Öküzün rengini dışında, insanın rengini içinde ara. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
İlk şoku atlattıktan sonra, kara Afrika’nın en gelişmiş ülkelerinden birinin bile ne kadar geri kalmış olduğunu fark etmek çok da zaman almıyor. Beyaz olmanın verdiği üstünlük duygusu bir anda içinizi sarıyor, bu insanlara davranışınızı otomatik olarak değiştiriyor. Hava alanından itibaren “Ne işte yani! Kalktık ülkenize geldik sizleri şereflendirdik” gibi davranışlar içine giriveriyorsunuz. İşte o anda ülkemize gelen avrupalılarında benzer hisleri, Türkiye’yi ziyaret ettiğinde yaşadığını çok rahat bir şekilde sezdim. Gelgelelim bizim havamızı kısa zamanda alıyorlar. Oraya gelen diğer beyazlar paşa paşa pasaport kuyruğundan geçerken, bizlerin kapıda vize alması gerektiğinden sıranın sonunda diğer Afrika ülkesi insanları ile sıra beklemeye başlayınca, tekrar ayaklarınız üzerine basmaya başlıyorsunuz. Bunlarda 19’yy da Afrika’da hız kazanan kolonileşmeden nasiplerini almışlar. İngilizler dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi, buraya da sağdan direksiyonlu arabalar ile sağ taraftan işleyen trafiği yerleştirmişler. Özgürlüklerini, 1963’den çok daha önceleri arabalar yaygınlaşmadan almış olsalardı, belki alışık olduğumuz yönde bir trafikle karşılaşırdık. Havalanından şehre doğru gelirken trafiğin bu ülkede de çözülmesi gereken öncelikli bir problem olduğu meydana çıkıyor. Zaten dar olan yolların sol şeridi, sürekli kenara çekip yolcu indirip bindiren minibüsler tarafından işgal edildiğinden diğer araçlar sağ şeritlere yığılıp trafigi kitliyorlar. Yol boyunca kavşaklarda bol bol polis gördüm, bu da gelişmemiş ülkelerde istihdamı arttırmak için kullanılan yöntemlerden biri, ya ne kadar çok polis var. Kirlilik, kalabalık, gürültü, düzensizlik... Bunlar Afrikanın, Ortadoğunun ve yakın Asyanın vazgeçilmez benzerlikleri. Buradaki tek fark, etrafınızdaki bütün insanların kara derili olmaları. Burada en çok hissettiğiniz sömürü duygusu ve sessiz başkaldırı. Gerçekte otele girmenizle birlikte gerek binaların mimari tarzı, gerek kullanılan mobilya, gerekse otelde çalışan elemanların kiyafetleri sizi o zamanlara doğru hızlıca götürüyor. 2.dünya savaşı sonrası bu kıtada gezinen Avrupalı gezginlerle kapının arkasında karşılaşmak sanki bir an meselesi gibi geliyor. Kendimi Benim Afrikam filmindeki Robert Redford’a benzettim, Buket’i de Meryl Strepp’e. Nairobi’de otelde kalacaksanız, muhakkak Norfolk otelde kalın. Geçmişlerden gelen esintisi ve sıcak atmosferi görmeye değer. Bahçesi ve arkasındaki yürüyüş yolları çok keyifli. Bahçeye bakan verandasında yaptığım kahvaltının tadı hala damağımdan gitmiyor. Kızlar da burada çok keyif almışlardı. Türkiye haricinde bizimle yaptıkları ilk seyahatleri olması onları da heyecanlandırmıştı. Ama ne kadar çok aşı oldular! Görecekleri hayvanların uğruna Riyad’da oldukları dört aşının üstüne bir de Masai Mara dönüşünde Sarı Humma aşısı kolay kolay katlanılır değildi, hatta benim için bile. Bir de seyahat boyunca aldığımız kinin tabletleri yetmezmiş gibi, dönüşümüzden sonra da bu haplardan bir kaç hafta daha almıştık. Buraya gelen yolcuların bazıları kendilerini bu işle hiç bunaltmıyorlar, hiçbir aşı olmadan bile gidiyorlar. Eh benim iki tane küçük kızım olunca böyle bir riski almaya cesaret edemedim. Burada size küçük bir ipucu vereyim. Sırf bu aşı dalgası yüzünden seyehati en azından iki ay öncesinden planlamanız gerekiyor. Bu ülkede gezilecek çok yer var, vaktiniz var ise doğal parkları bir bir gezmenizi öneririm. En az bir ay alacak bu geziyi yapmak için işiniz olmaması ve bol paranız olması gerekiyor. Ben o kadar sanşlı olmadığım için, biraz daha seçici olmak zorunda kaldım. Masai Mara vazgeçmeyeceğiniz ilk nokta, Flamingo’ların ziyaret ettiği Nakura Gölü parkı ve son olarak Klimanjaro dağı görmeye değer. Benim gibi yanınıza beş altı yaşında iki çocuk alırsanız, seyehatinizi biraz daha sınırlamanız gerekiyor. Sonuç olarak sadece Masai Mara’yı görmeye oradan da bir kaç gün ülkenin ikinci büyük şehri olan Mombasa’ya gitmeye karar verdik. Masai Mara Tanzanya sınırında kuraklık döneminde hayvanların göç yolunda olan Etopya’dan Mozambik’e kadar uzanan kocaman bir vadide oluşturulmuş bir doğal park. Biz kolay ve pahalı olanını yapıp oraya pırpır diye tabir ettiğimiz pervaneli uçaklar ile gitmeyi tercih ettik. Her ne kadar biraz bulantılı olsa da açıkcası seyehati yaptıktan sonra ne iyi bir karar verdiğimi anladım. İlk başta o güzelim doğayı yukarıdan görme şansını yakaladık, ayrıca oldukça uzun olan yolu kısa zaman içerisinde kat ettik. Taze, yeşil ot bulabilmek dürtüsü ile güneyden yola koyulan vahşi inekler, buffalolar, zebralar, antiloplar Masai Mara’nın Temmuz’dan itibaren yemyeşil topraklarına doğru göç ediyorlar, yaklaşık Kasım’a kadar burada kalıyorlar. İşte buraya bu zamanlar içerisinde gitmeniz gerekiyor. Neden mi? Kan ve vahşet görmek için. Çünkü aç olan ev sahipleri aslan, çita ve timsahlar, karınlarını doyuracak, neslini devam ettirmeyi sağlayacak misafirlerini hararetle bekliyorlar. Bizler de onların acınası, ama bir o kadar da gerçek olan buluşmalarını! Ne yazık ki, şu anda yaşadığımız hayat da böyle, kuvvetlinin zayıfı sömürdüğü bir düzen! O sebeple pek yabancılık çekmeyeceksiniz. Burada kalınacak bir kaç güzel yer var, benim kaldığım Mpata ismindeki Lodge (küçük otel olarak tanımlayabilirim) girişimci Japon bir mimar tarafından inşaa edilmiş ki bence aralarındaki en iyisi. Ayrıca aynı sınıfta Lodge olarak Serena Safari Lodge’u, çadır kamp olarak da maymunlar ile dolu Kichwa Tempo‘ yu öneririm. Burası Afrika’nın en iyi bilinen ve en çok ziyaret edilen doğal parkı. Gerçekten hak ettiği üzere bir çok ziyaretçi kuru sezon (Temmuz – Kasım arası) ağırlıklı olarak buraya akın ediyor. Hayvanat bahçelerinde bile göremeyeceğiniz bir çok cins hayvanı hemen yanı başınızda doğal hayatlarında izlemek kaçırılmaması gereken bir serüven. Safari diye avlanmayı düşünenleriniz olabilir. Aman bu niyetle gitmeyi düşünüyorsanız, sakın heveslenmeyin. Çok doğru bir karar sonrası 1977’den beri avlanma yasaklanmış. Günde iki defa dört çeker jipler ile yapacağınız geziler ile bu vahşi hayatı yerinde izlemek, fotograf makineleri ve kameralarınız ile o onları kaydedebilirsiniz. Doğal park akşam altıda kapanıyor, geceleri kalmak için özel izin almanız gerekiyor. Kenya’ya da İslam gelmiş mi? Gelmek ne demek geçmiş, daha Tanzanya’ya hatta ilerisine kadar ulaşmış. Umman krallığı Afrikanın doğu kıyılarını işgal ederken İslam dinini yaymışlar. Kıyı kenti olan Mombasa’da bu rüzgardan ciddi olarak etkilenmiş, çoğunluğu müslüman olan bir kent. Ama burada fakirlik, pislik ve kargaşa Nairobi’nin aksine çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Bunu dinle ilişkilendirmek istemiyorum ama “görünen köy kılavuz istemez” diye bir atasözü var ya o aklıma geliyor o an! 1593’deki ilk işgalleri zamanında Portekizliler tarafından yapılmış olan “Fort Jesus” kalesi limanın girişinde tüm heybetiyle duruyor. Bu kaleyi gezdiğinizde Mombasa Sultanı’nın yardım ricaları sebebiyle sürekli olarak kurtarmaya gelen Umman kralığının izlerini görebiliyorsunuz. Bu kaleyi gezerken o ana kadar bu ülkede rast gelmediğimiz büyük bir Türk turist grubu ile de karşılaşma mutluluğuna erişiyoruz. Zanzibar diye bir yeri muhakkak duymuşsunuzdur. Bende dedemden kalma pul koleksiyonlarında adını öğrendiğim, şimdiki Tanzanya ile bu önemli liman şehrini kapsayan bu ülke 1895 yılında İngilizler tarafından işgal edilmiş. Mombasa ekvatorun biraz altında, güney yarımkürede bulunuyor. Böylelikle Endonezya’dan sonra ikinci kez yarım küreyi başka bir kıtada ziyaret etmiş oluyorum. Buranın iklimi tropik! Anlayacağınız mevsimler bizim bildiğimiz gibi değil, burada kış, yaz ve bahar ayları yok. Yukarıda da belirttiğim üzere iki mevsim var, yağışlı ve kuru. Kıyılarda havalar gerçekten yumuşak, gece gündüz arasında belirgin ısı farkları oluşmuyor. Akşam üzeri otele geldiğimizde sahildeki duvarları şiddetle döven dalgaları görünce bu denize nasıl gireceğimiz konusunda endişelenmiştik. Sabah deniz kenarına gidince karşımızda denizi göremeyince yaşadığımız şaşkınlık görülmeye değerdi. Hep iç denizlerin olduğu yerlerde yaşadığım için gelgitin ne olduğunu pek bilmemişim. Denizi 100 metre kadar uzakta gördüğümde gerçek gelgitin ne olduğunu öğrenmiş oldum. Muhakkak yaşanması gereken bir şey! İlk başta doğal hayatlarında benzersiz bir çok hayvanı görmek ve vahşi hayatlarını izlemek tartışılmaz bir ayrıcalık. Ayrıca yıllardır unutageldiğimiz gün doğumunu yaşamak ve dünyayı bu değişim anındaki güzelliği ve süprizleri ile fark etmek apayrı bir heyecan. Bu arada bir kaç yüz kilo ağırlığındaki kara kaplumbağlarının heybetini yakından görmek, bir zürafayı elinizle beslemek, şimdiye kadar üç beş kertenkeleyi bir arada görmemiş biri olarak, yüzlerce timsahı alt alta üst üste izlemek gerçekten çok cazip. Timsahlardan bahsetmişken belirtmeden geçemiyeceğim. Timsah etininin de tadına baktım. Balık ile tavuk arasında bir tadı var, ama kolay kolay çiğnenmiyor, pek önermem! Sonuç olarak Kenya benim için gerçekten bir ilkler ülkesi, eminim sizler içinde öyle olacak. Eralp Elli 30.11.2005 Riyadh, 19:00 www.eralpelli.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Eralp Elli, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |