İste, sana verilecektir; Ara, bulacaksındır; Çal ve kapı sana açılacaktır -İncil |
|
||||||||||
|
İran İslam İnkılabı'nın 22 Behmen'de(1979-Şubat) zafere ulaşması, 1400 yıl aradan sonra kendisini devlet mekanizmalarında eylemsel tecrübelerle ispatlamasının ardından, ikinci önemli zaferi de dünyada İslam'ın kendisini gündemleştirmesi oldu. Batı'nın etkisinde kalan ve İslam İnkılabı'nın demokrasi ilkeleri ile uyuşmadığını, kendine has Velayet-i Fakih doktrini nedeniyle, ilahi bir özelliğe sahip olduğu ve bu özellikten dolayı çıkmaza girdiğini iddia eden kimi miyop yazar ve çizerlerin aksine, devrimin sekiz yıllık savaş sürecinden geçerek gelişip büyümesi ile İslâm dünyasında gerilim ve çatallaşma da büyüdü denilse yeridir. Bu tespitin geçerli olması için devrimin iticiliği ve yapıcılığının içiçe olduğundan ötürüdür demenin bir sakınca da olmaz sanırım. Öyleyse, siyasi olarak İran İslam İnkılabı'nın tecrübesi, İslâm dünyasının kaçınılmazı mıdır? Devrimi oluşturan dinamiklerin başında gelen ve en fazla tartışılan konulardan olan devrimin beyni konumundaki Velayet-i Fakih ilkesi oldu. Velayet akidesi, Adem'den kıyamete kadar, ilahi elçiler silsilesinin ilahi metoduydu. Velayet akidesi Hak ile Batıl'ı birbirinden ayıran yegâne merciydi. Velayet-i Fakih doktrini de bu mercinin(velayet) naibi olduğunu ısrarla iddia etti. Bugün İslam mektebinin evrene ivmeli bir şekilde yayılmasının en önemli etkeni, Ehl-i Beyt muhabbeti ile birlikte, yeniden öze dönüşü getiren, akide netleşmesinden ötürü ise bunun en kilit noktası da Velayet-i Fakih'tir, diye ısrarından vazgeçmedi. Özelde Lübnan ve Filistin, genelde ise İslam dünyasında Amerika ve İsrail karşıtlığı baz alınarak, küfür ve istikbara karşı durmanın ana temelinde bu akidenin netleşmesi ve kitlesel kabule dönüşmesi vardır. Dahası Irak ve Filistin'deki şekillenmeler, her iki cephedeki mücadelenin seyrini Velayet-i Fakihe doğru netleşmeye dönüştürüyor diye, kimi çevrelerde ısrarla dile getirildi.(Irak ve Filistin mücadelesinin içeriği ve yörüngesinin seyri faklı iki konu olarak ele alınmalı, zira Irak'ta taklit mercii konumu İmam Ali(a.s) iktidarı döneminden itibaren her zaman var olmuştu) İran İslam Devrimi'ni, Velayet-i Fakih doktrinin ümmet içinde işlev görmesi gerektiğinin fitilini ateşleyen, İslam dünyasındaki diğer çağdaş hareketlerin de temellerini Seyyid Cemaleddin'in attığı, mücadelenin eksen ve yörüngesine tam girişini, ve nasıl olacağını burada detaylı değerlendirmeyeceğiz. Şu kadarını hatırlatalım ki, Seyyid'in başlattığı söz konusu hareket İslam dünyası içerisinde en müsait zemini İran'da bulmuştu; çünkü halkın öz İslam inancı oturmuş ve tarihi kopuksuzluktan gelen ulema heyeti her zaman var olmuştu! Müslümanların aynı merkeze bağlılığını esas alan ve haliyle milli sınırları aşan bir İslam düşüncesinin temellerini atan Seyyid Cemaleddin, geleneksel İslami yapıyı çözmekle kalmayıp, ona çökertici bir nitelik de yüklüyordu, onun bu çıkışına verilebilecek en uygun adlandırma ancak öz İslam olabilirdi. Seyyid'in yeni çıkışı bölgesel-geleneksel anlayışa dayalı yapıları diskalifiye etmeye zorlarken, (İhvan-ı Müslimin öncüleri buna örnektir) hem de Şii-Sünni birlikteliğini pekiştiriyordu. Velayet-i Fakih akidesi, İslami ekoller içindeki geleneksel yapıları birer birer çözeceğine, geleneksel merciyetlerin yerini Velayet-i Fakih'in alması gerektiğini ısrarla eğitimli kesimlere telkin ediyor, nitekim bu görüş İslam dininin iki büyük ekolünden biri olan Şii ekolüne kendi geçmişini hatırlatıyor, ilmi merciler tarafından gündeme alınıyordu. Öte taraftan 1400 yıldır sultanların ve şahların gölgesinde kalan İslami bazı alimler, gelenekçi ve edilgen kanaat önderleri, istiklallerinin tehlike ve tehdit altına girdiğini görüyorlardı. Velayet-i Fakih çizgisinin bir başka anlamı da ümmetin vahdetiydi. Şu halde Tevhid'in yeryüzündeki bayrağıydı. Çünkü Velayet-i Fakih, pratik olarak öz İslam yayılmacılığın nihai mercii'dir. Şu gerçeği de unutmamak gerekir ki, modern denilen bu çağın en büyük kâbusu, Velayet-i Fakih eksenli İslam'ın evrensel yayılmacılığı, çıkışı ve hareket noktası İran İslam Devrimi'dir. Devrim ‘'öz İslami'' kalıpların evrimini sağlamakla yetinmeyerek onu muhkemleştirmeyi de başardı. Böylece 1400 küsür yıl aradan sonra İslam'ın modern boyutlara cevap verecek pratikliğini de getirmiş oldu. İmam Humeyni önderliğindeki devrimin getirdiği önemli yenilikler arasında, mustaz’afların ve müstekbirlerin yer değiştirmesi teorisiydi. Başka bir ifade ile üsttekiler alt, alttakiler üst olmalıydı ve bu devrimci hareketin kaynağını Kur'an'a dayandırıyor, ilahi iradenin bu yönde olduğunu işliyordu. ‘'Ve onları yeryüzünde iktidar sahipleri olarak yerleşik kılmak; Firavun'a, Haman'a ve askerlerine, onlardan sakınmakta oldukları şeyi(devrimi) göstermek(istiyorduk)." Kasas suresi/6 Bazı şarkiyatçıların veya konunun hassasiyetini yeterli bir şekilde kavrayamayan, kimi saf müslümanların düşündüklerinin aksine, geleneksel merciiyet ile Velayet-i Fakih doktrini arasında herhangi bir çatışma yok ve olamazdı da. Çünkü geleneksel merceiyyet de meşruiyyetini fakihin genel velayetiet esasına dayandırır. Velayet-i Fakih anlayışıyla milli çizgiyi temsil eden ferdi bazı merciiler arasında da anlaşmazlıktan öte bakış farkı var olabilirdi. Ancak bunlar teferruatta kalıyor ve öyle de olmalıydı. Velayet-i Fakih'in önemli görevlerinden biri de, müçtehitler arasında onların velisi(ilmi) olarak doğabilecek sorunları çözmek, nihai sözü belirlemek, merciiler arasındaki farklı bakış açılarından en doğruya yönlendirmek, olası muğlak yönleri netleştirmek de denilebilir. Velayet-i Fakih çizgisi, aslında İslam'ın olmazsa olmazı olan özel bir çizgisiydi. İlginç olan şu ki, Sünni camiasında, her dönem bir müceddidin varlığını zorunlu kabul edenler, Velayet-i Fakih felsefesine derinlikli bir boyutta inmeyi başaramadı. Bunun ötesinde böyle bir merciye tabi olmaktansa, sultanların, kralların, hatta laik yöneticilerin gölgesinde yaşaması, kimi din alimlerin tercihleri anlaşılacak türden değildir! Oysa İslam dininin öğretilerinde; zulme zerre kadar meyletmeyin, sonra size ateş dokunur, Yahudi ve Nasranilere söylüyor gibi bir hava estirilmekten geri kalmayan söz konusu cenahın yanı sıra, Şii kimi fırkalar da Allah’ın yeryüzündeki son hücceti Hz. Mehdi(a.f)'nin zuhuru için yeryüzünde zulüm ve fesadın yaygın olmasının kaçınılmazlığında ısrar ediyordu. Tarihte Mehdi (a.s)'nin takipçileri, İslam dünyasındaki iki büyük ekolün her ikisinde de parlak şahsiyetli ve temiz geçmişi olan alimler, daima ilmi hareketlilik içinde kalarak, bu merciiyetin ayakta tutulması gerektiğini, bunun için ilmi ve irşadi faaliyetlerde bulunmuş, kimi zaman da kıyam yolunu seçmeyi ihmal etmemiş ve bu metodu İslam devriminin arifesine kadar getirmeyi başarmışlardı. Özet olarak denilebilir ki, İslam'ın irfan boyutu ile Mehdilik felsefesinin ayrılmazlığı, yaşam için gerekli olan havayı teneffüs etmek gibiydi. İslam mektebinin her iki büyük mezhebindeki değerli alimler, bu konuyu ısrarla gündemde tutmayı başararak sönüp küllenmesini engellemiş oluyorlardı. Nihayet bu çizgi inkılaba kadar sönüklüğe dönüşmeden, geleneksel tasavvufi ekollerin çok ötesinde ve insan-ı kâmil olgusu ile örtüşen ve asla ayrışmayan noktalardandı. İşte Rahmetli Ayetullah Humeyni'nin Velayet-i Fakih müessesesini ihya edişi, her iki mezhebin kabul ettiği Velayet akidesinin üstüne bina edilmiştir. Velayet-i Fakih mercii göstermektedir ki, daha önce de var olan İslami bir manevi kurum idi. Değil ki, İmam Humeyni daha önce var olmayan bir terim üretti ve buna da Velayet-i Fakih dedi. Bugün İslam mektebinin evrene ivmeli bir şekilde yayılmasının en önemli etkeni, Ehl-i Beyt muhabbeti ile birlikte, yeniden öze dönüşü getiren, akide netleşmesinden ötürü ise bunun en kilit noktası da Velayet-i Fakih'tir, diye ısrarından vazgeçmedi. Velayeti fakih uhdesindeki İslam hükümeti, İmam Mehdi(a.f)'nin imametinden bağımsız olmayıp, onun imameti doğrultusunda, o hazretin Gaybet-i Kubra döneminden zuhuruna geçiş dönemi olarak kabul edilmesi gereken bir İslami hükümet şeklidir. Velayet-i Fakih eksenli İslam anlayışı, tarih boyunca Kur'an kaynaklı olmayan hiçbir güç ve devlet sistemine boyun eğmemiş, devamlı kendi dönemlerinin zalim yönetici ve sistemlerine karşı şanlı kıyamlar gerçekleştirmişti. İmam Humeyni'den sonra Velayet-i Fakih'in ağır sorumluluğunu üstlenen Ayetullah Seyyid Ali Hameney, gösterdiği basiret ve sergilediği ferasetli siyasetleriyle, İmam Humeyni'yi hiçbir zaman aratmadı. Nitekim devrim yapmaktan daha zor olanı, devrimin sürekliğini sağlayabilmekti. İslam Cumhuriyeti'nin ezeli düşmanı olan İsrail, ABD ve Batı, İran'da iktidar olan Velayet-i Fakih sistemini, bir fırsatını bulup yıkabilemeyi, hiçbir zaman gündeminden düşürmedi ve düşürmeyecektir. Bunun için de Velayet-i Fakih sisteminin, aslında diğer diktatör rejimlerden farklı olmadığının propagandasını, bu sistemin inceliklerine ve detaylarına vakıf olmayan müslümanlara yaymaya başladı. Halk için en uygun sistemin Batı tipi demokrasi olduğunu, bunun ideal örneklerinin Batı'da bulunduğunu, dolayısıyla halka dayalı bir rejimin gelmesi gerektiği görüşünün yaygınlık kazanması, bunun için milyonlarca hatta milyarlarca dolar harcadığı görüldü. ABD dünya değişiyor, İran da değişmeli terennümleri ile gerçekte kendi hayallerini empoze etmeyi düşünürken, bu düşünceye uygun sloganlar da üretmeyi ihmal etmiyordu. Yenilik, reform, revizyon, ıslahat, sivil toplum gibi süslü ve kulağa hoş gelen kavramlar üretip İran'a postalıyor, oradaki kimi saf ya da art niyetli kişiler tarafından bu kavramların arkasına sığınarak İslam İnkılabını köşeye sıkıştırmayı, böylece sistemi değiştirmeyi, hiç değilse rotasından çıkarmayı umuyordu. Buna karşılık bütün bu kavramların içinin İslami içerikle doldurulması için Velayet-i Fakih şimdiye kadar üstüne düşeni fazlası ile yerine getirmiştir. Elbette ABD ve Batı, bu sloganların arkasına gizlenerek kendi sistemlerini ve kültürlerini tekrar yerleştirmeyi, böylece sömürü zincirinin kopan halkasını yeniden kaynatmayı amaçlarken inkılaptan önce ve inkılap sırasında Batı kaynaklı kültürün, bir ahtapot gibi İran'ı saran kollarını kesmek için yüz binlerce genç şehadeti seçmemiş miydi? Batı’nın bu alandaki çalışmaları da nihayet bir sonuç vermedi. Buna rağmen Anayasayı Koruma Konseyi (Şura-i Nigahban)'nin ve Velayet-i Fakihin yetkilerinin çok olduğunu, bunun demokratik tutumlarla asla bağdaşmadığından her daim dem vurmayı da ihmal etmemektedir. Batı dünyasının bir türlü anlayamadığı asıl nokta, İran'ın müslüman halkına bir şeyler sunulduğunda; ancak Velayet-i Fakihin onaylamasıyla kabul edecekleri, aksi takdirde kesinlikle bu aziz millet tarafından red olunacağıydı. Batı bunu bir türlü anlamadı ya da anlamak istememektedir! ... (Devam edecek)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |