..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Bir kitabın kaderi okuyanın zekasına bağlıdır." -Latin Atasözü
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Anı > Cengiz Özder




19 Nisan 2002
İspanya Yolu  
Keyifli bir yolculuk!

Cengiz Özder


Bu yolculuklar,öyle gezi turları alınan türden değildir!


:CJCB:

İSPANYA’YA YOLCULUK


Kiralık bir araba içinde, dört arkadaş, Toulose’dan Pamplona’ya doğru; San Fermin Festivalini izlemek üzere, daha gün ağarmadan yola koyulduk.
İçimizde, sabahları erkenden bilinmeyene doğru çıkılan o yolculukların, çocuklukta olduğu gibi kalp çarpıntısı veren heyecanı vardı.
Erken saatte,yabancısı olduğumuz sokaklarda, çılgın ve tehlikeli bir süratle seyreden bir trafikle karşılaşmıştık. Anlaşılan bazı Toulouse’luların, denize yetişmek için aceleleri olmalıydı...
Mevsim, Temmuz başları idi. Şehrin varoşlarına ulaştığımızda,bahçelerde kiraz meyveleri siyah siyah seçilecek kadar hava aydınlanmaya yüz tutmuştu.
Anayola çıktık; fabrikaları, mobilyacıları,süpermarketleri, sayısız reklam panosunu arkada bıraktıktan sonra, sarı-siyah ayçiçek tarlalarının ötelerinde, koyu ormanla kaplı alçak tepelerin eteklerine doğru uzakta köyler gördük. Gözlerimiz tarihi şato siluyetleri aradı boşuna.
Bir saat kadar sonra, yavaşça sis bastı. İlerledikçe yoğunlaştı. Sanki tekrar gece olmuştu. Karşı yönden gelen araçlar sarı sis ışıkları ile birdenbire karşınıza çıkıveriyordu. Bu nedenle hızımızı iyice düşürdük. Kiralık aracın torpido gözünden çıkan bir harita fotokopisi sadece Toulouse çevresini gösteriyor, gittiğimiz yönde St.Gaudens’den ötesini içermiyordu. Uzun süre hiçbir kasaba ve şehre uğramadan devam edip gitti yol.Sis içinde ve haritasızdık; kaybolmuşluk duygusu sardı hepimizi.
Sonra hayal meyal bir enformasyon yazısı gördük. Geri dönüp dev köknarların karanlığı altında iyice geceye dönmüş bir yerde, zaman duygumuzu kaybetmiş olarak; içinde sarı,çıplak bir ampul yanan bir çadıra girdik.İçerideki genç kadına Pamplona’ ya gittiğimizi söyledim.Bana Fransızca yol planı çizdi ama sadece Pau’dan geçeceğimizi anladım.
Neyse ki, bize iyi bir harita vermişti.Grup olarak çadırın dışında büyük haritanın önünde kaba hatları ile bir yol planı yaptık.Havada rutubetli bir baldıran kokusu vardı.
Tarbes’den sisler içinde geçtik.Pau’da kaybolduk.
Dönüp dolaşıp tekrar şehir merkezine geliyorduk. Durduk birilerini bekledik tatil sabahı tenhalığında.Yaşlı bir çift yaklaştı.
<-Orthez?> Diye seslendim.
Erkek uzun bir yol tarifine girişti,bir şey anlamadık.
<-Excuse moi,parle vu Anglais?>diye sordum.Anlaşılan bilmiyorlarmış, bu kez kadın benzer bir tarife başladı.Ahmet lise çağlarından kalma Fransızcasıyla ,
< A gouche> sözcüğünü yakaladı.
Sola doğru devam ettik.Dört çift göz bu kez ‘autres direction’ tabelasını kaçırmadık,tekrar yola düzüldük.
Yollar artık iyice tenhalaşmıştı.Sis devam ediyordu,tren yolu ve petrol çıkaran at başı kuyularının yanından geçtik.Salies de Bearn diye bir köyde durduk.
Sigara ve sandviç aldık bir bardan.Sokaklarda kimseler yoktu.Bütün Güney Fransa uykuda mıydı ne? Halbuki saatler önce neredeyse bütün Toulouse çılgın gibi ayaktaydı!
Pirene’lere tırmandık,sınır köyü St.-Jean Pied de Port’ta durduk.Köprünün öte tarafı İspanya idi.Sınır belirgin değildi, bir çocuk bisikletiyle geldi geçti.
O da bir şey mi,derken baktık ki diğer araçlar hiç durmaksızın geçip gidiyorlar.
Biz bu serbestliğe alışmamışız ki, belki de gereksiz yere gidip pasaportlarımızı pelerinli,karabinalı İspanyol sınır muhafızlarına teslim ettik.
Pasaportlar içeri gitti gelmez.!
Dört tane erkek!. Kaçak mıdır, kaçakçı mıdır nedir? Yoksa bizi merkeze mi soruyorlardı?
Güzel bir dağ köyü idi.Sislerin içinde kilisesi görünüyordu.Sınırı oluşturan ırmağın üzerindeki köprüden aşağı doğru seyrettim akan ırmağı.Hemingway bu derede alabalık avlamış mı idi acaba?
Sonra bir görevli geldi, arabanın sigortasını sordu, etrafında dolandı.Bizleri, resimlerimizle karşılaştırdı.Hiç de kaba sayılmazdı.

İspanya tarafına girince benzin aldık arabaya.Yine Frank’la ödeme yaparak sınırın öte yanında alabileceğimizden daha çok benzin koyduk arabaya.Eh,biz Türk’ler her yerde iyi hesap yapmak durumundayızdır zaten!.
Şimdi direksiyona Murat geçmişti; ormanlık, virajlı yoldan tırmanmaya devam ettik.Sis göz gözü görmez şekilde yoğunlaşmıştı,yolun uçuruma bakan tarafı bile belirsizdi. Hepimiz bütün dikkatimizi yola vermiş,hiç konuşmuyorduk. Roscenvalles tabelasını gördüm.
Hemingway, ‘Güneş de Doğar’ adlı kitabında bu kasabada soğuk bir handa şarap içmiş ve konaklamıştı.Belki ünlü yazarın yolunu takip etmek çok hoş ve anlamlı olabilirdi ama, tatilimiz kısa olduğu için ve yarın sabah Pamplona’da olmamız gerektiğinden, burada oyalanamayacaktık.
Sis incelmeye başlarken,sarı bir aydınlık içinde bir kilise gördük.Birkaç yüz metre aşağıda ise sisten çıktık.Pırıl pırıl bir güneş bizi karşıladı.Yeşil bir orman denizi içinde, kamp çadırları vardı.Herkesin neşesi yerine geldi.
Haritada gösterilmemiş,isimsiz bir dağ köyünden geçtik,baharda bir genç kız kadar taze.
Avusturya veya İsviçre dağ evleri mimarisinde,iki katlı,beyaz badanalı,kırmızı panjurlu evler vardı.Pencerelerde rengarenk sardunya ve petunya çiçekleri.
Köy meydanında taş bir havuzun içinde bronzdan bir heykelcik su döküyordu.Penceredeki bir kadınla konuşmakta olan bir adam, biz geçerken konuşmasını kesip; Anadolu köylülerinin yaptığı gibi,dikkatle bize baktı.Kısa,tıknaz, yumuk yanakları şaraptan kıpkırmızı idi.
Yol,döne döne inmeye başlamıştı.Geldiğimiz yerlerde, yukarılarda ormanların pamuk gibi bulutların içinde kalmış olduğunu görebiliyorduk. Yüksek dağları arkada bırakıp,kilometre levhaları Pamplona’ya yaklaştığımızı belli ettikçe; tabiatın yeşil tonunun sarıya doğru dönüştüğünü, Güney Marmara’yı andırmaya başladığını görülüyordu.

Pamplona girişinde durduk. Bir seyir platformundan aşağıya, ovaya; surlar içindeki şehir merkezine doğru baktık.Tarihi yapısını kaybetmemişti. Toledo’yu andıran,bir Ortaçağ şehri panoraması vardı.
Ana cadde doğrudan şehrin merkezine indi.
Hemen şehri keşfetmeye koyulduk.Arenanın duvarları boydan boya boğa güreşi afişleri ile kaplanmıştı.Gişelerin önünde uyku tulumlarını yaymış, sıra oluşturmuş güreş tutkunları vardı.Koşu yolu barikatları hazır görülüyordu.Sokaklar şaşılacak şekilde tenha idi.Şarap lokantaları boştu.
Davul gürültülerine doğru yöneldik.Sarhoş ve saldırgan bir grup, yoldan geçen kadınları taciz edercesine ürkütüyordu.İçerilere girdikçe kalabalık oluşmaya başladı.Sonunda kare biçimli iç meydana ulaştık.
Meğerse,bütün şehir halkı bu meydanda toplanmış olmalıydı.
Hınca hınç insan doluydu,beyazlı kırmızılı.Erkekler beyaz pantolon,beyaz gömlek giymiş, boyunlarına kırmızı fular,bellerine yine kırmızı kuşak sarmışlardı.
<-Haydi biz de İspanyollara benzeyelim> dedi Ali.
-İspanyol değil,Bask> diye düzeltti Ahmet.
Varsın elbisemiz beyaz olmasın, hepimiz fular bağladık, sarhoş kalabalığın aktığı yönde ağır ağır ilerledik.Herkes yüksek sesle birbirine sesleniyordu,acayip bir kaynaşma vardı!.Maskeli insanlar yolu kesmişler,geleni geçeni köpüklü şarapla ıslatıyorlardı, kadınlar çığlık çığlığaydı!.Meydanda bir bando bangır bangır San Fermin şarkıları çalıyordu. . Balkonlar ve pencerelerden sarkan insanlar, konfetiler atıyorlardı aşağı.
Herkes hep bir ağızdan rav-rav nakaratıyla yerel türküler söyleyip dans etmeye başladı.Marşa benzeyen güzel bir ezgi, biteviye tekrar ediliyordu.
Kısa sürede sizin de beyniniz uyuşuyor; sizde içmeden sarhoş olup, yabancı olduğunuzu unutarak, onlarla birlikte her iki yana sallanarak dans etmeye,zıplamaya başlıyordunuz.Bilmediğiniz bir dilde, en azından nakaratları tekrarlayarak şarkılar söylemeye başlıyordunuz!.Kalabalığın ortasında yer yer görünen korkutucu dev maskeler,
altın yaldızlı renkli kuklalar, dansın ahengiyle uyumsuz, zıplayıp sallanıyorlardı.

Balkonlardan birisine; belediye başkanı mıdır nedir,önemli bir kişi çıktı.Bizdeki önemli adamların aksine, hiç uzatmadan,’San Fermin Festivalini açıyorum’ dedi ve zaten fiilen açılmış festivali başlattı. Çığlıklar,sonra yine boğazları yırtarcasına söylenen türküler.Hareketlenen yöne doğru kendimizi akışa bıraktık.Kapılarda plastik bardaklarda şarap ikram ettiler.
Sokaktakiler gibi balkonlardaki insanlar da dans ediyordu.Dev kuklalar özellikle balkonlarda güzel kadın varsa o yöne doğru yatıyordu.Balkonunda dans edip,bize çiçek atan yaşlı bir ninenin dansına karşılık verdik, herkes herkesle dosttu.

Vakit akşama gelirken,gece nerede konaklayacağımız sorunu aklımıza geldi.Ana caddede gördüğümüz büyük otele doğru yöneldik.Ahmet’le içeri girdik, saf saf yer sorduk.Resepsiyonistin canı dalga geçmek istiyordu herhalde.
diye sordu.Biz
deyince ilgisiz tonda
< Yerimiz yok> dedi. Ahmet içerledi:
<- Bırakın beni şu kadına haddini bildireyim!Baştan bunu neden söylemiyor?>diye tepki gösterdi.
Otelin lobisi insan kaynıyordu,yerler çılgın bir parti sonrası gibi kağıt kaplı idi..
Dışarı çıktık durum değerlendirmesi yaptık,sonra Pesetamız olmadığını hatırlayıp,geri döndük.
Az önce içerlediğimiz kadına Frank verip,Peseta aldık.
Dışarıda Ali’nin yanında bir adam vardı.
diye sordu.
dedim.
Ahmet bıçkınca atıldı;
diye, takıldı Ali’ye.

Bir otele daha yer sorduktan sonra şehirde yer bulamayacağımızı anladığımızdan,okyanus yönünde anayol üzerinde yer sora sora hareket ettik.Yaklaşık 40 km. uzakta İrarzun’ da, eski bir şatoyu andıran enfes bir otel bulduk.
Otelin sadece dışı değil,içi de kesme taştan örülmüştü.Yürüdükçe, ahşap zemin gıcır gıcır ötüyordu.Duvarlarda orijinal yağlıboya tablolar vardı.Her tarafta çürüyen tahtanın oluşturduğu küf kokusu alıyordunuz.
Murat ve Ahmet bornozlara sarınmışlar kapımı çaldılar.
dediler.
<İyi,sizi bulurum> dedim.
Dışarıda güneş ufka değmişti.Rakım yüksek olduğundan hava serinceydi.
Otelin arkasındaki havuzun suyu, dışarıdan daha ılıktı.Çevrede geniş mekanlarda,tenis kortları vardı.
Liseli öğrenciler gibi neşeli ve gürültücü bir şekilde yüzdük,şakalaştık.Sesimizi duyup,elinde içki bardağı ile gelmiş olan Ali’ye su atarak şakalaştık.Akşam karanlığı ile birlikte, tepelerden doğru süratle sis indi.Üşüyerek odalara koşturduk.Giyinip aşağı indim,barda bir içki aldım.
Otel sahiplerinden yaşlı bir kadınla,İngilizce-Fransızca-İspanyolca karışımı bir lisanla, sohbet ettim.Daha doğrusu ben İngilizce,o karma lisanla konuştu.
Arkadaşlarım geldi,herkes kurt gibi acıkmıştı.Yemek servisi 8 de başlayacaktı, zor dayandık.
Yemekte,yöresel kıyafetli,pembe yanaklı,sevimli köylü kızları servis yapıyorlardı.Murat her geldiklerinde kızları konuşturmak için elinden geleni yaptı.Su,yöre lisanlarında nasıl telaffuz edilir öğretmeye çalıştı garson kız samimiyetle,
<-Aqua, au, ava.>Tek tek hepimize söyletti.
Şaraplar plastik kapaklı şişelerde geldi. Murat bu kaliteye razı değildi; mantar tapalısını getirmesi için ısrar etti, ucuz şarap yerine .Dil bilmiyordu, ben yardımcı olmaya çalıştım.
<-Cork?Bottle plug?> İngilizce anlamıyorlardı.İşaret dili de işe yaramadı.
<-Mushroom,champillion?>Yok! İyice karıştırmıştık!.
<-Mantaros,mantaros?> diye,ısrarla kızı sıkıştırıyordu Murat; niçin anlatamadığına hayret ederekten!.Eh patron bunu uygun gördüyse kızcağız ne yapsın?Türkçe kelimelere ‘s ‘ sesi ekleyerek İspanyolca meram anlatma çabasına;
sonunda,garson kız dahil hepimiz kahkahadan kırıldık.Çorba,omlet ve etli milföy böreği yedik.Aynı bizim ev yemeklerimiz gibiydi.Hoşgörülü bir dindar olan Ahmet hariç, üçümüz iki şişe şarap bitirdik.
Yemek sonrasında yorgunluk ve şarap etkisiyle kendimi yatağa atar atmaz uyumuşum.

Sabah 4:30 da otelden ayrılıp,geriye Pamplona’ya döndük.Uzun süre arabayı park edecek bir yer aradık,bu arada gün aydınlandı.
Boğaların serbest bırakılıp sokaklarda koşturulacağı güzergah boyunca koruganların arkasında, iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık vardı.Yer yok,tahtaların altından içeriye sızdık, boğalarla koşacakmış gibi.
dedim.
dedi Murat.
Ahmet:
dedi gülerek.
Şarkı söyleyen insanlarla birlikte ağır ağır arena yönünde ilerledik.Kibar ve planlı türden insanlar; daha aylar öncesinden, yukarı balkonlardaki seyirlik yerlerini ayarlamış olmalıydılar.
Gerçek boğa koşucularının ellerinde gazete ruloları vardı.Endişeli bir tabiatı olan Ali boğaların aniden gelmesinden korkuyor,ara sıra gibisinden telaş yapıyordu. Gökyüzünde, har har diye ses çıkaran sıcak hava balonları arena üzerinde tutunma gayretindeydiler.
Saat yedi ye doğru gerilim en üst noktasına çıktı,şarkılar kesildi.
Polisler arenaya girmek için sabırsızlanan en öndeki sarhoş sırayı coplayıp,hizaya soktu. Bunların baskısıyla kalasların üzerinde oturanlar arkaya yuvarlandılar,içerdekiler onların üzerine döküldüler. Bizler tam zamanında kalasların arkasına geçtik.
Maceranın gereği yoktu,bu olayı daha önce izlememiştik,nasıl olacağını bilmiyorduk.
Ahmet heyecandan, Liverpool-Liverpool diye tezahürat yapan bir grup İngiliz’in yanında yer açtı bana.
Bir top sesi duyuldu,kafalar sokağın boğaların koşup geleceği yönüne doğru çevrildi.Daha boğalar gözükmeden, ön sıra polis barikatını itip arenaya doğru koştu.Sonra boğalar sökün etti.Süratle, aralarında insanlarla birlikte koşuyorlardı. Bu hıza dayanamayıp kapı aralarına sığınan insanlar için durmuyorlardı,insanlarla bir meseleleri yoktu anlayacağınız..
Koşanlardan bir genç yere düştü,kafasını kollarının arasına aldı.öylece yattı,arkadan gelen boğalar üstüne basmadan geçti ama önce koşuculardan bazıları üzerine bastı,sonra gelenler düşüp üzerine yığıldı.
Süratle koşan boğa ve insan kalabalığı, arena kapısından içeri girip kayboldu.Kapılar kapandı.Her şey kısa bir süre içinde olup bitmişti; birkaç dakika, birkaç saniye?

Kalabalık dağıldı,bizim grup birbirimizi kaybettik.
Bir saat sonra, otomobilin başına en son Ali dönmüştü.
<-Cankurtaranların oradaydım,üç tane yaralı götürdüler.Birisinin hali berbattı,boynuz yemiş!> diye anlattı heyecanla.


Biz Pamplona’ dan ayrılırken; boğa güreşinin olduğu arenayı doldurmuş olan, heyecanları ta uzaklara ulaşan uğultudan belli olan güreş severler haricinde; şehir yorgundu,insanlar evlerine uykuya gidiyorlardı.
Şehrin varoşlarında, köylerine dönmek üzere otostop yapan kızlar gördük,el salladılar.
O anda hepimiz içinden, arabada yer olmadığı için diğerlerinin varlığından nefret etmişti eminim...
Mart 2001






Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kuala Lumpur Yolu
Kuzeyde Sonbahar
İstanbul-Bodrum
Atlantik sahili, Fransa

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sevgi Öyküsü

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Haiku [Şiir]
Manifesto [Deneme]
Memorabilia [Deneme]
Anneler Biraz da Kendinizi Düşünün! [Eleştiri]
Denize sırtını dönmüş bir millet [Eleştiri]
Yurt Dışına Çıkışta Haraç! [Eleştiri]
Avrupa Topluluğunun getirileri üzerine yeni bir görüş [Eleştiri]
Hükümet Etmenin Dayanılmaz Ağırlığı [Eleştiri]
Şirket Üstyönetimine İyi İnsanlar Seçin! [İnceleme]
Kuantum Felsefesi [Bilimsel]


Cengiz Özder kimdir?

Gördüklerini,yaşadıklarını başkaları ile paylaşmak için kalemi eline aldı. Özellikle ayrıntıların içinde gizli salt gerçeğe dikkat çaekmek istiyor!

Etkilendiği Yazarlar:
Remarque,Hemingway


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Cengiz Özder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.