Uygarlık, gereksiz gereksinimlerin, sonsuz sayıda artmasıdır -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Yani önümüzde onca tecrübenin, bilgi birikiminin, yaşanmışlığın hiçe sayıldığı bir süreç vardır vardır ve biz yeni doğmuş bebek misali bakıma ihtiyaç duyan bir kişi haline geliriz hem de hiç istemeden. Bu süreci yaşamak insanı oldukça zorlar. Çok sevdiğiniz yavrularınızın her daim yanınızda olduğunu bilseniz bile içiniz derinden derine kanar. Bir türlü konduramazsınız kendinize içinde bulunduğunuz durumu. Siz bu hallere düşmemeliydiniz elbette ama hayat böyle bir şeydir işte. Zaman öyle hızla ilerler ki, siz durup soluklanıncaya ya da arkanıza bakıncaya kadar koca bir ömrü harcamışsınızdır da farkında değilsinizdir. Maalesef hiçbirimiz gün gelip yaşlanacağımızı, gün gelip başkalarının bakımına muhtaç hale geleceğimizi aklımıza dahi getirmiyoruz, öyle değil mi? Üstelik hemen her konumda onlara acımasızca davranıyor, karşılıklı ilişkilerimizde de gerekli özeni göstermiyoruz. En basitinden; geçmişlerindeki önemli olayları, hatıralarını her defasında ilk günün tazeliği ile anlattıklarında içimizden isyan ediyor, hatta bunu yüzlerine vuruyoruz. Bizler için gereksizmiş gibi görünen pek çok eski eşyaya sıkı sıkı bağlanmış olmalarını garipsiyor; geçmişten bugünlere taşıdıkları, anılarıyla bezeli her bir parçanın onlar için ne kadar değerli ve anlamlı olduğunu fark edemiyoruz. Onlara sormadan yerlerini değiştiriyor hatta kaldırıp atıyoruz. Bir anlamda geçmişle aralarında kurdukları o köprüleri yıkıyoruz. Geçmişlerine bu denli sahip çıkmalarına, onlardan kolayca vazgeçmemelerine dayanamıyoruz. Trafikte arabalarını yavaş sürüyor, kurallara aşırı titizlik gösteriyor diye sürekli kornayla taciz ediyor; yolda önümüzde yürürken ya da karşıdan karşıya geçerken yine yavaş oldukları için sinirleniyor; markette ön sıralarda alış veriş yapıyorlarken yeterince hızlı olamadıkları için homurdanıyoruz. Oysa ki unutmamak gerekli ki, insan yaşlanınca zamanı daha boldur, bizler gibi koşturması için bir sebepleri de yoktur. Yaşlıların bizleri zaman zaman kızdıran, aheste ama son derece naif olan bu hareketleri, arada sırada gündeme gelen o tatlı unutkanlıkları birazda bu sebeptendir. Her ne şekilde olursa olsun bence yaşlılık sitemi ve sinirli çıkışları değil, saygınlık dolu, içten, sıcak, samimi ve şefkatli yaklaşımları hak eder. Onların hayat tecrübesi, onların yaşanmışlıkları, ağızlarından çıkacak her söz aslında o kadar değerlidir ki… Onlar hayatın en acımasız kulvarlarında kim bilir neler yaşamışlardır. Bu yaşam deneyimlerinden faydalanmamız aslında bizler için bulunmaz bir nimettir. Yüzlerindeki, ellerindeki o derin çizgiler, bedenlerindeki o duruş, gözlerinin ve saçlarının değişen rengi ile hayatlarının son evresinde, son elvedaya çeyrek kala; bu kez son defa zorluklarla mücadele etmektedirler. Yavaş hareket etmek zorunda olmayı, unutkanlığı, sevdikleriyle beraber pek çok şeyi geçmişe gömmeyi, bir daha hatırlayamamayı ve bu şekilde bir yaşamı kabullenmeyi kolay mı sanıyorsunuz? Onca tecrübenin, onca yaşanmışlığın ödülünü beklerken böylesi cezalandırılmak… nasıl geçip gittiğini bir türlü anlamadığı hayatın ona son çelmesidir belki de. Yaşlılık zordur, elden ayaktan düşmek, bir başkasına bağımlı halde yaşamak insanın içini acıtır. Yalnızlığa mahkum kalmak, gün gelip duvarlarla konuşmak, sevdiklerinin sıcacık seslerini bile ayda yılda bir duymak onları öylesine üzer ki… Dikkatle bakarsanız gözlerindeki o mahsun ifadeyi fark edersiniz sizde gülen yüzlerine rağmen. Çünkü onlar da sevmek ve sevilmek isterler, ilgi beklerle yakınlarından. Yıllar içinde yürekleri acılarla, üzüntülerle o kadar dolmuştur ki; son duraklarında huzur ararlar, dostça muhabbetleri özlerler. Anne baba olarak görevlerini yerine getirmiş, hatta onunla da yetinmeyip torunlarına dahi bakmışlardır belki ama, şimdi bekledikleri ilgi çocukları tarafından çok mu görülmektedir? İşte bunu bir türlü anlayamazlar, aslında anlamak istemezler. Onların gözünde hala küçük olan çocuklarını, onların cennet meyvesi torunlarını sıkı sıkı kucaklamayı isterler ara sıra o kadar, hatırlanmayı birde. En çok unutulmuş olmak koyar onlara. Çünkü aile bağları onların son yolculuklarındaki en önemli etkendir, adeta hayatla aralarındaki son bağlardır. Yaşlılık gelip çattığında son demlerini geçirecekleri yerde önem kazanır o insanlar için. Kendilerini huzurlu ve güvende hissedecekleri bir yer ve endişeden, korkudan uzak bir hayat düşlerler. Bir kısmı yaşına rağmen sağlıklıdır ve varsa kendi evinde hatıraları arasında kalmayı yeğler. Bir kısmı ise özellikle eşini kaybettikten sonra yalnız bir evde yaşamak yerine huzur evini tercih eder. Gerçi bizim gelenek ve göreneklerimiz hala huzur evlerinin statüsünü kabullenmiş değil ama insanca yaşanan, yaşlıların mutlu olduğu güzel yerlerde var ülkemizde. Ancak yine de pek çoğumuz anne babasını huzur evine gönderen çocukları yargılıyor, gerçek nedenini bilmeden eleştiriyoruz. Yine her zaman yaptığımız gibi madalyona tek taraflı bakıyoruz. Oysa ki bakış açımızı biraz genişletip, ön yargılarımızı bir yana bırakırsak eğer, huzur evlerinin yaşlılar için en güzel son duraklardan birisi olduğunu söyleyebiliriz. Hatta zamanla bu fikre alışabiliriz de. Tabii şartları ve yöneticileri iyi olmak kaydıyla. Haberlere konu olacak kadar kötü örneklerinden bahsetmiyorum ve onların sayılarının en aşağılara çekilmesini tüm kalbimle diliyorum. Ben mesleğim gereği pek çok huzur evine gittim, pek çoğunu araştırdım, hatta orada yaşayanlarla konuştum. Gördüğüm tabloda iyilerin oranı maalesef kötüler kadar çok değildi ama, ben yine de gelişen değer yargılarımızla beraber onların da değişeceğine, en azından iyileştirileceğine inanıyorum. Ancak hepsinden edindiğim izlenim, yaşlıların orada tek başına oldukları gibi sıkılmadıkları, en azından kendileri ile aynı yaşlarda insanlarla beraber olmanın, paylaşmanın, sohbetin, arkadaşlığın keyfini yaşadıkları; daha bağımsız olarak yaşama daha farklı bir gözle bakmaya başladıkları… Çünkü bizler hayat koşturmacası içindeyken ne yazık ki onların yalnızlığını fark edemiyoruz. Oysa ki onlara karşı elimizden geldiğince toleranslı, esnek ve şefkatli olmamız gerektiğini, isteklerine daha hoşgörü ile yaklaşmayı denememiz gerektiğini; onları yormadan, alınmalarına fırsat yaratmadan sadece sevgimizle yaşatacağımızı biliyoruz. Son duraklarında rahat edebilmeleri için gerekli üstelik tüm bu gayretler. Çünkü onlar yolun sonuna geldiklerinin farkındadırlar; gazetede okudukları ölüm ilanları, yaşıtlarını bir bir kaybetmenin acısı yakında sıranın onlara da geleceğinin bir işareti gibidir sanki. Büyük yazar Çetin Altan’ın “her şeyin bir bedeli var, uzunca yaşamış olmanın da; gitgide avuntusu olmayan acılar daha çok kuşatmaya başlıyor insanı” sözleri ne kadar da anlamlıdır. Artık tek istekleri vardır, o da kimseyi rahatsız etmeden, mümkünse kendi yataklarında huzur içinde ebediyete kavuşmak…Bazıları telaşsız vakur bir eda ile doğanın bu değişmez yasasını kabul eder. Onlar kendi ölümlerine çoktan hazırlamışlardır kendilerini. Bir kısmı ise ölümden korkar; yapmak isteyip de yapamadıklarını düşünerek hayıflanır, sevdiklerini bırakıyor olmanın hüznüyle daha kırılgan bir hale gelir. İşte böylesi yoğun duygu fırtınaları içindedir yaşlılar. Bu nedenle eskisinden daha çok ilgi ve şefkate ihtiyaçları vardır. En küçük şeylerden alınırlar, bizlere fark ettirmeseler de kalplerindeki kırık sırça saraya her defasında bir parça daha eklerler. Onlarla kurduğumuz iletişimde, diyaloglarımızda hatta göz temasımızda bile çok dikkatli olmamızın gerekliliği bu sebeptendir. Evimizde, yanımızda ya da çeşitli sebeplerden dolayı huzur evlerinde son duraklarına çekilen yaşlılarımızdan ilgi ve alakayı esirgemeyelim ne olursunuz. Gün gelip bizlerinde aynı durumlara düşeceğimizi unutmadan; sırça saraylarındaki kırıkları olabildiğince azaltmak adına olsun tüm gayretlerimiz. Üstelik ne yaparsak yapalım onların hakkını kolay kolay ödemeyiz. Onlar bilsinler ki hep sevildiler ve her zaman sevilecekler. Son söz şair Metin Altıok’un şiiriyle olsun… “Birbir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar Ne zaman bir dosta gitsem Evde yoklar…” Hepiniz sevgiyle kalın. Belgin Eryavuz
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © BELGİN ERYAVUZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |