızışma dönemi dışında cinsel birleşmeye izin vermeye başlamasının) ardından insanoğlu büyük bir teknoloji, nüfus ve kültür patlaması yaparak yeryüzünün tek hakimi haline geliyor. Bu paradoksun bir açıklaması olmalı, ama ne? Aklıma değirmeni çevirmesini istediği eşeğinin önüne bir havuç bağlayarak onu daha fazla yürütmeyi başaran köylünün hikayesi geliyor. Sorularımın cevabını kitaplarda bulamayınca her zaman olduğu gibi hayal gücüm giriyor devreye. 2. Büyük Çocuklar İçin Bir Hikaye Batı Afrika’da bir sahil düşlüyorum. Tarih öncesi. Erkek kahramanım -adını arkadaşlarının onu gördüklerinde çıkardıkları seslere bakarak Mokoku koyuyorum- sahilde batmakta olan güneşi seyrediyor. Resimlerini antropoloji kitaplarından gördüğümüz tipik bir Neandartal insanına hiç benzemiyor doğrusu, daha çok bizi, Homo Sapiens’leri andırıyor. Teni siyah ve az tüylü, vücudu çevik ve kaslı, alnı basık, son derece geniş ve kemikli bir buruna sahip. Yirmili yaşların sonlarında Mokoku, bu onu kabilenin orta yaşlı erkekleri arasına sokuyor. Mokoku’yu böylesine düşünceli bulmamın sebebi ne? Ben, onun ufka bakarak son zamanlarda hayatını kökten bir değişikliğe uğratmış olan kız arkadaşı Zu’yu düşündüğünü tahmin ediyorum. Bu tarih öncesi aşk hikayesiyle ilgilenmemin sebebi, ilkel insanların aşk hayatlarını konu edinen sabun köpüğü bir dizi senaryosu yazmak niyetinde olmam değil. Onların hikayesinde yeni bir çağın başlangıcını görüyorum. Mokoku yaklaşık bir yıl önce kabileye katılan Zu’nun kabiledeki diğer kadınlardan ne kadar farklı olduğunu düşünüyor. Nereden geldiğini kimse bilmiyor Zu’nun, doğrusu yakın zamana kadar kimsenin onu pek mühimsediği de yoktu. Kabiledeki diğer kadınlara göre pek çelimsiz ve güçsüz. Uzun boylu, alnı diğerlerinden daha dik, çelimsiz vücuduna uymayan büyük bir kafası ve iri, fazlaca hareketli gözleri var. Bu haliyle zayıf mankenleri beğenen günümüz erkeğinin zevkine uygun sayılabilir, ama Mokoku’nun kabilesindeki erkekler için tam bir ucube. Mokoku onunla ilgilenmeye başlamadan önce vaktinin çoğunu tek başına geçiriyordu. Aklı hep başka yerlerdeymiş gibi bir hali vardı. Geçen sonbahar kadınların erkekleri arkalarına almaya daha istekli oldukları dönemde (kollarına almaya demiyorum elbette, atalarımızın misyoner pozisyonunu henüz keşfetmediklerine emin olabilirsiniz) –hayvanlarda kızışma dönemi olarak adlandırdığımız dönemde- kabileden hiç bir erkek Zu ile ilgilenmemişti. Zu’nun çelimsiz haliyle kabilenin erkekleri için pek çekici olmayışı bu durumun açıklaması olabilir. Yaşlıların söylediği gibi, kim ister böyle çelimsiz bir kadından çocuklarının olmasını? Diyeceksiniz ki, erkekleri biliriz biz, hangi erkek cinsel birleşme için bir kadın bulduğunda doğacak çocukları düşünür? Kuyruk salladığı sürece her dişi kedinin peşinden koşacak bir erkek kedi bulunur. Zu’nun farkı da kuyruk sallamamasındaydı belki. Diğer dişilerde o dönemde meydana gelen değişiklikler -erkekleri tahrik eden farklı kokular yayma, cinsel organ kızarması ve benzerleri- Zu’da nedense görülmüyordu. Bu reklamı yapılmamış haliyle de, reklama alışık erkeklerin gözü Zu’yu neredeyse hiç görmüyordu. İşte o günlerden birinde Zu, Mokoku’nun yanına geldi ve ona yeni toplamış olduğu meyveleri verdi. Mokoku bir anlam veremedi Zu’nun bu yaptığına. Kendine bakamayacak kadar yaşlılar ve bakıma muhtaç çocuklar dışında kimse, kabileden başka birine karşılıksız bir şey vermezdi. Hele güçlü kuvvetli bir erkeğe bir şeyler vermek görülmedik bir davranıştı. Mokoku elbette geri çevirmedi Zu’nun verdiği meyveleri. Zu o günden sonra hep çevresinde dolanmaya başladı Mokoku’nun. Neşeli sesler çıkarıyor, oyunlar oynuyor, güzel meyveler bulduğunda onunla paylaşıyordu. Ortalıkta çiftleşecek bir dişi bulamadığı bir gün Mokoku’nun canı nedense Zu ile birlikte olmak istedi. Ve oldu. Bunun fazla bir önemi yoktu Mokoku için. Kabiledeki kadınlar karınları şişmeye başlayıp, erkekleri yakınlarına yaklaştırmayı kestiklerinde ilginç bir şey dikkatini çekti Mokoku’nun. Diğer dişiler sadece belli bir dönemde birleşmeye izin verirken, Mokoku’nun canı ne zaman istese, Zu birlikte olmalarına izin veriyordu. Kış ayları boyunca Zu bütün ilgisini Mokoku’ya yöneltmiş gibiydi. Bütün zamanını onun yanında geçiriyor, ona sarılıyor, onun ilgisini çekecek bir şeyler buluyordu her zaman. Mokoku bu çelimsiz kızdan gittikçe daha çok hoşlanıyor, kafasından “kabiledeki diğer kadınlardan hiç bir eksiği yok” diye geçiriyordu. Ve Mokoku için en önemlisi ne zaman istese onunla birlikte oluyordu... Altı ay kadar önce ilginç bir olay cereyan etti herkesin gözü önünde. Mokoku kabilenin genç erkeklerinden birinin Zu’nun peşinde dolaştığını, ona kur yaptığını fark etti. Zu’da bu duruma pek karşılıksız değil gibiydi. Mokoku’nun içini daha önce hiç yaşamamış olduğu müthiş bir öfke kapladı. Bir süredir bütün mutluluğunun kaynağı olan Zu’yu kaybedeceği düşüncesi dayanılmaz bir sıkıntı verdi ona. Daha önce Mokoku’da kabiledeki diğer erkekler gibi birlikte olduğu kadınların başka erkeklerle birlikte olmasından bir rahatsızlık duymuyordu, çünkü o dönemde her an başka bir kadın hazırdı çevrede. Fakat her zaman birlikte olabileceği bir kadının yerini kim doldurabilirdi? Mokoku büyük bir öfke ile atıldı ileriye ve kur yapan genç erkeğin kafasına elindeki sopa ile esaslı bir darbe indirdi. Genç neye uğradığını şaşırarak yere yığıldı. Ama bu Mokoku’nun öfkesini durdurmaya yetmedi. Bütün gücüyle yerde yatan zavallı genç erkeğe vurmaya devam etti. Sonunda Mokoku’nun yorulmasından bir fırsat bulup güçlükle uzaklaşabildi yaralı genç erkek. Mokoku bütün kabilenin hayret dolu bakışları arasında Zu’nun yanına gitti. Zu’da olanlara şaşırmış hayretle bakıyordu Mokoku’ya. Mokoku Zu’yu kolundan tutarak yanlarından uzaklaştırdı. O günden sonra kabiledeki hiçbir erkek Zu’nun yakınında dolaşmadı. Kimse Mokoku’nun bu davranışına bir anlam verememişti, ama hep onları konuşuyorlardı. Ne vardı bu kızda onu Mokoku için bu kadar mühim kılan? Kabiledeki diğer kadınlardan hiçbir fazlası yoktu, aslında gözle görülür bir çok eksiği olduğu apaçıktı. Kabiledekiler Mokoku’nun delirdiğini düşünerek her ikisinden de uzak durmaya karar vermişlerdi, fakat Mokoku’nun Zu’yu başka bir erkeğe kaptırabileceği korkusu dinmedi hiç. Zu’yu kabiledeki diğer erkeklerden koruyabilmek için daha güçlü silahlara, daha korunaklı bir barınağa, kısacası daha güçlü olmaya ihtiyacı vardı. Bütün vaktini bu işe adadı. Taşları daha isabetli atma, sopasını daha ustaca kullanma çalışmaları yapıyordu bütün boş vaktinde. Barınağının önüne daha fazla tahta ve taş yığdı. Pek çok defa başarısızlığa uğramış güçlü bir hayvanın yavrusunu alıkoyup, kendisine alışarak büyütmek ve sonunda kendi savunma hizmetinde kullanma projesine hız verdi. Eskiden bu hayvanları diğer hayvanlara karşı kullanmayı planlıyordu, şimdi ise tek isteği onu kabiledekilere, kendi hemcinslerine karşı kullanmaktı. Büyük tehlikeleri göze alarak bir aslan yavrusunu çaldı ve barınağının kapısına bağladı. Hayvana elinden geldiğince itinayla baktı, kaçmaya kalkıştığında yakalayıp tekrar barınağına getirdi. Sarmaşıklardan hayvanın kurtulamayacağı fakat aynı zamanda onu boğmayacak –yıllar önce ilk denemesi hayvanın boğularak ölmesiyle başarısızlığa uğramıştı- bağlar yaptı. Son denemesi önceki denemelerinden uzun sürdü, hatta Mokoku bir ara başardığı hissine bile kapıldı. Fakat hayvan 5 aylık olduğunda sıkı bir boğuşmadan sonra elinden kurtulmayı başardı. Bir dakika, bu durumu tam açıklayan bir tanımlama olmadı. Mokoku ve kabiledekiler hayvanın elinden güçlükle kurtuldular, diyelim. Bu başarısız projeden Mokoku kesin bir sonuç çıkardı: Aslan bu iş için uygun bir hayvan değildi, sırada fil, gergedan ve timsah yavruları vardı. Sonra Zu’nun nazlanma dönemleri başladı. Zu, Mokoku’nun üzerindeki gücünü fark etmişti ve bunu çıkarına uygun bir şekilde kullanıyordu. Artık Mokoku’nun her birleşmeden önce Zu’ya bir takım hediyeler sunması gerekiyordu, bu kimi zaman avladığı bir hayvanın eti, kimi zaman lezzetli meyveler, kimi zamanda parlak taşlar oluyordu. Mokoku bu taşlardan Zu’nun ne anladığını hiçbir zaman çözememişti ama artık nerede parlak bir taş bulsa onu Zu’ya hediye etmek için saklıyordu. Mokoku kabileden az sayıda kalmış arkadaşlarıyla veya kendi başına fazla vakit geçirirse Zu surat asıyor, belli bir süre onunla birlikte olmuyordu. Hele Zu Mokoku’yu kabiledeki diğer dişilerden birinin yanında yakalarsa, uzun süreli bir küslük dönemi başlıyordu. Bu ceza günlerinde Mokoku Zu’yu her zamankinden fazla özlüyor, onu başka bir erkeğin elinden çalacağından endişeleniyor, sonunda dayanamayıp elinde bir sürü parlak taşlar ve meyvelerle Zu’yu bulmaya gidiyordu. Zu bir süre daha nazlanıyor, sonunda zamanı geldiğine inanmışsa Mokoku ile yeniden birlikte oluyordu. Bir süre sonra Mokoku’yu öyle güzel bir eğitim almıştı ki, hiç peşinden ayrılamaz olmuştu Zu’nun. Zu’nun naz yapan tavırlarından, ona bir şeyler hediye etmek zorunda kalmasından, özgürlüğünün kısıtlanmasından pek hoşlanmasa da, sonuçta uysal bir köle gibi Zu’nun isteklerini yerine getirmekten başka bir çıkar yol göremiyor, zamanının çoğunu onun ihtiyaçlarını karşılamaya ve her gün yenileri ortaya çıkan kaprislerine ayırıyordu. Zamanla kendisinden başka bir canlının isteklerini anlamaya ve yerine getirmeye çalışmak yeni yetenekler kazandırdı Mokoku’ya. Zu’nun mimiklerinden ne zaman mutlu veya mutsuz olduğunu, ne zaman onunla birlikte olmak istediğini anlayabiliyordu, bu kabiledeki diğer erkeklerin pek beceremediği bir yetenekti. Yalnız mimikler değil, çıkardıkları seslerde farklılaşmaya başlamıştı. Zu ile aralarında kabiledekilerin kullandığından daha fazla anlamlar ifade edebilen, daha zengin bir dil gelişmeye başlamıştı. Hikayenin gerisini ayrıntılı anlatmaya gerek yok, Zu ve Mokoku'nun kabilere göre daha fazla sayıda ve daha çok hayatta kalma şansına sahip çocukları oldu. Mokoku düzenli bir cinsellik afyonu ile uyutulabilmek için bir gerçek üretimi olmayan Zu'ya her geçen gün daha çok şey vermek durumundaydı. Zu kendisi ve çocuklarının hayatta kalma şansını artırabilmek için her geçen gün verebildiği tek şeyi -cinselliği- daha kıymetli gösterecek kılıflara sokmak, kendisi istemiyormuş gibi yapmak zorundaydı. Düşünsenize karşınızdakine zaten sizinde çıkarınıza olan, yapmasını istediğiniz bir şeyi yaptırıyorsunuz ve bu hizmetinin karşılığında karşınızdakinin tek kazancı köleniz olmak, size daha fazla hizmet etmek oluyor. İnanılmaz bir stratejik başarı! Güneş ufukta yavaş yavaş kaybolurken neler geçiyor aklından Mokoku? Biliyorum günümüzün ahlakçıları Zu ve seninle gurur duyacak, diyecekler ki erkeğin kendini tek dişiye adaması toplulukta daha iyi bir sosyal organizasyon sağladı, erkeğin cinsellik karşılığı koruma sağlaması toplum yapısını güçlendirdi. Ekonomistler cinsel kıskançlığın daha çok rekabet ve daha çok üretim manasına geldiğinden dem vuracaklar. Senin iki bacağının arasından başka bir şeyi düşünmeden yaptığın seçimini nüfus patlaması, teknoloji ve kültür takip edecek. Fakat her geçen gün daha yalnız kaldığının farkında değil misin? Geçmişte bütün vaktini beraber geçirdiğin arkadaşlarının birer birer senden uzaklaştıklarını görmüyor musun? Senin canında onlarla beraber özgürce koşmak, bağırmak, avlanmak, yeniden kendin olmak istemiyor mu? Ya kabilenin diğer dişilerini özlemiyor musun? Koyu tenli, yuvarlak kalçalı Luku’yu? Koca göğüslü şen şakrak Usa’yı? Peki hepsinden önemlisi karnın tokken kendi başına yıldızlara bakarak düşüncelere daldığın geceleri hiç özlemiyor musun? Ne yaptığının farkında mısın benim zavallı dostum? On binlerce yıl sürecek ucuz bir köleliğin başlangıcı seninle olacak ve senin tercihin hepimizin yaşamını etkileyecek. Hiç değilse biraz daha pazarlık etsen... Uzaktan Zu şarkı söyleyerek sana doğru geliyor. İçinde yine o heyecan ve kıpırdanış. Kalbinin ritmi değişti fark ediyorum. Şimdi denizden esen bu tatlı meltemin varlığında kumsalda Zu ile bir kez daha sevişmek çok güzel olur, onu da biliyorum... Temmuz 2000
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Var Samsa, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |