Hiçbir zaman karakterlerimin hüzünlü olduklarını düşünmedim. Tersine yaşam dolular. Trajediyi seçmediler, trajedi onları seçti. -Juliette Binoche |
|
||||||||||
|
Burası bir hapishane kapısı. Amcam var içerde. Yaralamadan girdi, sarhoş kavgası. Suzan her hafta derler toplar bizi ziyarete getirir. Hele bir yan çiz canına okur. Ben yan çizmem zaten. Suzanla bir yerde olmak her zaman hoştur benim için. Dört kardeşimin içinde kuzenler sürüsü arasında, bir ben adıyla seslenirim ona. Bir bana izin verir. Ona benziyormuşum ben, herkes öyle söyler. O söylemez ama söylendiğin de hınzırca bakar bana. Bizi buraya getirmede ısrarı amcamın aile ruhunu hissetmesi. kendini yalnız terk edilmiş hissetmesini engellemek. Normal zamanlarda amcamla pek bir işimiz olmaz. Garip adamdır sarhoş gezer günün yarısı. Çakır keyifken severim onu birazcık, harika fıkralar bilir. Hayatın bütün saçmalıklarına atıf yapan fıkralar. Kunduracıdır. Nefis ayakkabılar yapar. Ayağıma ayakkabı giyebildiğimden beri onun yaptıkları ayağımdadır hep. Bütün sülalenin çocuklarına olduğu gibi. İnsan sevdiklerine en iyi yapabildiğini sunar belki. Onun da en iyi yapabildiği ayakkabıdır. Bir de anlattığı fıkralar. Baş belası bir herif olduğu halde Suzan onun peşini bırakmıyor. Hiç anlaşamazlar oysa. Suzan hayatında ki erkeklere sadık bir kadın. Babasına, oğluna, kardeşlerine. Normal zamanlar da iyi zamanlar da sevgisini göstermek zorunda hissetmez kendini. Ama dar yerlerde, dar zamanlarda atmaca olur üzerlerine. Korur kollar. Onlarsa ne yazık hak görürler kendilerine bunu. Takdir etmezler. çocuk gibidirler diyeceğim, çocuklarda ödeme hiç değilse peşindir. Yalandan da olsa bir sarılıp öperler. Onlarsa ayakları taştan bir kurtuldu mu başını bile yaslamaz dizine. Güzel adına deli sıfatı eklenmesi de yine böyle bir erkeğin yüzündendir. Kocası. Enişteyi çok severmiş Suzan. Onun için ne talipler reddetmiş. Hani şu; doktor, mühendis olmasa da hayırlı mı hayırlı sayılan cinsinden talipler. Adam çalışmazmış, kronik işsiz. Kızsa da kıyamazmış Suzan. Kendisi her gün işe giderken masanın muşambasının altına para bırakırmış. Ortaya bıraksa yada eline verse kırılacak diye mi korkardı acaba? Bir gün iş dönüşü mahallenin yosmasıyla basmış evde. Enişteyi istasyona kadar elinde koca bir ekmek bıçağı kovaladığı anlatılır. Yakalasa öldürürdü kesin, derler. Adam o gün bugündür yok, kayıp. Bir oğluyla kaldı Suzan. Bir gün sormuştum. Cesaret edip sormuştum. Yakalasan öldürür müydün Suzan? Abartıyorlar. Bıçak yeterince büyük değildi, dedi. Bende kovalar mıyım acaba beni kandıran adamı elimde bıçak? Ona benzediğim rivayeti doğruysa. Sanmam. Bu okuduğum kitaplar ehlileştiriyor beni, uygarlaştırıyor. Belki de o kadar hiç sevemem. Suzan sinemaya yeni bir film gelmiş. Hadi götür bizi, derdim. Acıklımı? derdi. Çok acıklı derdim. Bak valla afişi var. Gazete de başka bir filmin afişini göstererek. Sinemanın içinde de gelecek programın yada eski filmlerin afişini gösterdiğim gibi. İnanmazdı da inanır gözükürdü. Annemin rolünü kapmadan. Bana annelik yapmadan. Film başladığı anda –onunla arama en az iki kardeşimi yerleştirirdim- uzanır enseme hafifçe şaplağını indirirdi. ‘’Alaska frigo yok sana!’’ Yok ya! Suzan kıyamaz bana. O kimseye kıyamaz. Ellerim buz tuttu sanki. Ayaz kılıç gibi kesiyor yüzümü. Amerikan filmlerinde vahşi atlara binen rodeocuların çıktığı demir labirentten bir yerde sıradayız. Adam iki duvar çeker şuraya. Şu dallı güllü şalvarlarıyla yaz kış üzerlerinden hiç çıkartmadıkları renkli hırkalarıyla çingene karıları olmasa mezarlık, solgun bir yer burası. Bağdaş kurmuş -soğuğa aldırmadan-, sakin konuşurken birden saç başa kavga etmeye başlarlar. Askerler bir süre seyreder komiktir kadın kavgası seyretmek. Belli bir zamandan sonra müdahale eder sertçe ayırırlar. İçerde bir bakarsın iki kadın can ciğer kuzu sarması. Isınmak ve bu sıkıcılığa son vermek için kavga ediyorlar sanki. Sıkıntıyla karşı kaldırıma baktığımda iri yarı, baştan ayağa siyah giyinmiş bir kadın gördüm. Kuaförden yeni çıktığı belli sarı saçlarıyla, sürdüğü ateş kırmızısı ruju bu mesafeden yüzünde en dikkat çekecek yer belki. Kara kocaman gözlükleri var. Buraya uymayacak kadar süslü. Mahkum karıları abartısız giyinir. Süs, püs pek bilmezler. Bilseler de yapmazlar. Sade solgun. Kocaları içeri, onlarda içeri sanki. Onlar mezara onlarda mezara. Belki ondan ilgimi çekti bu kadın. Bu kadar renksiz, bir birinin aynı şeklin yanında pek bir değişik geldi bana. Hapishaneye bakıyor. Bir şeye karar vermek ister gibi. Eli kolu dolu. Tıka basa dolu iki büyük poşet var ellerinde. Bir anda hızla yürümeye başladı bize doğru. Sıradakileri tek tek geçti. Yaklaştı, yanımdan geçerken kıyafetlerinin pahalı ve markalı olduğunu gördüm. Dikkatle yüzüne baktım. Büyük kapıya doğru, posta posta ziyaretçilerin alındığı devasa demir kapıya doğru hızla ilerledi. Ben bu kadını bir yerden tanıyorum. Evet. Bilmiyorum nereden ama ben bu kadını tanıyorum. Kapıdaki gardiyana doğru eğildi, kulağına bir şeyler fısıldadı. Gardiyan duyduklarından pek hoşlanmamış gibi şöyle biraz gerileyip baştan aşağı süzdü kadını. Askerler arasında işaretleşmeler gülmeler başladı. O sırada ismimiz okundu. Bu bir reflekstir. Ne düşünürseniz düşünün aklınız da ne olursa olsun orda duyarsınız adınızı. Suzan bizimkileri toparladı hemen. Annem hala somurtuyor. Bu son gelişim diyor içinden. Kimliklerimizle büyük kapıdan tek tek büyük salona alındık. O sarışın kadında girdi bizimle beraber, bir nevi ön bekleme salonuna. Kimlik kontrolü bitince sağlı sollu sıralara oturduk. Karşımızda oturuyor sarışın kadın. Dikkatle izliyorum onu. Nerden tanıdığımı bulmaya çalışıyorum. Hiçbir hareketini kaçırmadan. Gözlüklerini çıkarsa daha kolay hatırlayacağım belki. Gözlük kelimesi aklımdan geçer geçmez bir sahne geldi gözümün önüne. Doğruldum yerimde zafer kazanmış gibi. Annem yanımda oturuyor. Keşfimi birine söylemeliyim. Kolunu çekiştirdim. Baktı sinirli sinirli. Bak, dedim bu kadın değil. Cümle ağzımdan çıktığında farkına vardım ne söylediğimin. Önce şaşırmak yerine şimdi şaşırdım. Annem sarışın kadına; idda ettiğime göre kadın olmayan kadına baktı. İyice aptallaştın sen, dedi o apartman gibi kitapları okuya okuya. Suzan’a döndüm. bak dedim bu hafta haber programında seyrettim ben bu kadını. Eeee… dedi. Transseksüel dedim. O ne?, dedi Suzan. Anla Suzan ya! Erkekten kadına dönmüş işte. Suzan’ın gözleri parladı, muzipçe güldük karşılıklı. Annem nerdeyse Suzan’ı öldürecek. Çocukları hapishane köşelerinde, soğuktan donduğu yetmiyor, bir de transseksüellerle bir arada. Kesin bu amcamı son görüşümüz. Annemin elinde bu malzeme varken daha burayı hayatta göremeyiz. Suzan’la birlikte kadını izlemeye aldık. Sadece ben fark etmemiştim durumu başkaları da farkındaydı. Cüzamlı gibi tek başına oturuyordu sırada. Kimse yanına oturmuyordu. Herkese eğlence çıkmıştı. Beklenecek sıkıcı saatler yeni seyirle daha da kolay aşılacaktı. Yüzünü saklayan kocaman gözlüklerinin altında bile tedirginliği belliydi. Gel , dedi Suzan. Komutu duyar duymaz fırladım, düştüm peşine. Suzan karşı sıraya doğru ilerledi. Yanına oturdu. Ben de onun yanına. Merhaba, dedi ben Suzan. Vereceği cevabı merakla bekliyordum çünkü sesini çok merak ediyordum. Bir süre kararsız kaldı. Sonra Burçin dedi. Ne kalın , ne ince bir ses. Ama doğal değil asla değil. Tedirginliği geçmemişti hatta bizim gelişimizle daha da artmıştı ama herkesin bir kişiye bakmasından üç kişiye bakması daha rahatlatıcı bir şeydi belki. Profilden yüzünü inceliyordum. Sakal dipleri kalın bir fondöten tabakasıyla kapatılmaya çalışılmıştı. Gıdısı sarkık ve boğum boğumdu. En çok gözlerini merak ediyordum. İmkansız; gözlüklerini çıkaracağını hiç sanmıyorum tek korunması çevreye karşı gözlükleri. ‘’Kimin var içerde dedi Suzan. ‘’Nişanlım’’ dedi. ‘’Pek de gençmişsin daha’’ dedi Suzan. ‘’İnşallah fazla sürmez ayrılık’’ dedi. Eğilip Suzan’ın yüzüne baktım. Dalga mı geçi yor? diye. Bir şey anlaşılmıyordu. Alacağı cevapları bekliyordu dikkatle. İnşallah dedi Burçin. İlk defa geliyorum ben buraya dedi. Özür diler gibi. Daha önce hep posta havalesiyle para gönderirdim. Ama dayanmadım bu sefer görmek istedim. Suzan anladı kafasını eğdi. Önünde ki paketlere baktım giyecek doluydu içi tıka basa. Diğer kadınlar tek tek yanımıza ilişmeye başladılar. Suzan bu arada Burçin’e hapishaneyi hapishane hikayelerini anlatıyordu. Arada sorular soruyordu. Burçin’in verdiği cevaplar kulaktan kulağa taşınıyordu. Şimdi en sona geçip Burçinin ağzından çıkanların ne kadar değiştiğini duymak isterdim doğrusu. Biraz rahatlamıştı. Kendisine en ucube kadının bile bir küçümsemeyle baktığı kimilerine göre bu zavallı yaratık; meraktan da olsa kadınların etrafında yarattığı bu etten duvardan hoşlanmıştı sanki. Neydi Burçin’i buraya getiren? Elbet buraya gelirken başına gelecekleri biliyordu. Onu ilk gördüğümde kaldırımda ki tedirginliğinin sebebi belki buydu. Sadece belli semtlere belli yaşam tarzlarına, geceye mahkum aşılamaz bir kıstırılma duygusuyla yaşayan biri; gündüzden, sıradan yaşamdan, sıradan insanlardan ne alacağını ne muamele göreceğini pek tabii biliyordu. Buna rağmen gelmişti. Şimdi yerimizden kalkmalı kadın gardiyanların arama yapacakları bölüme girmeliydik. Uzunca bir yol ve işlem atlattıktan sonra gerçek hapishaneye ve ziyarete başlayabilecektik. Bizimle birlikte Burçin’ ‘de kalktı. Gardiyanlardan biri, sen bekle, dedi. Bir sonraki postaya kaldın sen, Savcı Bey gelecek. çaresiz oturdu. Suzan başıyla selam verdi. İçeri doğru yürüdük. Bir ziyaret daha başladı. Aynı rutin işlemler aramalar beklemeler kalabalık, mahkumun gelişi, ziyaretin başladığını belirten gardiyanın düdüğü. Bu sesi duyunca ani bir refleksle konuşmaya başlar insan. dışarıdakiyle içerdeki insanın aslında kopuk olan dünyalarında dışardan içeri bir şey taşımaya yaşam taşımaya çalışırsın. Sıkıntını belli etmemeye, umutlu görünmeye, umut vermeye çalışırsın. Karşında ki seni izler, çünkü vazgeçip geçmediğini anlamaya çalışır. Sen vazgeçtiysen onun için her şey bitmiştir zaten. Ama kelimelerin de yorulduğu zamanlar vardır. Ne kadar çabalasan da yine gelir o sessizlik dikilir kapına. Konuşacak bir şey bulamazsın. Çalsa şu bitiş düdüğü gitsem dersin içinden. Suzan asla vazgeçmez. Hep konuşur. Onu inandırmaya çalışır. Hatta bıraksan ona kendini aslında hiçte kötü bir durumda olmadığına inanıverirsin bir an. Türlü şeyler anlatır. şakalar yapar. Asla sessizliğin gelip yerleşmesine izin vermez. Ziyaret Suzan’ı seyretmeye dönüşür. Bitiş düdüğü çalar. Yine aynı çabayla yolcu eder onu. O gidince derin bir nefes alır. Yığılır gibi olur kısa bir süre. Bir duvara dayanır. Sonra kaldığı yerden devam eder yaşamaya. Çıkış yolu daha da bir sıkıcıdır her şey daha da bir monoton. İçeri girerken hiç değilse ufak bir coşkun vardır çıkarken ise bir an önce bitirmek istediğin angaryalar. Son aramayı da bitirmesini beklerken hoyrat kadın gardiyanların; dışardan içeriye bir şey götürmek yasak olduğu kadar, içerden dışarıya götürmekte yasaktır. Ne götürebilir ki insan içerden dışarı? İçeri götürebileceği şeyde sevgisidir. Onu buraya getiren, orda tutan, direnme gücünü veren sevgisi. Onu da bırakıp çıkmıştır zaten. Aramak nafile, ama usuldendir aranacak. Kadın gardiyanlar hoyratça arama yaparken aklıma Burçin geldi. Tutamadım kendimi gülmeye başladım. Öyle ya Burçin girdiyse eğer içeri onu kadın gardiyanlar arayacak. Ve ben o aramaya şahit olsam kim daha erkek, kim daha kadın karar veremezdim sanırım. Ekmek parası uğruna bu gönüllü mahkumlar. Ellerindeki gücün, hakimiyetin etkisiyle o kadınsı sıcaklığı kaybeden bu kadınlar, sıkı saç topuzları, lacivert gardiyan elbiseleri makyajsız sert erkek ifadeli ve tavırlı halleriyle Burçin ‘in yanında daha bir erkek kalırlardı. Bu da yaşamın garip bir cilvesiydi elbet. Sonunda temiz hava gerçek yaşamına geri dönüş. Dışarıdayken hissetmediğin, kendini kafeste sandığın duygu gerçek kafese girmekle açığa çıkar. Nerenden nereye bağlı da olsan en sıradan anlamıyla özgürlüğe onlardan daha yakınsın. Yan kapıdan dışarı çıktığımızda Suzan meraklı gözlerle ön kapıya doğru yaklaşık bir saat önce giriş yaptığımız kapıya doğru ilerledi. Ben de arkasından. Bir süre göz gezdirip kalabalığa dikkatle seyretti, sonra bana döndü gülümseyerek ‘’girmiş’’ dedi. Burada olmadığına göre Burçin içeri girmişti. ‘’Artık gidelim, eve gidelim Suzan’’ dedim. ‘’Tamam’’ dedi gidelim. Evimize gidecektik, çay içecektik, evimiz gözümüze daha bir güzel gözükecekti, yediğimiz yemek her gün yediğimiz yemekte olsa farklı gelecekti. En basitinden biz görevini yapmış mutlu insanlar olmaya devam edecektik. Bu düşüncenin güzelliğiyle adımlarımızı sıklaştırmaya çalışırken arkamızda bıraktığımız hapishane kapısından bağırtılar gelmeye başladı. Önce önemsemedik her zamanki kavgalardan biridir nasılsa. Sonra bir şey hatırlamış gibi döndük ve çıktığımız noktaya tekrar yaklaştık ne olduğunu görebilmek için. Adını Apartman taktıkları iri cüsseli gardiyan Burçin’i kolundan tutmuş sürüklüyordu. Burçin direniyor adım atmamak için, bir yandan da ‘’bunu yapamazsınız onu görmeye hakkım var benim’’ diye üzgün bir şekilde konuşuyordu. ‘’Hadi dedi uzatma da git işine görüşemezsin`dedi apartman. ‘’ Lütfen, bir kere daha görüşeyim savcıyla, izin isteyeyim’’. Apartman gittikçe sinirleniyordu. Burçin direndikçe öfkesi artıyordu. ‘’Onlar gibi benimde görmeye hakkım var nişanlımı’’ dedi son bir güçle Burçin. Apartman lakaplı, apartman görüntülü gardiyan hızla Burçin’i savurdu. ‘’Defol, buradan hır çıkarma’’.’’ Biz seni alsak ne olur? Adam seni tanımadığını, görmek istemediğini söylüyor.’’ Adamın itişiyle yere savrulan Burçin öyle kalakaldı yerde, elindeki torbalar etrafa saçıldı. Onun düşmesiyle kalabalık gerilemiş bu garip sahneyi neredeyse üst üste çıkarak her saniyesini kaçırmadan seyrediyorlardı. Etrafa yayılan torbalardan her birinin kaliteli olduğu belli erkek kıyafetleri de saçılmıştı dört bir yana. Burçin ‘e baktığımda gözlüğünün de fırladığını gördüm. Sonunda gözlerini görmüştüm. Ağlamaktan rimeli akmış küçücük, yemyeşil, çok üzgün, çocuklaşmış iki göz. Suzanla birlikte çok yakınına gelmiştik onun. Bitkin bir şekilde yere saçılan eşyaları poşetlere doldurmaya çalışırken iri elleri tir tir titriyordu. Bir yandan da sayıklar gibi. ‘’Yalan söylüyorsunuz yalan’’ diyordu. Hep aynı kelimeyi tekrarlayarak. Birden Suzan’ı yanında gördüm onun. Diz çöktü yanına, eşyaları toplamasına yardım etmeye başladı. Birlikte sessizce eşyaları topladılar. Poşetleri tıka basa doldurduktan sonra Suzan ayağa kalktı elini uzattı ona. Burçin yüzüne baktı, oturduğu yerden kalkmadan ‘’yalan söylüyorlar’’ dedi. Suzan’ın yüzü bembeyaz olmuştu acı bir gülümsemeyle,’’ elbette yalan söylüyorlar’’, dedi….Hem de hepsi….
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Aylin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |