En tatlı sevinçler, en hiddetli kederler sevgidedir. -Pearl Bailey |
|
||||||||||
|
Dün gece burada bir kavga oldu. Biz kavga ettik. Ben, Salih ve Ali. Üç koca adam. Çocuk gibi. Meyhaneye gelirken karşılaşacaklarımı kestirmeye çalışıyordum. Bunu yola çıkmadan önce düşünmem gerekiyordu aslında. Nasıl özür dilerim, söze nasıl başlamalı... Lafa tuttular işte, dalmışım. Fırıncıdan sabah sabah kurtulmam hiç mümkün olmaz. Mahallenin olanı biteni onun kulağında toplanır. Her zaman bana yetişecek dedisi kodusu vardır: Lamia Hanım'ın kızı boşanıyormuşmuş, yeni taşınan reklamcı çocukların geleni gideni pek bi fazlaymımış... Dükkanın kapısını açtım, içeride sessiz bir koku vardı. Boydan boya cam, demir iskeleti beyaz boyalı kapı gıcırtıyla açıldı. Kemikli, ortalığı süpürecekti; önlüğünü askıdan almış giymeye çalışıyordu. Seslendim: - Günaydın Bay Kemikli! - Günaydın. Günaydın beyim. Geçsene şöyle içeri. Kemikli önceki gece hiçbir şey olmamış gibi içeri buyur etti beni. Teklifini tekrarladı: - Geç otur şöyle, çay yapayım sana. Ocağı daha yakmadık. Çok sürmez. Halit! Ocağı yak oğlum. Ona Kemikli denmesi zayıflığındandır. Zayıf, sakin, aklı başında bir adam olarak bilir herkes. Bu dükkanı on iki - on üç senedir işletir Kemikli bu mahallede. Eskiden akvaryumcu Müfit'in yeriydi. O mevta olduktan sonra hiç kimse tutmaz sanmıştık. Balıklarıyla birlikte sessizliğe gömdü belledik dükkanı. Çok geçmeden Kemikli geldi, tuttu. Ufak bi meyhane açtı buraya. Az çeşit meze, taze meyve, taze çerez... İlk zamanlarından beridir de gelir gideriz, akşamdan akşama. Oğlu Halit ufaktı o zamanlar. Bu dükkanda büyüdü. Mahçup vaziyetteyken gömleğimin düğmeleriyle oynar dururum. Bu aklıma gelince, pantolonumun ceplerine attım ellerimi. Rahat görünmeye çalışıyordum. - Bay Kemikli, bak sana ne diyeceğim. - Dün gece mi? - Dün gece ya. Zararın neyse... - Aman beyim, zarar yok. Zarar sizde. Meyhane burası. Siz de müşterilerimsiniz. Sizleri burada ağırlıyorsam mesuliyetini de alırım. Dedim ya, zarar sizde... - Ya bir sürü tabak, çanak sandalye... Onlar n'olacak? Bak! Bizim çocuklar inatçıdırlar. İlk adımı atmayı pek sevmezler. Onlar gelmeyecektir diye tahmin ederim. Söyle, zararın nedir? - Bak beyim, o dediğinin lafı olmaz. Ama neden yaptınız bilmek isterim. Mahrem bir tarafı yoksa eğer... Halit bize seslenir gibi oldu: - Çayları getiriyorum baba! - Peki Bay Kemikli. Mahcup olduğumu bilmeni isterim. Dün geceyi dışarıda bitirsek iyi olacaktı. Hatta o kavgayı hiç etmesek... Ben şu bankaya uğrayayım. Sonra da birkaç işim var. Akşama görüşürüz. - Sağolasın beyim. Çayını içmedin amma... Gene beklerim. - İçmiş kadar oldum. İyi bakasın kendine. Kal sağlıcakla. Sanırım kaçtığımı pek de belli ettim. Anlatılmayacak şey değildi ya, canım çekmedi pek. Ne deseydim... "Mahrem değil de Bay Kemikli daha geniş bir vakitte konuşuruz bunu. Olmaz mı?" Evet, en azından böyle bir şey söylemeliydim. Bay Kemikli dediğime bakmayın. Yabancımız değildir. Masamızın havasını koklar ona göre ziyaret eder akşamdan akşama. Ortak olur sohbete. Bazen de yalnızca dinlemekle yetinir. Bir tek atıp kalkar masadan. Ama dükkan sahibiydi işte. Biz ise müşteriydik. Belli bir mesafe koymak zorundaydı aramıza. Üstelik, dün gece camı çereveyi indiren, kırıp döken de bizdik. Mahcuptum. Halden anlıyordu, gelmedi üzerime. Dükkandan çıkıp sahile doğru yürümeye başladım. Bu mevsimin sabahları yok mu, ayaklarımdan sürükler sahile doğru. Gençlerin "kız meselesi" dedikleri şey elli sene geride kalmış olmalıydı. En azından ben, Salih ve Ali için. Geçmişte kalan bir kızın hikayesi masaya geldi dün gece. Neden geldi; başka kızlar varken onların arasından neden Leylâ... Alımlı kız Leylâ, çalımlı kız Leylâ, vurulduğum kız Leylâ... Çok yeni, çok bize has şeyler değildi masada bahsi geçenler: Meğer üçümüz de onu sevmişiz; meğer o vakit benimle flört etmesi ikisine de pek dokunmuş. Aralarında Leylâ'yı en az hatırlayan da bendim. Neden bilmiyorum, ama onlara Leylâ'yı pek iyi hatırlamadığımı belli etmemeye çalışıyordum. Sohbetin dışında kalmak istemiyordum belki de. Sanki otuz senedir Leylâ'yı biriktirmiş gibiydiler ikisi de. Siyah saçları, bahar gelince giydiği tiril tiril, çeşit çeşit desenli mavili beyazlı elbiseleri, kapkara birer çizgi gibi gülen gözleri... İkisi de bir sürü şey hatırlıyorlardı. Onlar anlattıkça ben de hatırlar gibi oluyordum. Zihnimde küçük şimşekler çakıyordu her cümlede. Bir süre toparlayamadım. Keşke hiç toparlamasaymışım diyorum şimdi. Beni rahatsız eden bir şey vardı. Birden dilimin ucuna geldi, ben de tutamadım işte. Laf arasında, mahalleden taşınırken benim de onunla gelmemi çok istediğini, hiç de kaygılanmadan söyleyiverdim. Halbuki kız, ailesiyle şehrin dışına taşınıyordu ve benim de askere gitme vaktim pek yaklaşmıştı. Babam işlerini kısmen bana bırakmıştı. Ayrılamazdım şehirden, mahalleden bile. O zamanlar Leylâ'dan, tıpkı bizimkiler gibi, hoşlanmıştım. Ama Leylâ'nın benden hoşlanmış olabileceğine ihtimal vermemiş olacaklar ki... Bunun Ali ve Salih için ağır bir yenilgi demek olduğunu bilemedim. İkisi de çok bozuldular. Salih'in dikkati bir anda yerle bir oldu. Bunu her zamanki gibi gözlerini benim gözlerimden aniden kaçırmasıyla anlayıverdim. Ali konuyu değiştireyim derken daha da kızıştırdı. Bizimkiler giderek yükseltiyorlardı seslerini. Pek de ayık olmadıkları için de, mühim bir şey söylemedikleri halde kendi seslerine celalleniyorlardı. Muhabbetin tadı kaçtıkça küfür de edilir olmuştu. Ötesini de hatırlamıyorum. Silik birkaç an var hafızamda. Yerdeki sandalyeleri kaldırmaya çalışırken bir yumruk yemiştim çenemin ortasına. Sonra ise... Sonrasında pek bir şey olmadı. Sabah oldu, uyandım. Başım ağrıyordu. Leylâ'yı hatırlamaya çalışmak işime gelmedi. Evden çıktım, pastaneye gittim. Bir poğaça ile bir bardak çay aldım. Oradan da Kemikli'nin meyhanesine uğradım. Kahveye geçsem bizimkileri göreceğimi biliyorum. Gitmesem de arayacaklardır zaten. Onlar hep burada, yanımdaydılar. Şunun şurasında biraz kırıp dökmüştük. Bay Kemikli kırılanı döküleni temizler nasılsa. Ona ya bu akşam anlatırız ne olup bittiğini ya da yarınkine. Leylâ, kim bilir, nerededir. Olan biteni bir de bizimkilerden dinlemeli. Belki de bir şişeye koyup saklamalı bu Leylâ'yı. Kemikli eski plakları çalacak olursa bu akşam, hiçbirine gerek kalmaz herhalde. Üzgünüm Leylâ.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ahmet Gündoğan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |