Herkes aynı notayı söylediğinde uyum elde edilmiş olunmuyor. -Doug Floyd |
|
||||||||||
|
Gündem dışı kaldıkları söylense de Karacaoğlan, Köroğlu, Pis Sultan, Dadaloğlu, Yunus benim için her daim sözleri üstün tutulacak Türkçe ustalarıdır. Köroğlu’nun en sevdiğim dizelerindendir: “…meydan gümbür gümbürdenir…” Bunun bir futbol yazısı olacağını da en baştan zikredeyim. Öncelikle bir zamanlar çok tutkulu bir futbol seyircisi olduğumu belirtmeliyim. Ancak bu seyir zevkini uzunca bir süredir kaybettiğimi ifade etmeliyim. Yıllar var ki keyifle bir maç izlememişimdir. Futbolun bir spor olayının çok ötesinde bir olgu olduğunu fark eden birisi olarak açık konuşmalıyım ki futbol yığınların ilgisini her geçen gün daha fazla çekse de ben giderek soğumuşumdur. Çünkü futbol artık benim çocukluğumun mahalle maçlarının sıcaklığını yaşatan Neskens’li, Bohnof’lu, Ardiles’li, Zico’lu, Cruyff’lu, Breitner’li, Meier’li, Kempes’li (kendimi tutmazsam en az elli altmış tane yıldız sayabilirim) yıldızlar yetiştirmiyor. Evet formalar gene terden sırılsıklam ama şairin dediği gibi “…müjgan ile ben ağlaşırız!” Futbola ilgimi galiba Socrates’li, Zico’lu Brezilya’nın İtalya’ya 3-2 yenildiği maç ile kaybetmeye başladım. Sene 1982. Ağlıyorum. Annem mutfaktan geldi bana baktı ve seksenli yıllarda yaşadığımızı hatırlatan cümleyi sarf etti “Kazansalar sana beş kuruş verecekler mi?” Diyemedim ki “ Anne bak bu sarı formalılar var ya bunlar Brezilya. Bunlar da İtalya. Bu sarılar hem rüya gibi top oynuyor hem mertçe top oynuyor hem de dünyada Batı karşısında geri kalmış ülkelere ve hep yenilenlere moral veriyor güven aşılıyor. Bu İtalyanlar ise tam anlamıyla fırsatçı, sinsi ve ukala.” Annem Makyavelist değildir ama “Kazanan haklıdır!” anlayışına yakın durur. Sokağa çıktım. Kolumun altında topum mahalle takımının kaptanı olan ağabeyin yanına gittim. İlk lafı “ Kazanmayı bileceksin!” “Ne pahasına olursa olsun mu?” … Sonra tüm kurnazlara inat yüzyıl boyunca dünyanın en güzel futbolunu mertçe oynayan Brezilya da bu modaya uydu. Heyecansız, yıldızsız, tuzsuz, bibersiz çağdaş futbol; mantığın futbolu (!) tüm dünyaya hakim oldu. Şampiyon da oldu Brezilya ama artık benim için onlar da “herkes gibiydi”. Bir Galatasaray taraftarı olmama, GS’nin UEFA’yı kazanmasına, milli futbol takımımızın Dünya Üçüncüsü olmasına rağmen fikrim değişmiş değil. Bence çok sevdiğim milli takımımız da berbat denilebilecek yavanlıkta ve yaratıcılıktan yoksun bir futbol oynuyor. Zaten Yunanistan’ın neredeyse teknik direktörü de dahil defans yaparak Avrupa Şampiyonu olduğu bir dönemde umutlu olmam için hiçbir sebep yok..tu. Ta ki 17 yaş altı Türk Milli Futbol Takımı’nı seyredene kadar. İlk olarak Avrupa Şampiyonası’nda Eurosport’ta maçları anlatanların yorumları dikkatimi çekti. “Hey” diyordu “biri diğerine, bu genç Türkler sence de çok farklı değil mi?” Farklı? Daha bir dikkatli bakmaya başladım o zaman maça. 1982 Brezilya! 1978 Arjantin! 1976 Çekoslovakya! Yugoslavya!.. Süreklilikleri yoktu ama bu takımın bir ruhu vardı. Dolayısıyla yaratıcılığı, özgürlüğü, inancı ve isyanı…bu çocuklara henüz “futbol makinesi hastalığı” bulaşmamıştı. Futbol tanrısı benim gibi futboldan soğuyanlara bir nebze olsun iltimas geçmeye karar vermişti anlaşılan. Ve Dünya kupası. (Bir önceki 17 yaş altı dünya kupasında galiba bir maça on dakika kadar dayanabilmiştim.) Ve ben koca adam (belki hala 1982’deki çocuğum) gecenin bir yarısı, Muhammed Ali’nin maçlarını seyretmeye kalkar gibi kalktığım yarı final maçının yetmişli dakikalarında ağlıyordum. Ve adım gibi bizimkilerin yenileceğini biliyordum. Çünkü Brezilya “ne pahasına olursa olsun kazanmak” istiyordu. Yıllarca bir Japon başbakana sahip olan Perulular da aynen benim gibi sahada ciğerleri körük gibi çalışan on tane mert çocuktan o kadar etkilenmişlerdi ki tezahürata başlamışlardı. İnsanın en yüksek özelliklerinden biri olan “aklı ve yeteneklerini kullanan yaratıcı ruh” on kişi kalan bizim çocuklarda şekillenivermişti. Kimbilir belki Peru’lular da Kubilias’lı milli takımlarını hatırlamışlardı. O gece azıcık vicdani samimiyeti olan herkes eminim daha onyedi yaşlarını bile doldurmadıkları halde meydanı gümbür gümbürdeten bu çocukların yaratıcı ruhlarını şekillendirenlere minnet duymuşlardır. Ve ben, maç bitince gene topumu kolumun altına alıp dışarı çıkıp mahalle takımının kaptanı olan ve İzmit depreminde ölen ağabeyin yanına gidip sormak istedim. “Ne pahasına olursa olsun mu?” Ben onun da o gece benimle beraber bu çocukları seyrettiğini biliyorum. Cevabını da!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hidayet Ersin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |