Yaşam hoştur, ölüm rahat ve huzurludur. Zor olan geçiştir. -Asimov |
|
||||||||||
|
Doğrusu buraya kadar küçükken kötü bir anneannenin torununa yaptığı zulmün bilinçaltından hortlaması diye yorumlayabilirsiniz. Saçmalamayın. Canım anneannem, nasıl özledim onu bilemezsiniz. Aslında gerçek anneannem bile değildi. Annem küçükken amcasına evlatlık olarak gittiği için ona da anneanne diyerek büyüdüm. Bu gerçeği ise, "neden bütün çocukların tek anneannesi varken benim iki tane var" sorusunu 19 yaşında kendimi sorduğumda buldum. Biliyorum bunu biraz geç fark ettim ama insan durup dururken de bu tip şeyleri sorgulamıyor ki. Bütün çocukluğum onun yanında geçmişti. Annemle babam evlendikten ve ablam doğduktan sonra anneannemlerin evinin yanına taşınınca aslında bu kaçınılmaz olmuştu. Benim ve ablamın yerinin anneannemin gözünde ayrı bir yeri olduğunu anlamak için “büyük” olmanız gerekmiyordu. Bunu daha 5-6 yaşlarında bile anlayabiliyorduk. Her torun sahibi yaşlı gibi o da sık sık bize hediyeler getirirdi. Ama ona olan kuvvetli sevgimizin bununla bir ilgisi yoktu. Çünkü onda başka bir şey vardı. Bizi gördüğünde kırışık göz kapaklarının altında parlayan gözleri bunu ele veriyordu. Pehlivanlara taş çıkarırcasına ensemden yakalayıp bir kez daha ıslak ıslak öpmesini ne kadar çok isterdim. Ya da eskimiş pamuk ellerinin üzerinde iyice belirginleşen damarlarıyla oynamayı. Astım yüzünden ölünceye kadar o kadar çok anı bıraktı ki aklımda size bir kaçını anlatıp onu daha iyi tanımanızı isterdim. Ya da keşke mutluluk, sevgi ve hasretle karışık bakabilen yorgun gözlerini bir kez olsun görebilseydiniz benim bir şey anlatmama gerek kalmazdı. Ama onu ilk kez rüyamda bu haliyle görmüştüm. Bu kez biraz endişeli ve üzgün görünüyordu. Arkadaşlarım arasında "Kıçı Açık Yatan Amip" lakabını hak edecek kadar tuhaf rüya gördüm. Bölünerek çoğalabildiğim bir rüyadan sonra bana bu lakabı uygun görmüşlerdi. Ama, siz bana kısaca KAYA diyebilirsiniz. Tamam, aslında gerçek adım Kaya ama inanın bu lakabı hak edecek o kadar çok garip rüya gördüm ki, emin olun hepsinin tek bir açıklaması olabilir: Kıçım Açık Kalmış! Bu gördüğüm rüyanın da aslında onlardan biri olduğunu söyleyebilirim, ama sonunda anneannemin ortaya çıktığı ana kadar. Bu güzel bir rüyadan uyanıp devamını görmek için tekrar gözlerinizi yumduğunuz gibi bir rüyaydı da diyebilirim, uykunuzu kaçıran karabasanlardan biri de diyebilirim. Ama benim yaptığım ikisi de olmadı. Hemen İstanbul'da yaşayan ablamı aradım. Elbette sabahın üçünde gelen bir telefon ablamı oldukça telaşlandırmıştı. Sesindeki titrek ton bunu hemen belli etmişti. Aslında bunun bizim ailenin kadınlarının genel bir özelliği diyebiliriz. Derin uyku anında dışardan gelen en ufak bir iletişim çabası, ister telefon olsun, ister yumuşak bir sesle uyandırma çabası olsun, ister nazik bir dokunuş olsun, tepki her zaman fal taşı gibi açılan gözler ve onu takip eden sıçrayış olmuştur. Bu durumu bildiğim için benim konuşmaya başlamam daha çok onun telaşını dindiriciyi nitelikteydi, ama gene de onu sakinleştirmem ve konuya girebilmem 8-9 dakikamı aldı: - Abla meraba naber? - Kaya noldu, bişey mi var, hasta mı oldun, hırsız mı girdi, yoksa eve hırsız girdi de sen onu saldırıp öldürdün mü? Ay ay yoksa o mu seni öldürdü, ay söylesene nolduğunu çatlatmasana beni - Aman abla saçmalama, hiç elimi kana boyar mıyım, hırsız tanıdık çıktı da içerde şimdi tavla oynuyoruz. - Neaa! hemen kovala herifi evden, öyle serserilerle arkadaşlık mı olur, kovala hemen ibnatoru. - Yaa abla dur iki dakka, yok gelen giden. Dinle iki dakka, çok tuhaf bi rüya gördüm, uykum kaçtı, bende seni arayım dedim. - Ne gördün? - Garfield kostümü içindeyken tek ayağımı havaya kaldırıp Bursadaki Ulu Çınar'a işerken birden anneannem beliriyo ve bana "İstanbul'a git" diyodu. -......... - Vala bak -Kıçın açık kalmış! - Yaa ama bir görseydin anneannemin bakışlarını, böyle kalbimin üstünden Dünya Sempatik Şişmanlar 100 finalisti geçmiş gibi oldu. Böyle bi içim parçalandı. Ben de acaba sana mı bişey oldu diye evham yaptım da aradım - Aslında bişey olmadı. - Emin misin? - Hı hı -Bişey olmuş - Yok, önemli bişey olmadı İşte tıkandığınız an. Karşınızdaki size bişey olmadığını söyler ama siz hal ve tavırlarından aslında bir şey olduğunu anlarsınız. Aslında karşınızdaki bunu isteyerek yapar ve siz gerçeği öğreninceye kadar karşısında acı çekerken o bunun tadını çıkarır. Gerçeği öğrenmek ise size 10 dakika ile 1 hafta süresince yapacağınız tehdit, rüşvet veya duygu sömürüsünün şiddetine bağlıdır. Ama öğrendiğinizde bunun için mi bu kadar uğraşmışım mı demekten başka seçenek te yoktur. Unutmayın, ne kadar uğraşırsanız, o kadar boktan bir şey öğrenirseniz. Neyse, 10 dakika sonra…. -Yaa abla valla öyle demek istemedim ama sen de adam gibi anlat ne olduğunu. - Yaa tabii once “ölümü gör anlatmazsan” diye tehdit et, şimdi de ilkokul 3. sınıftaki sevgilimi kocama anlatmakla tehdit et. -Tamaaaam, tamam. Eşşeğim ben, ha tamam mı? Eşşeeeek. Şimdi noooolur söyle bana ne olduğunu. Noooolur, nooooolur, noooooolur. - Tamam tamam kes anırmayı, şimdi bütün komşularını uyandıracaksın. Dediğim gibi önemli bir şey değil. Biliyosun 1 ay önce çantamı çaldırdım ve bugün anneannemin ölmeden önce bana emanet ettiği yüzüğünün de o çantada olduğunu fark ettim. Bunu fark edince aynı sana olduğu gibi, kalbim mengene de sıkıştırılmış gibi oldu. Sen de rüyandan bahsedince yine o geldi aklıma. - Bu muydu yani - Sana önemli bi şey olmadığını söylemiştim. Neyse bak ne diyorum, yarın günü birlik Ankara’ya gelmem gerekiyor. - Aaaaaa, süper - Aslında sana sürpriz yapacaktım ama dayanamadım, neden sen de benimle dönmüyorsun? Bir iki gün gezeriz İstanbul Şöyle abla-kardeş. - Valla süper olur. Aslında ablamla olan ilişkimi iki evreye ayıra biliriz: Tom ve Jerry evresi; kimi zaman şiddet dolu ama çoğu zaman eğlenceli ve Tom Sawyer ve Huckleberry Finn evresi çoğu zaman eğleceli ve dayanışma içinde. Eminim bu durum bi çok abla-kardeş için tanıdık gelmiştir. Bu İstanbul fikri oldukça hoşuma gitmişti. Ablam kısa sure içinde Ankara’daki işlerini bitirdikten sonra onunla buluştum. Bir süre laflamak için bir cafeye oturup otobüs saatinin gelmesini beklemeye oturduk. Ablama o çok sevdiği Irish-café’yi ısmarlamama rağmen yüzündeki kara bulutları dağıtamamıştım. Her ne kadar belli etmemeye çalışsa da yüzüğü kaybetmiş olmak belli ki onu gerçekten çok üzmüştü. Yeni boşanmış kadınlar gibi zaman zaman parmağındaki yüzük yerinin bıraktığı izi yoklarken onu bir kaç defa yakaladım. Bu yüzden bu konuyu açıp da tekrar onu üzmek istemedim. Ve otobüs hareket etti. Bir süre en son ne zaman ablamla beraber yolculuk ettiğimizi düşündüm, yetmedi düşündürdüm, o da hatırlayamadı. Ama yolculuklarda zamanı geçirmek için oynadığımız küçük oyunlar aklımıza geldi. Kışın buğulu cama parmağınızı hafifçe değdirip, arabanın titreşimi ile ortaya çıkan şekli bir şeye benzetmece, yumruk izi ile camda yürümüş bebek izi çıkarmaca, son harfi ile kelime bulmaca, saçlı kafayı koltuk altına sokup rahatsız etmece falan. Bu kez daha değişik bir şeyler oynayalım dedik ve adında özel isim geçen film isimlere bulmaca oynamaya başladık. - Good Will Hunting -Yetenekli Bay Ripley - İnek Şaban - Atla gel Şaban - Oooo, o sayılmaz, o devam filmi sayılır bi kere - Niyemiş canım, İnek Şaban 2 değil ki bu.. - Yok kardeşim saymıyorum, mızık.. Aradan beş saat geçti…. - Abla, pssst abla kalk kızım uyan geldik bak İstanbul'a - SEZERCİK ASLAN PARÇASI!!! - Hiaaa! Allah seni kahretmesin emi, ödüm koptu, ne baarıyon kızım be. Rezil olduk, otobüste herkes bize bakıyo. Oyunu bitirdik di hani hem o sayılmaz, ben daha önce Sezercik Köprüaltı Çocuğu'nu söylemiştim, seri filmi sayılır - Ay ne biliim, rüyamda yarışmadaymışız da, içinde özel isim geçen bi film söylemem gerekiyodu, söylemek istiyorum ama sesim çıkmıyo, sonra bi baktım sen ağzımı kapıyosun, elini ısırdım ve cevabı haykırdım - Haykırdığının farkındayım, kulağım hala çınlıyo. - Buyur abla bi şey mi istemiştim! - Haa, bi adet Sezercik istemiştim - Efendim abla - Yok kardeşim bi şey istedim alla alla, hadi Kaya hareketlenin gidiyoz.... ....................... Dedi ve ben bi anda kendimi elimde ablamın ve benim bavulum, ortalıkta ablamı ararken buldum. - Abi taşıyalım mı? - Abi abi be taşıyalım mı? - Abi 500.000 be abi, hadi be. - Yok abicim ben taşırım - Abi biz taşırdık be abi, taksiye kadar biz götürelim be abi - Yok lan gidin allaamınasabirin, Ablaaaa! Ablaaaaa! Nerde bu kız ya? - Abi sarışın bi kız mıydı? - Ha evet nerde gördün? - Az önce Madik Kazım'ın adamları ilaçlı mendille bayıltıp götürdüler. - NEEA, nassı, nassı götürüyolar olum, nassı, ne diyon sen, Pandik Kazım kim beee? - Dur abi bırak kolumu, acıyo, 5.000.000 ver nereye götürdüklerini söyleyeyim, ayrıca adı Madik Kazım - 4.000.000 - 10.000.000 oldu abi - Tamam ulan al, söyle bakiim nereye götürüyolar - Abi terminalin aşağı taraflarında gecekondu mahallesi vardır, orda Madik Kazım'ın bi deposu vardır, oraya götürürler - Tamam, tamam sakinim ben hemen Ablamı bulmaya giderim, yoldayken de polise haber veririm. Bok sakindim, kalbim kıçımda atıyodu. Ben hani şu “Ankara hem düzenli hem güvenli şehir, Ankara şahane bir şehir” bahanesiyle İstanbul’dan korkup da sadece gezmeyi tercih eden kesimin insanlarındanım. Benim gibilerden bolca Ankara’da bulabilirsiniz. Sırf her gün gazetelerde, televizyonlarda gördüğüm kaostan ve tehlikeden kaçmak için İstanbul’dan hep uzak durdum ama işte o beni yakalamıştı, hem de tam can evimden. - Nasıl, ne şekil gidiyon oraya, nasıl bulursun orayı, ha? - Abi, ben götüreyim seni istiyosanız? Yanlız 50 kağıdınızı alırım! - 45.000.000 - 100.000.000 oldu abi, oraları da benden iyi bilen yoktur, siz bilirsiniz. - Ulan adi velet, tamam, bi dakka Ablamın telefonu çalıyo........Hah, şimdi sıçtım, enişte arıyo, ne dicez şimdi - Açma abi - Olur mu lan kıllandırmayalım enişteyi de bi sorun çıkmasın.... Öhm, Aloo,...... ben Kaya....... İyilik enişte, senden naber............. - Pşşt, abi ver parayı da bi yandan gidelim yavaş yavaş - (ulan velet al bakalım parayı, hemen götür bizi depoya) Ablam mı? Gelir şimdi, lavaboya gitti herhalde..... - Abi burda 80 var - Ulan pezevenk altı üstü bi yol gösterecen, 100 milyon olurmu be?....... Ha, yok Enişte sana demedim....... Ne yolu enişte, biz yolumuzu bilmez miyiz, ama işte benim bi arkadaşıma uğramam gerekiyo ama adresi çok iyi bilmiyom.... (Al lan paranın geri kalanı, hadi düş yola).... Yok be eniştem hiç kaybolur muyuz, ablam da gelir şimdi zaten.... Amma yaptın enişte hiç 100 milyona yol tarif edilir mi? Ben 100 milyon demedim sana öyle gelmiştir. Ben gelince arattırırım....Yok be eniştem bekleme hatta, çok yazar şimdi sana.... Yok gerek yok..... Hayır enişte gelmene gerek yok...... Aman sakın, neyse enişte telefonaun şarjı bit.... İki saat sonra buradaymış, sıçtık, hadi hemen götür ben şu herife. Ya da dur önce polise haber verelim, eee adresi bilmiyom, polisi nereye göndericez - Ben tarif ederim abi - Haa iyi Velet önde ben arkada 1 saat 15 dakikalık labirentte peynirini arayan fare yolculuğundan sonra… - İşte abi burası - Tamam, defol git şimdi Veledi gönderdikten sonra, bir sure polisin gelmesini beklemenin en doğrusu olacağını düşünerek depo çevresinde çakal turları attım. Ama etrafta hiç bir hareket ya da ses algılamayınca, amerikan filmlerinin en önemli klişelerinden birini tekrarlayarak içeri girmeye karar verdim. “İnanırsan başarırsın”. İçeri Mel Gibson gibi kendimden emin girecem, Bruce Willis gibi kendimden emin pazarlık edicem ve Pierce Brosnan gibi kızı alıp çıkıcam. Hepsi bu kadar. - (TAK TAK TAK) - Kimsiniz? - Iıııı, ben az önce kaçırdığınız kızın kardeşiyim, sizinle anlaşmak istiyorum - İçeri gel ................ - Selamünaleyküm - Meraba, adım Kaya, Siz de Madik Kazım olmalısınız efendim. (Tü, Allah belamı vermesin, Mel Gibson ve Bruce Willis beni görse ağızlarıyla bile gülmezler) - Evet koçum, benim - Sizi kardeşimi hemen bırakmanız için uyarmaya geldik, hemen bırakmazsanız zatıaliniz polislerle çok uğraşacaksınız demektir. (kendimden emin ha, şu halime bak, ayazda kalmış bekçi çükü gibi sündüm kaldım) - Vaaay, delikanlıymışsın ama hangi kızdan bahsettiğinizi anlayamadım İşte tam o anda gözüme bir şey takıldı, masanın üzerinde duran bir kesenin en üstündeki bir yüzük, hatırası olan ince gümüş bir yüzük, anneannemin parmağındaki zarafetini kaybetmemiş o yüzük, bulmuştum onu. Sonra yaptığım hareket tamaman refleksti. Avucumu yüzük kesesinin üzerine vurup: - Şşşş, bana bakın siz, durumu anlamadınız galiba size hemen kızı bırakın diyorum - Bak koçum sen durumu çok iyi anlamadın herhalde, bir depoda tek başınasın ve biz 10 kişiyiz, hatta etrafta hala siren sesi yok, oysa karakol iki sokak aşağıda, hala anlamadın di mi? Ha Ha Ha, Çocuklar başlayın. - (TOCK) (TOCK) Ah - Abi üstlerinden bayaa eşya ve para çıktı, bu Piç Sülo hakkaten iyi rol kesiyo, helal olsun. Napalım bunu abi ............... - Kaya ? Kaya iyi misin? - Anam anam, nerdeyim ben? Abla, abla sen buradasın ve İyisin. Kurtarmışım seni yani - Sen ne diyosun paşam, Otobüsten inince lavaboya gittim, orda da bi arkadaşımla karşılaştım, iki dakka lafladık, ama döndüğümde eşyalar ve sen ortada yoktun. Yarım saat seni aradım etrafta. Daha sonra çocuğun biri senin terminal çöplüğünde olduğunu söyledi ve kayboldu. Oraya gittiğimde de baygın bi şekilde seni çöplükte çırılçıplak buldum, hemen ambulansı aradım sonra da işte buradasın. Nedense birden küçükken seyrettiğim bi çizgi filmden bir sahne aklıma geldi. Galiba Tom ve Jerry idi. Jerry bin türlü numarayla Tom’u hasta olduğunu ikna ediyordu ve onu iyileştirme ayağına çeşit çeşit işkenceler uyguluyordu. Tom durumu anladığında büyük bir şaşkınlıkla aynaya bakıyor ve aynadaki görüntüsü değişerek bir eşeğe dönüşüyordu ve altta “Jackass” yazıyordu. Sanırım yüzümdeki ifade de bundan farklı değildi. Tam bu anda avucumda bi acı hissettim. Saatlerce yumruğumu sıkmış olmalıydım. Yavaş yavaş açtığımda derin bir yüzük izi, avucumun tam ortasında ise anneannemin yüzüğünü gördüm. Sonra ablama baktım. Onda gördüğüm çok tanıdık bir ifadeydi. Anneannemin mutluluk, sevgi ve hasretle karışık bakabilen gözleri. Ablamı hiç o kadar mutlu görmemiştim. Bu olaylar nasıl oldu da benim başıma geldi, nasıl bu işlere bulaştım bilmiyorum. Anneannemin bu olanlarda bir payı var mıydı, onu da bilmiyorum. Ama eminim ablamın bu mutluluğu onun ruhuna kadar gitmiştir. Benim ödülüm ise anneannemin mutluluk, sevgi ve hasretle karışık bakabilen gözlerini bir kez daha görmek olmuştu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cengiz Arabacı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |