Bulanmadan ve donmadan akmak ne hoştur. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Savaş tamtamlarının ayyuka çıktığı bu günlerde hafıza-i beşer nisyandan ibarettir derler ya, bizde bu kaide den yola çıkarak Ortadoğu sorunlarının menşei'ne ışık tutacak kısa tarihi bir gezintiye çıkalım. Takvimler 15.06.1969'u gösterirken "Bir Filistin halkı yoktur... Bizler gelipte onları kapıya koyduğumuz ve ülkelerini ellerinden aldığımız için değil. Onlar Mevcut değillerdir." Diye bir ses nara atıyordu Ortadoğuda. Bu sesin sahibi dünya siyasetçilerine yabancı biri değildi. Kim olabilirdi acaba? Başbakanlığının ilk aylarında İsrail'li Golda Meir. Evet bugünkü Siyonist Yahudilerini aratmayan geçmişteki Siyonistlerin elebaşlarından olan Golda Meir böyle diyordu. Böyle diyordu, çünkü inancı böyle öğretmişti. "Bir Filistin halkı yoktur...! Siyonizm için. Bu tür sözler ne bir ilk, nede bir son olacaktı. Peki Müslümanların onlara karşılık olarak öyle ise; ''Bizde bir Yahudi halkının varlığını kabul etmiyoruz'' deme hakkını doğururmuydu? Cevap Tabi ki hayır. Ne Siyonist Yahudilerin bir Filistin halkı yoktur demeleri ile Filistin Halkı yok sayılır. Ne de bir başkasının, "Bir Yahudi halkı yoktur" demeleri ile Yahudi milleti yok olur. Ancak, Golda hanım sözlerini eyleme dönüştürerek, Filistin halkını yokluğa (soykırım) doğru sürüklemeyi de ihmal etmeden sözünü doğrulamak istiyordu! Ama aynı süreçle paralel gelişen ve " Sömürge'' dönem ve düzeninin "Remiz"lerini "deşifre" eden ''Devrimci İslam'' (ki beraberinde bilgi ve algı gelişimi devrimini de yeşertti) yeryüzü'nün her köşe-bucağındaki müslüman fert ve halkları bu hareketin (parçadan bütüne) parçası yapma sorumluluğunu da beraberinde getirdi. Bu nedenledir ki, Batı Medeniyetinin sömürge çatısının ''direk''leri kırılmıştır. Bu direklerin önemlilerinden olan "Bilginin Babası" (eba ilm) olma ünvanını karşıya kaptırmanın vermiş olduğu ezikliktir. Özellikle İsrail ve onun hamiliğini üstlenen ABD ile Batının hırçınlığına sebebiyet veren bir diğer etken, İslamın Nezih evlatları işgal edilen Filistin ve diğer bölgeler için savunma hattı geliştirirken, "bilgi"nin "güç" olduğunu kabul ederek, sadece bilginin kendisi bir güç olmanın ötesinde ''doğru bilginin gücü'' tarihin ''dayatmacı kıstas'' larını değiştireceğini de bilerek doğru bilgi ile yola koyuldular. ''Geçici yenilgi''yi tatmak, zilleti kabul etmek ve aşağılanmaya razı olmak demek değildi! Belki metanet ve feraset ile birlikte ''yeniden yapılanma''nın, yeniden kendisi olmak gerektiğine çağrışımdı. Geçici olan bu yenilgi, belki de tecrübe için gerekli olan bir yenilgiydi! İnşikak edilmiş bir coğrafyanın mazlum çocuklarının olanca feryatlarına rağmen, ya ılımlı (seküler) İslamı benimseyecek, ya da topyekün yok olmanın eşiğine getirilmiş bir hal-i pür melal ki; Mahmut Abbas ve mahiyetindeki çetelerle Mazlum ve savunmasız Filistin halkına dayatılan yönetimde bunun en açık örneğini oluşturmaktadır. Moşe Dayan'ın 10 ağustos 1967 deki Jerusalem Post'taki demeci de şöyle idi. "Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi'ne bakın. Orada hiçbir toprak sınırı zikredilmiyor. Bizler devletin sınırlarını tesbit etmek mecburiyetinde değiliz." Bu sözlerin açılımı nasıl okunmalıydı? Arz-ı Mev'uda ulaşıncaya kadar ne bir barış isteği, ne de böylesi bir yaklaşıma sıcak bakmak. Olası bazı çıkışlar da sadece ve sadece Siyonizm için gerekli olan bir araçtan öte bir anlam taşımamalıydı . Nitekim Yaser Arafat'la sözüm ona başlatılan Barış müzakkerelerinde en olunmadık sıradan olaylarla İsrailli Siyonistler tarafından kesintiye uğratılmasının apaçık bir göstergesi oluyordu. Ne ilginçtir Israil devletinin anayasası olmadığı gibi, şu an itibarı ile sınırlarını belirleyen bir kanunları da yok!? Moşe Dayan kendisine ait bir ütopyadan söz etmiyordu. Nitekim; "Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim" Tekvin.15/8 vaadi Dayan'ın mukaddes! İnancının İlahi emrilerinden bir emir değilmi ydi? Dayan Bir Yahudi idi. Ve gayet tabiidir ki, inancının esaslarına hizmet etmekle mükellefti. Müslümanlar ve diğer ezilenler BOP'un ilham kaynağını Yahudiliğin muharref kaynaklarında aramalıydı!... Peki 1978'de ABD Başkanı Jimmy Carter öncülüğünde, Washington'da Zamanın Mısır Devlet Başkanı olan Enver Sedat ve dönemin İsrail Başbakanı olan Menahem Begin ile imzalanan barış anlaşmasına ne denmeliydi ? Öyle ya buraya kadar anlatılanlar ile nasıl bağdaşabilirdi? Menahem Begin'in, İsrail devletinin gücünün zirvesinde olduğu bir dönemde, ezik ve dağınık olan Araplarla barış anlaşması yapmayı aklının ucuna dahi getirmeyecek kadar dinine bağlı, ve bir o kadar da Siyonist bir siyasetçi idi. (politika değil siyaset) Barış anlaşması imzaladı. Begin'in imzaladığı gerçekte barış anlaşması değildi, Enver Sedatlı Mısırın şahsında İsrail devletinin meşruiyetini Araplara kabul ettirmekti. Nitekim sonraki dönemlerden günümüze dek uzanan İsrail işgali bunun apaçık delili olacaktı. Bir efsanenin sonuna doğru geliniyor gibi. Adeta İsrailin istediği savaş "Armagedon"a doğru. Özellikle Siyonist İsrailin ve Evanjelist Hırıstiyanların Akide ve siyasi hedef olarak kabul ettikleri Armagedon (Melhame-i Kubra) savaşı. Bu savaşın bir an önce tezahhur etmesine hummalı bir şekilde çalışmakta işin diğer yönü. Esasında S.P. Huntington'un ''Medeniyetler Çatışması'' tezi pek de yabana atılacak türden değil. Plan ve projesinin Siyonistler ve Kapitalistler tarafından yapıldığı, (ki bunun temelinde Arz-ı mev'ud olan Büyük İsrail ve Emperyalistlerin bölgeye sahip olmak arzusu bilinendir) Askeri gücünü ABD ve AB'den aldığı Finansman kaynaklarını ise Amerika Yahudileri ile Savaş Lort'larının yanı sıra birde Petrol dolarlı rehavet düşkünlerini düşünmek çok soğuk bir yaklaşım olmasa gerek. Özellikle 2006 daki 33 gün savaşı olarak yakın tarihe damgasını vuran ve aynı zamanda İsrailin yenilmezlik ünvanını ve kutsallık zırhını parçalayan, Siyasal İslam zaferi ile onurlu mukavamet bayrağını Ortadoğuda tekrar kaldıran (ki bu getirinin en önemli etkeni özelde İraille sıcak temasta bulunan Hamas ve yeryüzündeki değişik coğrafyalarda mücadele veren diğer İslami mukavemetlere de taze bir ruh üflemiş oldu) Hizbullahi zafer, bugün İsrailin ne denli çıkmaza ittiğini bize rahatlıkla gösterdi. Ancak yeterli bir başarı olarak kabul etmek bünyesinde takrar soğuk yorum taşır. Nitekim yarım asırdan fazla bir süredir İslam peygamberinin ''Mirac'a yükseliş garı'' ve müslümanların birinci Kıblesi olan Mescid-i Aksa ne yazık ki hala müslümanlar tarafından kurtarılıp özgürlüğüne kavuşacağı günü özlemle beklemekte. Bu gün Türkiye dahil 22 den fazla ülkenin haritasını değiştirmeye aday büyük ortadoğu projesi (BOP)nin başlama operasyonu olan Irak ve Afganistan işgaliyle eyleme dönüştürülen tek güçlünün kendisi olduğuna inanan ABD. Çok yakında nasıl hazin bşr sonla karşılaşacak acaba? BOP Planının siyasi ve resmi söylemi belkide Moşe Dayan'ın 10 Ağustos 1967 de " Bizler Tevrat'a sahipsek, bizler kendimizi Tevrat'ın halkı olarak görüyorsak, Tevrat'ta vaad edilen bütün topraklara sahip olmak zorundayız" a dayandırmalıydık. Bunu nasıl anlayalıyız, yani anlamı ne olmalı? Geyet açık, Ortadoğu barışı bir safsatadan ibaret. Ortadoğu da Siyonizm ve emperyalizm devam ettikçe hiçbir zaman barış olmayacak demektir! Olmayacağı gibi Filistin halkı da yok edilmelidir! Hem, Hz. Mesihin Kudüs Merkezli Dünya devleti kurması inancıda Evanjelist Hırıstiyanların ve onların siyasi liderlerinin ilk önceliklerinden olan apayrı bir Ortadoğu belası! Yani? Yani; "Armagedon" savaşının asıl alanı ''Toroslar''ın etekleri ve ''amik avası'' (antakya), işin içine kattık mı ki bunu onlar söylüyor. Türkiye coğrafyası da savaş alanına dahil! Öyle ise kilit ülkelerden biri de Türkiyedir! Ahmedi Necat'ın geçmişteki açıklamalarından bir şeyler hatırlamaya çalışalım, birşeyler yakalamak zor olmasa gerek. Ahmedi Necat çok iyi biliyordu ki, Ortadoğuda bir "kanser tümörü" olan İsrail'in varlığı devam ettikçe Ortadoğuya barış gelmeyecektir. Gelemez! Öyle ya; İnançlarına Sadık Siyonistlerin savaşarak aldıklarını ( savaştan anladıkları silahsız ve savunmasız mazlum halka soykırım uygulaması) ve 'Allah'ın kendilerine hususi bir lütufla İhsan ettiği' Allah'ın "seçilmiş" kullarına verdiğini, düşman ganimetinin ötesinde, kendi hakkı olarak aldıklarını tekrar aynı düşmana vermekten daha gülünç ne olabilir ki? Paul Findley'in şu sözü gerçekten çok anlamlıdır "İsrail Başbakanı, Amerika Birleşik Devleti'nin Ortadoğu ile ilgili dış politikasında, kendi ülkesinde sahip olduğundan çok daha fazla nüfuza sahiptir." Bu söze katılmamak elde değil. Malum bir 11 Eylül saldırısı oldu ve getirisi de iilginçtir İsrail ve ABD`ye yaradı. Karşılıklı çıkarların örtüştüğü en iyi olgu oluvermişti bir anda! ABD"nin ekonomi krizinden kurtulma hayalinden, kendi iç güvenliğini pekiştirmeğe, askeri olarak işgal edeceği önemli noktalara kadar kendisine haklılık payı kazandıracaktı! Ortadoğuda şekillenen köklü ve kalıcı bir medeniyetin ideolojik ilham kaynaklarını terör adı altında yok (hiç değilse manipüle) etmek, için ideal bir kurtarıcı ''Mesihi nefes'' oldu! Zaten Bush'ta bunu terennün etmede gecikmedi. İsrail açısından ise; Sembolik Irak tehditini bertaraf ederek azrusuna bir nebze daha yaklasmak, Hamas ve Hizbullah gibi İslami direniş hareketlerini ABD ve Batı dünyasına Terör örgütleri olarak kabul ettirerek İslami Mukavametin gelişmesini engellemek, 1990'dan sonra yeterince güç kaybeden Irak topraklarında İsrail için ilk etapta iyi bir başlangıç ve kötü sayılmayacak ikinci bir komşu yarattırmak ( bu devletcikler BOP'un gerekliliklerindendi). Bölgeye konuşlandırılan işgalci ABD ve BM askerlerinin varlığı ile tehlikeye düşmüş olan fiili varlığını güvene almak gibi birçok getirisi vardı. Ne ilginç örtüşme. Tarihsel zemin ve ideolojik oluşum ise T. Herzl'in Bassel Konferansı ile zaten ateşlemişti. Moşe Dayan, Golda Meir, Menahem Begin ve Ariel Şaron gibilerin görevi ise, roketi yörüngesinde tutmaktı. Nitekim bu zevatların verdiği direktif mesajları Washington bu güne dek harfiyen kaydetmede bir kusur işlemedi. Şartlar olgunlaştığında pratiğe dönüştürmeyı de kutsal bir görev addetti. Ama bugün dünden farklı, Önce ''karenin dışına çıkan'' derken "çıkanlar'' işi bir hayli güçleştirmeye başladı! Toparlarsak : ''Siyasal İslam''ın Cihanşümul bir merhaleye geldiği bu aşamada ''Kutlu Ramazan'' ayının son Cuma'sında dünyanın çeşitli yerlerinde düzenlenecek olan "Dünya KUDÜS günü" münasabeti ile yeryüzünün her köşesinde, sinelerinde biriken "İLAHİ ÖFKE" yi Mazlum Filistin Halkı adına, Ezilenler adına, ötekileştirilmek istenenler adına, cinayetlerinde sınır tanımayan Siyonist İsrail rejimine karşı havaya kaldırılmış milyon milyon yumrukların tek bir yumruk haline gelmesi dileğimizle! Haa. İhamını Tarihteki zulüm payıtahtı olan "Büyük Roma imparatorluğu"ndan miras alan ABD ve uşakları onların akibetinin nasıl olduğunu bilmiyorlarmı acaba? Daha da ilginç olanı Büyük Roma imparatorluğunu taru-mar eden Kıyam hareketleri ne ilginçtir yine aynı coğrafyadan yükselmişti! Neymiş? Efendim süper güçmüş! Senin süper gücün ''Şehadet''e susamış, kan'dan libas giyinmiş bu ümmetin ''Serbedaran''larına ne yazar? Kaç yazar? Muhammed CAN Frankfurt 24.09.2007
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |