Konuş ki seni göreyim. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
İki balık mevcut fanuslarında yerleştiler salonun baş köşesine, oğlumla babası bakacaklar diye. Balıkların cinsini bilmiyorum hem geldikleri yer tuhaf ( bir bankanın genel merkezinde ki dev akvaryumdan transfer oldular bize) hem de şekilleri bir tuhaf. Çift alır insan değil mi? Yok bunlardan birisi uçuk pembe bir genç irisi; diğeri biraz Zebra’ya benziyor siyah –beyaz çizgili ama Zebra değil, diğerinin 1/6 sı kadar minik bir balık işte. İlk gece sorun yok, hayvanlar mutlu. Ertesi gün baktım büyük olan yan yatmış hafiften, hemen alarm verdim fanusta ki suyu değiştirdim, suyun içine oksijen girince bizim iri kıyım balık canlandı gene. Eşimi aradım, “ Ölüyor bunlar, evden cenaze çıkacak senin yüzünden. Ya hemen akvaryum al veya bu balıkları yok et” dedim. Zavallı akşam elinde bu iki balık için biraz büyükçe bir akvaryum ve motorla geldi eve. Benim dekorasyon işlerinde kullanmak için her birini en sevdiğim insanlarla birlikte eğile doğrula Karadeniz Şile sahilinden topladığım deniz kabuklarını da yıkayıp koyduk dibine. Birkaç tane büyük deniz kabuğunu ( devasal minarelerden) da yerleştirdik en üstüne. Ohhh bir şık oldu ki bizim akvaryum, artık mutlu mesut yaşar bu kardeşler diye içim rahatladı benim de. Hayvan severim sakın sanmayın ki ben hayvan sevmeyen bir insanım. Ama evde balık beslemek pek bana göre değil, bizim evde balığın yeri olsa olsa salatanın yanı, kadehin biraz soludur Bu balıklar gelene kadar öyleydi daha doğrusu. Akvaryum’u çalışma odasına koydurup biraz gözlerden uzağa da aldırdım, durum fena değil. Gece bilgisayar başındayım, çalışma odasında. Biraz geride akvaryum ve iki balığımız oturuyorlar. Fakat ikide birde bir ses geliyor o taraftan “ Çuppp” , “çatt” , “ tokk” diye. Dönüp bakıyorum su çalkalanıyor ama balıklar aynı pozisyonda duruyorlar hala. Hay Allahım! Neyse ertesi gün ben evde değilim ama gece geldiğimde eşim çağırıyor beni akvaryumun başına “Bak!” diyor. Bakıyorum ama sadece bir balık ( iri olan!) var suyun içinde. Acaba akşam ? diye düşünürken gene “Bak!” diyor bana. “E baktım işte, yok hayvanın biri…”. “Yok” diyor, “Orada. Büyük deniz kabuğunun içine bak!”. Gerçekten küçük balık girmiş kabuğun içine orada tabiri caizse oturuyor sanki. İlginç durum. Eşim diyor ki “Hamile!” ben başlıyorum gülmeye, “balıklar hamile kaldıklarında yatmazlar” diye. Herhalde hasta bu hayvan… Öbürü biraz saldırgan ondan mı korktu acaba diye düşünüyorum ama özel hayatlarına çok müdahale etmeye gerek yok diye düşünüp ilgilenmiyorum daha fazla. Benim balıklarım değiller nasıl olsa … Küçük balık iki gün kadar oturunca kabuğun içinde verdiğimiz yemleri yemediği endişesi ile takip etmeye başlıyoruz. Yemleri atıp başında bekler durumdayız akvaryumun. İlk öğün verdiklerimizi iri kıyım indiriyor mideye. Akşam ise küçük olan 3-1 öne geçiyor. “Tamam” diyoruz, demek ki bu da yiyebiliyor sorun yok. Ertesi gün sabah bakıyorum balıklar fena değil. İkisi de ortalıkta, keyifli gözüküyorlar. Yemeklerini veriyoruz, işime bakıyorum. Bu arada sorumluluk duygusu gelişsin diye 3,5 yaşında ki oğluma bu görevi verdiğimi söylemeyi unuttum, görevi verdik ama hiç umurunda değil bu sorumluluk bu arada. Hatırlatmadan aklına gelmiyor bir türlü. Hafta sonu geliyor nihayet, ben dışarı atıyorum kendimi oğlumu eşime emanet edip. Aramızda çok adil! bir görev dağılımı var, hafta içi ben hafta sonu o bakıyor oğlumuza. Bu sayede ben de istediğim arkadaşlarımı görüp gitmek istediğim filmlere gidecek vakit buluyorum en azından. Akşam geldiğimde balıklara bakıyorum, küçük balığın kuyruğu ve sırtı yok! “Ne oldu?” diye soruyorum eşime, “Büyük olan gece yemiş hayvanın kuyruğunu ve sırtını” diyor. Kuyruğu komple yenmiş ve sırtından da iri bir ısırık alınmış resmen. Çok üzülüyorum. Eşim ayırmış hemen küçük olanı, zavallı yan yatmış resmen can çekişiyor. “Ne yapsak, veteriner falan?”. “Saçmalama ne veterineri, ölecek herhalde” diyor bana eşim. Sabah kalktığımda eşimin balığın fanusunu yıkayıp kaldırdığını görüyorum, göz göze geliyorum “Öldü” diyor sadece bana bakıp. Büyük olan ve artık tarafımdan resmen katil muamelesi gören sevimsiz balık hala akvaryumun içinde sağa sola kafa atıp duruyor. O balığı her gördüğümde bir kedi almak istiyorum. Balık seven bir kedi! Neden anlattım bu balık maceramızı sizlere biliyor musunuz bu akvaryum bize geldiğinden beri huzurum bozuldu. Bakıp bakıp düşünür oldum. Geçenlerde şu geldi aklıma ve ne büyük bir hataya ortak olduğumu hissettim. Ülkemde büyük balık olduğumuz günleri nasıl boşa harcadığımızı gördüm. Demokrasinin; büyük olanın dediği olur, tek doğru vardır o da kalabalığın doğrusudur demek olduğunu unutarak azınlıkta bırakıldığımızı gördüm. Azınlık kalınca da büyük balığın küçük olanı nasıl yediğini gördüm. Birilerinin sırtımdan beni ısırdığını hissettim sanki. Zamanında hayata dönsün diye el uzattıklarımızın, özgür kılmak istediklerimizin özgür kalır kalmaz bizi nasıl yaraladığını hatırladım. Elimizle besleyip büyüttüklerimizin bizim olanları nasıl tükettiğini gördüm. Bir şey olmaz diye diye nasıl bir şeyler olduğunu ve çoğunluğun sessiz kaldığında nasıl azalıverdiğini gördüm. Bir kabuğun içine çekilip yaralarımızı iyileştirmeye çalışsak dahi büyük olanın kafamızı çıkardığımız anda bizi nasıl yiyeceğini gördüm bu akvaryumda ben. Eğer biraz daha kabuğumuzda oturursak dışarıda hüküm sürenin nasıl beslenerek büyüyeceğini ve bizim en güçsüz anımızı bekleyeceğini gördüm. Karşımızdakini küçümseyerek aslında kendimize yaptığımız ayıbın farkına vardım. İşin eğitimsiz hani derler ya çoluk çocuk kısmına bırakılmayacağını illaki başta bir büyüğün olması gerektiğini yoksa akvaryumda ki halkın nasıl aç kalabileceğini yaşayarak öğrendim. “Eğitimli, aydınlık ve kalkınmış Türkiye” diye meydanlarda bağıran onca insanın aslında az kalanlar olduğunu gördüm. İçim ürperdi…. Bir senaryonun sadece figüranları olduğumuzu fark ettim, koca bir ülke üzerine yapılan hesapları gördüm ve yöneticilerin vasfının nasıl aşağıya çekilerek sadece İdeoloji ve Hırs merakına bulandığını gördüm. Bir iri kıyımın bizi nasıl yediğini gördüm bu akvaryumun içerisinde ben. Ne bir akvaryumdayız ne balığız ama biraz alık olduğumuzu sanıyorum ki bu tablonun taşları olduk bizler de. Sessiz kalmak büyük bir suçmuş meğer. Tüm kalbimle bize verilen mirası evlatlarımıza kadar taşıyamamanın ezikliğini yaşıyorum ne yazık ki. Bir suç duyurusu bu aslında, gelecek Türk nesline ait olan Atatürk Türkiye’sini har vurup harman savurduk ve bir hiç uğruna harcadık. Yazık ettik çok yazık! Simten K. Ataç
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Simten K. Ataç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |