Düşmekten yükselme doğar. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Dün gece seni gördüm Aşk. Önce emin olamadım, tam anlayamadım ama sonra hemen farkettim; tüm içtenliğinle, tüm çıplaklığınla duruyordun işte öylece karşımda. Hiç alışık olmadığım duygular geçti kapımdan, açtım kapıyı içeri aldım onları; o kadar uzun zaman dışarda kalmışlardı ki, üşümüşler yazık! Sonradan anladım ki o duygular içerdeymiş de benmişim meğer uzun zamandır dışarda kalan. Üşüyen benmişim meğer. Kalbim büzüşmüş, ufacık olmuş da soğuktan, farkında değilmişim. Çok üşümüşüm yazık! Acımışlar halime de, onlar almış beni içeriye, birazcık ısınıp soluklanayım diye. Sen varmışsın o duygularda tüm sıcaklığınla, o duygular sende varmış. Beni ısıtan, içeriye alan senmişsin meğer, senmişsin meğer Aşk... Sonradan anladım. ... Ben seni en uzak şehirlerde, en ücra köşelerde ararken hiç ummadığım bir yerde, hiç ummadığım bir şekilde birden çıkıverdin karşıma işte. O derin uykumdan uyandırıverdin beni, güneşim oldun da. Ayışığım oldun, yakamozum oluverdin karanlık sularıma bir anda. Kutup yıldızım olup yol gösterdin bana, o eşsiz parlaklığınla. ... Bir hayal miydi bu, düş mü? Yoksa gerçek mi? Bilemiyorum: Bir yaz... bir sahil... bir deniz... bir gözlerin... bir deniz... bir gözlerin... deniz... gözlerin... gözlerin... deniz... deniz gözlerin... gözlerin deniz... Sen, ben, gözlerin ve deniz, aynı sahildeyiz... İşte böyle başladı hikaye, bizim hikayemiz... Bir de amca var tabi, ‘evliyiz’ amca... ‘amca evliyiz’... Bizi bilen, gören, tanıyan herkese bahsetmeliyiz... ‘İyi ki varsın amca, sen varsın diye evliyiz, yoksa sen olmasan biz kardeş gibiyiz.’ Böyle mi deseydik yani! Olmaz, amca sorarsa, tabii ki ‘evliyiz’ ... Üzerimizde deniz kokusu... ve sarılıyoruz birbirimize, iki denizin birbirine kavuşması gibi... İşte böyle başladı hikaye... ... Ben kendimi kaybetmiş, sen kendini kaybetmiş, arıyorduk kendimizi başka tenlerde, başka nefeslerde, belki de ufacık bir bakışın içinde. Hep bulduklarımızın içi boş çıkıyordu nedense. Ya da o başkaları bizi dönüşü hiç de kolay olmayan bir başkalaşımın içine sürüklüyordu anlamsızca ve acımasızca. Bir uçurumun kenarına getirip bırakıyorlardı bizi ve bir seçim yapmamızı istiyorlardı. Seçenek olarak da “ya atlarsın ya dönüp gidersin” diyorlardı son derece bencilce. Yani “ya benim gibi ol ya da git.” Anca bu kadar özgür olabiliyorduk işte ilişkilerimizde. Bense “ya benim gibi ol ya da git” diyemedim, demedim hiç kimseye. Onun yerine “ya benimle ol ya da git” demeyi tercih ettim hep. Yani paylaşım önemliydi benim için. Bir insanı kendine benzetmek değildi aşk, onunla uyuşmak demekti, örtüşmek demekti. Aşk paylaşmak demekti... Bıkmıştım artık hep birilerini aramalardan, o kendinden kaçışlardan. Birilerini buldukça kendinden uzaklaşmalardan, uzaklaştırılmalardan. Hiç kimse önemli değildi, birileri yoktu artık, olmayacaktı. Olursa da birisi olacaktı, tek birisi; beni kendimden uzaklaştırmayacak, bana “benim gibi ol” demeyecek birisi... Ben kendimi arıyordum artık; o nerede saklandığını bilmediğim, kovaladıkça kaçan kendimi... Bulacaktım, ben olacaktım, kendim olacaktım yeniden... Ve bu sefer kararlıydım, bırakmayacaktım bir daha kendimi, bırakmayacaktım beni kendim olduğum için seveni... İlk buluşmasıydı gözlerimizin o sıcak -ve benim için uykusuz- o yaz günü sahildeki kafede. İlk kez hissediyordum sanki o sıcak duyguları. Ama o ilk anda bilemezdim tabi sana böylesi bir tutkuyla bağlanacağımı. Daha önce de aşık olmuştum ama bu defa çok farklı. Çok farklıydı herşey, bir rüyaydı sanki... Hani yalnız kör karanlık gecelerde uykun kaçınca güzel hayaller kurarsın ya, onun gibiydi işte herşey. Herşey olmasını istediğim gibiydi hayatımda ilk defa. Birbirimizi öyle çabuk benimsedik, öyle çabuk kabullendik ki... Hani gözlerin dili vardır derler ya, inanırım. Gözlerin... senin gözlerin... bana bakan gözlerin... o ilk tanıştığımız gün bana bakan gözlerin; nasıl da fısıldıyordu kulağıma kalbinden geçenleri... Nasıl da mest ediyordu beni ah bir bilsen! Üzerimizde deniz kokusu... ve sarılıyoruz birbirimize, iki denizin birbirine kavuşması gibi... İşte böyle başladı hikaye... Büyük bir rastlantı gibi geliyordu ilk karşılaşmamız, tanışmamız, kaynaşmamız. Rastlantı değildi aslında, Allah'ın bir lütfu olsa gerek bu bize. Hayatta hiçbir şey rastlantı değildir öyle gibi gözükse de. Tesadüfen yaşanmaz hiçbir şey, yaşanması gerektiği için yaşanır. Hayatta herşeyin bir nedeni vardır, iyi kötü yaşanan herşeyin... Yaşanmışsa öyle olması gerekiyordur çünkü acı da olsa tatlı da olsa. Acı olmadan mutluluğun, kötü olmadan iyinin, çirkin olmadan güzelin değerini bilemeyiz ki! Anlayamayız ki elimizdekilerin değerini! Kimbilir ne acılar yaşadın sen de, hayat binbir türlü oyunlar oynadı sana da. Ama gözlerine baktığımda bütün bu zorlukların üstesinden gelmeyi başarmış, güçlü birini görüyorum karşımda. Herşeye rağmen yenilmemiş, herşeye rağmen ayakta... Zor olan sırf o acıları yaşamak değil elbet, zor olan hayatla barışık kalmak, kendinle barışık kalmak aslında zoru başarmak... ... Geçmiş yaşantılarında iyi kötü, acı tatlı pek çok şey yaşamış iki insan; birbirini benimsemiş, kabullenmiş, birbirine bağlanmış, saygı duymuş, destek olmuş, esir olmadan aşık olmuş iki insan; hayatta paylaşacak çok şeyi olan, paylaştıkları paylaşacaklarının yanında hiç kalan iki insan; hayatın kendisidir asıl paylaşılacak olan. Üzerimizde deniz kokusu... ve sarılıyoruz birbirimize, iki denizin birbirine kavuşması gibi... İşte böyle başladı hikaye... Nedir sevgi, sevmek nedir? Var mıdır tarifi? Nasıl anlar insan sevdiğini, gerçekten sevdiğini, sevildiğini? Sevmek karşındaki insanın mutluluğunu kendi mutluluğundan üstün görmektir yeri geldiğinde. Ona gereken saygıyı, hakettiği değeri vermektir. Sevgi fedakarlıktır biraz da. Biraz da diyorum, çünkü hiç almadan hep vermek de olmaz, yıpratır bu insanı. Karşılıklı ve seviyeli olmalı bu fedakarlık. Ne elindeki ekmeğin tamamını vereceksin karşındakine, ne de tamamen esirgeyeceksin. Böleceksin o ekmeği, bölüşeceksin. Sevmek budur işte. Özlemdir sevgi; hasret çekmektir, sevdiğinden ayrı geçen kısacık bir anı bile yitirilmiş, boşa geçmiş, ziyan olmuş saymaktır. Ancak sürekli beraber olmak da değildir; gerektiğinde kendine de zaman ayıracaksın, karşındaki insanın da kendisine zaman ayırmasına müsade edeceksin. Her insanın arasıra yalnız kalmaya ihtiyacı vardır. Bu ufak ayrılıklar besler sevgiyi, o kısacık özlemler daha da çok sevmeni sağlar da, farketmezsin çoğu zaman. Sevmek birbirine benzemek değil, birbirini tamamlamaktır; onun eksiklerini tamamlamak, yanlışlarını düzeltmek, doğrularını takdir etmektir. Sevmek bir elmanın iki yarısı gibi değil de iki çarkın birbirine geçmiş dişlileri gibi olmaktır. Bu iki çark ne zaman ayrılması, ne zaman birleşmesi gerektiğini çok iyi bilmeli, bunu iyi ayarlayabilmeli. Aradaki dengeyi, uyumu sağlayabilmektir sevgi. Sevgi sarılmaktır, sıkıca sarılmak, tek vücut olmaktır. Üzerimizde deniz kokusu... ve sarılıyoruz birbirimize, iki denizin birbirine kavuşması gibi... İşte böyle başladı hikaye... Bizim hikayemiz... Bir yaz günü bir sahil kasabasının ıssız koylarından birinde karşılaştık amcayla. ‘Evliyiz’ dedik, nereden nerelere geldik.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kaan DeKo, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |