Yalnızca hava, ışık ve arkadaşın varsa hiç üzülme. -Goethe |
|
||||||||||
|
Elimize bir İran haritası alıyoruz..Hatta bütün devirlerdeki İran sınırlarını gösteren bir haritayı alıyoruz elimize.Ve görüyoruz ki, Konya hiçbir zaman İran’a âit olmamış..Fakat Selçuklu ve Osmanlı devletleri döneminde oldukça itibarlı bir şehir bu Konya.Mevlânâ da bu itibarlı şehirde hem de bir Türk devletinde yaşamaktan oldukça mutlu..Bu mutluluk onun en güzel eserini bu şehirde vermesinden anlaşılmıyor mu? İranlı dostlarımız elbette böyle yüce bir insanı paylaşmak istemeyeceklerdir ama gerçekler de ortadadır.Mevlânâ’yı Mevlâna yapan eserler Türkiye’de yazılmıştır..Hatta Mevlâna’nın fikirleri, Mevlevilik adı altında, ne İran’da ne de başka bir yerde sadece Türkiye’de sistemleşmiştir.İran’da Mevlevilik adı altında bir oluşum bile yoktur.Böyle bir hareket oluşmuşsa da Osmanlı’dan buraya gitmiştir.Başka da yol yoktur.. 13.yy’da İran denilen bölge zaten Türklerin denetimi altındayken nasıl oluyor da Buhara taraflarından Anadolu’ya göçen Mevlâna İranlı oluyor?Harzemşahlılar öncesinde de Selçuklular yüzlerce yıl İran’da hükmetmişlerdi.Bu dönemde İran’da tamamen Türk kültürü hâkimdi.Hatta 1400’lü yıllarda İran’da hâkimiyeti ele geçiren hânedan Safeviler de Türk’tüler.Demek ki Mevlânâ bir Türk toprağından başka bir Türk toprağına göç etmiş bir Müslüman Türk’tür.Efes milattan önce bilmem kaçlı yıllarda Rumlara aitti diye şimdi o bölgede yetişen âlimlere de Rum mu diyeceğiz?Ya da Batı Trakya’dan, Bulgaristan’dan ülkemize göçen soydaşlarımız olan Müslüman Türkler, bu bölgelerde yaşıyorlar diye Türklükten çıkmış mı oluyorlar?O halde ülkemize göçen Türkleri biz Bulgar ya da Yunan mı kabul edeceğiz?Görüldüğü gibi bu tez akıldan, mantıktan ve bilimsel gerçeklerden uzak bir tezdir.Bu akıl dışı iddialara da akıllı insanları kimse inandıramaz. Bugün bile İran’ın neredeyse %50’si Türk’tür…İranlıların çoğunun da Türklerle akrabalığı vardır.Günümüzde bile İran’ı yöneten devlet adamlarının içinde Türk kökenlilerin olduğunu duyuyoruz, biliyoruz..İranlılar önce eteklerindeki taşları dökmeliler.İran Türkleri ne alemdedir?Dillerini, kültürlerini özgürce yaşayabiliyorlar mı?Önce bunun cevabı verilmelidir. Mevlânâ’nın Mesnevi adlı abidevi yapıtını Farsça olarak yazması onu ne derece Farisi yapar bunu da ortaya koyalım.Bildiğimiz gibi Selçuklular döneminde dahi Farsça, resmi dil olarak kabul edilmişti.İran’ı yöneten, Orta Doğu’nun (Yakın Doğu’nun) dört bir tarafında Medreseler açan Selçuklu çeşitli sebeplerle Farsça’yı resmi dil yapmıştı.Herhalde böyle bir dönemde Selçuklu tebaası âlimin Farsça bir eser yazmasını yadırgamak imkansızdır.Bugünün bilim adamlarının bilim dergilerinde İngilizce makaleler yazması gibi bir ihtiyaçtı o zamanda Farsça ya da Arapça eser vermek.Böylelikle eser çok kısa sürede tüm Müslüman dünyaya yayılabilecek, kabul görebilecekti.İranlıların bu mantığıyla meseleye bakarsak pek çok İranlı din bilgini de, ilim adamı da o halde Arap’tı..Evet yanlış duymadınız Arap’tı.. Bakın İranlıların dini kitaplarına ve eski dönemlerde yazılan ilim kitaplarına..Arapça eserlerle karşılaşacaksınız..O halde beyler, kendinize gelin..Kendi ilim adamlarınızı da kaybediyorsunuz yoksa..Çünkü Araplar da, İranlı bilim adamları Arapça eser verdikleri için Arap’tırlar, onların eserleri de, şöhretleri de, üstünlükleri de bizim malımızdır diyebilirler..Demek ki bu mantık oldukça yanlış ve eksik bir mantık.Milliyetçi duygularla ortaya atılan, tarihi ve ilmi gerçeklere dayanmayan hissi bir yaklaşımdır bu. Tarihi kaynaklar Mevlâna’nın Türkçe’yi ana dil olarak konuştuğunu gösteriyor..Hatta o Mesnevi’de yer yer Türkçe-Farsça karışık mülemma beyitlere de yer vermiş.Bunlar da onun Türkçe’yi çok iyi bildiğinin yazılı delilleri.Bir kere şunu düşünelim.Bir insan ne ise çocuklarını da öyle yetiştirir değil mi?O insanın meyveleri bir yerde evlatlarıdır.Babasını çok seven Sultan Veled’e bir bakın.O babasının izinden gitmiş bir Müslüman Türk gibi yaşamıştır.Babasının vefatının ardından Hz.Mevlâna’nın pek çok şiirini Türkçe’ye çevirmiştir.Mevlevilik Tarikatını Türk adet ve görenekleriyle de süsleyerek geliştirmiştir.Hem Mevlâna hem de Sultan Veled hakkında kesin olan bir şey vardı ki onlar Şii değillerdi..Zaten Şii olan insanların o dönemde Ehl-i Sünnet memleketinde zorluk çekecekleri belli idi.Hem Mevlâna’nın öğretilerinde de Şiiliğin izine rastlanmaz..O tamamen ehl-i Sünnet itikadına uygun öğretiler geliştirmiştir.Bu durumda da günümüz İran’ı herhalde Sünni bir Mevlâna’nın Sünnice fikirlerine de bağlanmak zorunda eğer onu hakkıyla sahipleniyorlarsa. Mevlevilik hareketinin gelişmesi de meselemiz açısından oldukça ilginçtir.Anadolu’da oluşan Mevlevilik ancak Osmanlı yoluyla diğer ülkelere ulaşmıştı.İran’da böyle bir oluşumun olmadığı bilinen bir gerçek.Mevlevi tekkeleri çok kısa sürede tüm Anadolu’ya ilmek ilmek yayılmıştı adeta.Bu yönüyle de Mevlâna ve Mevlevilik Anadolu’nun malı hem de öz malı olmuştu artık.Bu birlikteliği söküp atacak hiçbir güç bulunamazdı.Mevlânâ İran’da belki akademik düzeyde önemsenebilir ama o Türkiye’de artık çobanından Padişah’ına kadar herkesin gönlüne daha 13.- 14.yy’larda girmiş ve çıkmamak üzere yerleşmişti.Bu yönüyle bu milletin kendisinin olan Mevlâna’yı kimseyle paylaşmaya zerre kadar tahammülü yoktur olamaz da. Dikkat çekici bir diğer nokta da Mevlevilerin devamlı Osmanlı Devletinin yanında olarak sergiledikleri tutumdur.Kurtuluş Savaşında bile Mevlevi tekkelerinin kahramanca düşmana karşı durdukları bilinen bir gerçek..Mevlâna, İranlı ya da İran sevdalısı olsaydı herhalde onun takipçileri de İran taraftarı olurlardı.O tamamiyle bu milletin ve de o milletin devleti olan Seçuklu Devletinin samimi bir taraftarı olmuştur. Fihi Mafih adlı eseri de onun Selçuklu beyleriyle ve Türk ahaliyle olan ilişkisini açıkça ortaya koyuyor.Bu eserdeki Arapça bölümler de Mevlâna’nın neden Türkçe’yi değil Farsça’yı kullandığını açıklamaya yetiyor.Onun ana dili Arapça da olmadığına göre o, o dönemde İlim ve Edebiyat dili olarak kabul edilen Arapça ve Farsça’yı eserlerinde kullanmış.Hatta Osmanlı Pâdişahları bile Farsça şiirler yazmışlardır.Ama onların İranlı ya da İran sevdalısı olduğunu düşmanları bile iddia edemez. Günümüzde bile Pakistan, Özbekistan gibi yerlerde medreselerde Farsça da öğretilmektedir.Bu devletler İran’ın hükümranlığı altında değillerdir ama İslam medeniyetinin genelinde olduğu gibi Farsça’ya ehemmiyet vermişlerdir.Bu onların İranlı ya da İran taraftarı olduklarını asla göstermez.Osmanlı İranla en kanlı savaşları yaptığı sıralarda bile Farsça Osmanlı’da muteber bir dildi.Demek ki Farsça’nın kullanılmasının İranlılıkla ya da İran sevgisiyle hiçbir alakası yoktur. Müslüman milletlerin günümüzde içine düştüğü durum göz önüne alındığında İran’ın bu zamansız Mevlâna sahiplenmesinin ona hiçbir yararı yoktur.Onun komşu bir devletin ve o devletin halkının değerlerini, kutsallarını yok sayması, onları sahiplenmesi ancak İsrâil ve Amerika’nın ekmeğine yağ sürecektir.Türkiye’yi İran’a karşı yanlarına çekmeye çalışan bu güçler, Mevlânâ’nın Türk mü, İranlı mı olduğu konusundaki ilmi tartışmayı alevlendirerek iki dost milleti birbirine küstürmeye çalışabilirler.Hatta İran’daki Türkler de bu tartışmaya alet edilerek İran içten çökertilmek istenebilir.Bu durumda İran, tarihi gerçekleri kabul etmekten başka bir seçeneğe sahip değildir.O en azından bu zorlu döneminde, Türkiye’yi kendine sürekli bir müttefik yapabilmek için bunu yapmalıdır. Mevlânâ’nın Müslüman bir Türk âlim olduğu bilimsel verilerle de ortaya konduğuna göre bizim bütün gücümüzle, bu gerçeği her yerde haykırmamız gerekiyor. Dünya insanlarına düşense Türkiye’nin bağrında bir güneş gibi doğan Mevlânâ’nın nereli olduğunu araştırmak, sorgulamaktan öte, onun aydınlık fikirlerinden kana kana içmek olmalıdır. İnsanlığın kurtuluşu için sadece bir ışık görünüyor. O da; Türkiye’de doğan Mevlânâ güneşi…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |