..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Fantastik > Cengiz Arabacı




7 Haziran 2005
Oyun Bitti! Tekrar Oyna?  
Cengiz Arabacı
Göğüslerine kadar düşen uzun, dolgun, siyah saçları, yeşile çalan mavi gözleri, dolgun dudakları ve top modellere dudak ısırtan düzgün fiziğiyle kendini beğenmekte oldukça haklıydı.


:CCIG:
Sabah güneşi dün akşam açık unuttuğu perdelerin arasından süzülüp haylazca suratına vuruyordu. Sabahları sivrisinek vızıltısıyla uyandırılmaktan sonra en nefret ettiği şey sabah güneşiyle uyandırılmaktı. Unutkanlığına lanetler okuyarak doğruldu ve hışımla perdeyi çekerek tüm ağırlığıyla yatağına tekrar yığıldı. Ama artık olan olmuş, temmuz güneşi tüm odayı boğucu sıcağıyla tıka basa doldurmuştu. Yatak ise onu saran bir kalorifer gibiydi. Vücudundan yükselen ağır ter kokusu kendinden tiksindirmişti. Tek gözünü zorlukla aralayarak babasından tek kalan hatıra olan eski çalar saatine baktı. Saat öğlen ikiyi geçiyordu. Yeterince uyuduğuna kanaat getirdikten sonra diğer gözünü de zorlanarak da olsa açtı. Boğazında hala dün akşam fondiplediği tekilaların ve içtiği sigaraların ağır tadı vardı. Kendinden bir kat daha tiksindi. Üzerinde bulunan tanga iç çamaşırını sıyırıp, sallana sallana duşa girdi. Soğuk su tüm vücuduna bir kurtarıcı gibi gelmişti.

Saçlarını tararken aynadaki görüntüsü narsist duygularını kabartmıştı. Göğüslerine kadar düşen uzun, dolgun, siyah saçları, yeşile çalan mavi gözleri, dolgun dudakları ve top modellere dudak ısırtan düzgün fiziğiyle kendini beğenmekte oldukça haklıydı. Hafifçe aynaya doğru eğilerek dün akşamki zengin ufaklığın ilk deneyiminde beceriksizce boynunda bıraktığı silik morluğa baktı. Verdiği kısa süreli hizmete rağmen oldukça iyi bir ücret almanın keyfi bu ufak morluğun rahatsızlığına oldukça bastırıyordu.

Yaptığı işe ne isim takılırsa takılsın: ister fahişelik, ister hayat kadınlığı ya da orospuluk, mesleğini çok seviyordu. Belkide yaptığı işi bir zorunluluktan çok meslek olarak görmesi işine olan bağlılığını ve sevgisini artırıyordu. Her ne kadar dün zengin bir velede ilk deneyimini yaşattıysa da bu onun için bir istisnaydı. Özellikle zengin iş adamlarına eşlik etmeyi bir prensip haline getirmişti. Mesleğini bir üst seviyeye çıkardığına oldukça emindi. Şimdiye kadar kazandığının hatrı sayılır kısmını eğitimine harcamış; işletme ve iktisat fakültelerini bitirmiş, üç yabancı dili oldukça iyi seviyede konuşur hale gelmişti. Günlük olayları her zaman takip ederdi. Bu sayede eşlik ettiği zengin iş adamları onu seyahatlerinde yanlarında götürmeyi çoğu zaman teknik destek almak için tercih etmişlerdi. Zaten yaptığı işe orospuluk deyip geçmek çok sevdiği mesleği aşağalamaktı, bu nedenle istisnalar dışında gecelik ilişkileri kabul etmez, kabul ettiklerini ise iş olarak görmezdi. Son yıllarda ünü yurt dışına da yayılmış, artık yurt dışından da müşteriler kendisine teklif getirmeye başlamıştı. Elbette bu derece iyi bir hizmet karşılığında da oldukça yüksek bir ücret alıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse her mesleğinde başarılı insan gibi çok para kazanıyordu.

Arkasına dönüp kurutma makinasını almak için uzandığında bıraktığı yerde olmadığını gördüğünde kısa bir şaşkınlık hissetti.

“Sanırım bunu arıyorsun”

Kısa bir çığlık ve korkuyla duvara yaslanmasıyla hemen yanıbaşında kurutma makinasını kendisine doğru uzatanın annesi olduğunu farketti. Tuhaf olan şey sesinin babasının sesi olmasıydı. Asıl korkutucu olan ise her ikisinin de yıllar önce ölmüş olmasıydı.

Kısa bir şaşkınlıktan sonra olanca gücüyle çığlık atmak istedi. Ama ne kadar çabalarsa çabalasın tek yapabildiği ağzını açıp kapamaktı. Hiç ses yoktu. Ne kendi sesi, ne de sokağın. Tek duyduğu kafesinden kurtulmak isteyen kalbinin sesiydi.

Bir süre çabaladıktan sonra

“Kimsin sen?” diyebildi.

“Merak etme, annen ya da baban değilim. Aslında ilk karşılaşmada senin daha çabuk şoku atlatabilmen için annen ya da baban kılığında olmayı tercih ettim. Ama hangisi olacağıma karar veremeyince ortaya böyle bir şey çıktı. Yine de kokuttuğum için affet, ama konuşmalıyız ve bunun daha kolay bir yolu yok”

“Ne istiyorsun?”

“Asıl soru sen ne istiyorsun?”

“Benimle oyun oynama. Nesin sen?”

“Bunun bir cevabı yok. Oyun oynamayı seven bir varlık diyebilirsin.”

“Ne oyunundan bahsediyorsun?”

“Hayat oyunu tatlım. Kısaca şöyle diyebiliriz, kandırıp ikna etmek için sizleri yarattım ve çooook eğlendim”

“Tanrı mısın? Şeytan mı?”

“Yine şu ikisi. Ya tanrı olmalıyım, ya şeytan. Ya iyilik yaparım, ya kötülük. İyilik yaparsam Tanrıyım, kötülük yaparsam Şeytan. Bu kavramları yaratırken neler düşünüyodunuz bilmiyorum. Nasıl her varlığın kendi çıkarı için çalışmadığını düşündünüz hiç aklım ermedi. Gerçekten bu yarattığım dünya şimdiye dek olanların en garibi ama en güzeliydi. Ama her güzel şeyin bir sonu vardır. Tabii ki ben hariç”

Karşısındaki soğuk bir kahkaha atarken duvara yapışmış hala dehşet içinde nefes almaya çalışıyordu. Sesi titreyerek

“Anlamıyorum.” Diyebildi.

“Anlamanı beklemiyorum. Ama olabildiğince kısa ve anlaşılır olmaya çalışacağım. Bütün kaainatı bir platform olarak düşün. Bu platform üzerinde çeşitli dünyalar yaratırım. Daha sonra bu dünyalar üzerinde zeki varlıklar ve onların yaşayabilecekleri bir ortam yaratırım. Her zaman olduğu gibi bu zeki yaratıklar önce herşeyi yarattıklarını düşündükleri “Tanrı”yı, daha sonra da Tanrı’ya konduramadıkları kötülükler için “Şeytan”ı. Benim oyunum ise bundan sonra başlar, insanları kendi çıkarları için çalışmaları için ikna etmeye çalışırım. Aslında sadece kulaklarına gerçeği ve ne yapmasının onun için en iyisi olacağını fısıldarım. Siz buna “kötülük” diyorsunuz. Oysa bir varlığın kendini düşünmesinden öte bir “iyilik” olabilir mi? Her ikna çabam benim için ayrı bir eğlence, ayrı bir uğraş. İşte hepsi bu. Hepiniz birer oyun taşısınız.”

“…..”

“İnanmıyorsun… Şöyle yapalım, sana en sevdiğim bir kaç işimi göstermeme izin ver.”

Bir anda artık banyoda değillerdi, loş bir ışığın aydınlatmaya çalıştığı büyükçe bir mağaranın içindeydiler. Işığın hemen yanıbaşında bir adam bir kaya üzerine bir şeyler kazıyordu.

“Tanıştırayım: Bu Musa, en sevdiğim işlerimden biri, “On Emir”i hazırlıyor. Doğrusu onu ikna etmek hiç kolay olmadı, bu yüzden en sevdiğim işlerimden biridir.”

Tekrar başka bir mekanda buldu kendini. Ortam o kadar hızlı değişiyordu ki, takip edebilmek için gözlerini kırpmaması gerekmişti. Bu sefer bir hapishane hücresindeydiler karşısındaki adamı bu kez çok tanıdık geliyordu.

“Aaaah, Hitler. Favorilerimden biri, onu ikna etmek çok zor olmadı ama sınırlarını çok zorlamış olabilirim, kendisini yok etmeseydi daha onunla çok işimiz vardı. “Kitabını” bitirmek üzere.”

Şimdi ise büyükçe bir salondaydılar. İhtişamlı bir koltukta oturan yaşlı bir adamın önünde diz çökmüş genç bir rahibe yaşlı adamın organıyla oynuyordu.

“Papa. Aslında o mu beni yoksa ben mi onu ikna ettim bilemiyorum, hiç zor olmadı. Ama bu sahne en başarılı işlerimden biri olduğunun kanıtıdır”

Serin bir rüzgarla birlike tekrar banyoya geri dönmüşlerdi.

“Ne yani, hepsi bu kadar basit mi? ‘Hepiniz birer oyun taşısınız’. Tanrı da sensin, Şeytan da. Hepimiz de senin oyuncağın. Hiç sanmıyorum, dediğin gibi her varlık kendi çıkarı için çalışır, senin çıkarın ne?”

“Sanırım şoku atlatmayı başardın ve düşünmeye başladın. Güzel soru. Zaten en sevdiğim yaratığımdan da bu beklenirdi. Elbette bir çıkarım var. Ben ölümsüzüm, bu yüzden çıkarlarım yaşamımı sürdürmekle ya da yaşamdan daha fazla zevk almakla doğru orantılı şeyler değil. Sadece saf bir tatmin. Yoksa ne var olmak için ne de kısa süreli zevkler için size ihtiyacım var. Sizler varsınız çünkü ben istedim. Sizlerle oynuyorum, çünkü bundan keyif alıyorum. Zaten oyunlar ne içindir.”

“Peki benden ne istiyorsun lanet olası?”

“Sen benim son oyunumsun. Finali en sevdiğim yaratığımla yapmak istedim. Bu oyun sıktı artık, yeni bir dünya ve yeni yaratıkların vakti geldi. Sanırım buna kıyamet vakti diyebilirsin.”

“En sevdiğin yaratık mı? Ben seni memnun edecek ne yapmış olabilirim ki?”

“Aaa, lütfen kendine hakaret etme, zekisin, güzelsin, cilvelisin ve en önemlisi senin için en önemli şey kendin. Zekanı ve güzelliğini hiç bir zaman kendi çıkarın haricinde kullanmadın. Şu haline bak, üniversite bitirmişsin, yabancı dilin çok iyi, rahatlıkla istediğin kadar para kazanabilecek kapasiteye sahipken sen bunu fahişelik yaparak sağlıyorsun. Seni bu yüzden seviyorum. Seni hiç bir zaman kandırmak için uğraşmadım, uğraştıysam da hep kendi bildiğini yaptın, hem de her zaman”

“Her zaman mı?”

“Elbette, zaman içinde tekrar tekrar kullandığım tek yaratıksın. Kimilerini tanırsın; Kleopatra, Hürrem Sultan, Helen, ve bir çoğu. Çoğu kez insanların aklını çelmekte benden daha başarılı oldun, sen benim dünyadaki yansımam oldun. Seni yaratırken bile bu kadar mükemmel olacağını ummamıştım. Bu yüzden yeni yaratacağım dünyada da var olmanı istiyorum. Senden vaz geçemem. Ama bunu senin de istemen lazım”

“Herkesi yaratan sen, benden istememi mi istiyorsun. Tek yapman gereken bunu yapmak, neden benden istiyorsun”

“Sana söyledim, bu bir oyun ve bu oyunun finalini seninle, yani gözdemle yapmaya çok önceleri karar vermiştim. Her oyunun kuralları vardır, bu oyunun da var: asla yalan söyleme ve asla müdahele etme.”

“O zaman beni bir konuda ikna etmen gerekiyor”

“Öyle de denebilir ancak, bu kez sadece bir teklif yapacağım, kabul edip etmemek sana kalmış, seni ikna etmeye çalışmayacağım, çünkü teklifim bence yeterince ikna edici.”

“Dinliyorum”

“Peki öyleyse, aslında gayet basit, ya benimle gelmeyi kendi rızanla kabul edersin ve yeni yaratacağım dünyanın prensesi olursun ya da diğer tüm insanlar gibi sadece yok olursun, hiç var olmamış gibi zamanda yok olup gidersin”

“….”

“Neden düşünüyorsun? Düşünecek ne var? Yok olmak mı istersin, yoksa gözdem olarak var olmak mı?”

“Var olmak isterim…”

“İşte benim kızım. Haydi söyle: Benimle gelmek, benim dünyamda yaşamak istediğini söyle”

“...Evet, istiyorum ...Seninle gelmek ve senin dünyanda yaşamak istiyorum.”

Uzun zamandır hissetmediği sıcak ve kavurucu bir rüzgarla birlikte açılan simsiyah dört kanat tüm odanın içini bir anda doldurmuştu. Karşısındaki varlık kurşun renginde belli bir şekli olmayan civa gibi bir bedene bürünmüştü. Gözleri ve yüz hatları yoktu. Yüzüne baktığında rahtlıkla kendi yüzünü görebiliyordu.

“Sonunda! Hadi gidelim buradan” demesiyle kolunu yakalayıp gökyüzüne yükselmeye başladıklarında aşağıda kendisinin görüntüsü bir anda şok etmişti. Az önce çıktığı banyonun içinde yerde sereserpe uzanmış ve kesik bileklerinden akan tüm kan banyonun zeminini kaplamıştı.

“Bu da ne demek oluyor. Ben intihar falan etmedim.”

“Doğru, ama seni bulanlar böyle düşünmeyecek, hatta bir fahişenin intihar etmesini sorgulamayacaklar bile. Kendini kötü hissetme, sadece gördüğüne ve duyduğuna inanan ilk sen değilsin. Üstelik sana yalan da söylemedim, cehennemin en güzel köşelerinden birinde senin için çok güzel bir dünya yarattım, ve orada benim gözdem olacaksın. Ve sonsuza kadar artık gözdem olmamak için yalvaracaksın. Bazen merak ediyorum da Tanrı neden sizleri bu kadar hırslı ve bir o kadar aptal yarattı.”

.Eleştiriler & Yorumlar

:: harika
Gönderen: Can Paçacı / Bursa/Türkiye
1 Temmuz 2005
sizi tebrik ediyorum... başka da kelime çıkmaz klavyemden

:: kelime seçmekte zorlanıyorum
Gönderen: Can Paçacı / Bursa/Türkiye
1 Temmuz 2005
gerçektende çok güzel bir yazı, tebrik ederim...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Böcük
Bir Issız Adaya Düşseniz Yanınıza Alacağınız Üç Bakan
Ak Kreş
Neden Ben Allahım, Neden?
Satan Satana
500 Milyar Gitti Gider
Kabus
Lütfullah'ın Hakkı Üçtür
Başracon
İstanbul'a Giiiiiiiiiit!


Cengiz Arabacı kimdir?

Okur - Yazarım, Yazarım - Okursun, Yazarsın - Okurum, Okursan - Yazarım.

Etkilendiği Yazarlar:
Atilla Atalay, Aziz Nesin, Alain Paris, Amin Maalouf,


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Cengiz Arabacı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.