Bütün sanatlarda insanı şaşırtan bir yan vardır. -Alain |
|
||||||||||
|
İran devrimi, sahip olduğu Velayet-i fakih felsefesi ile kendi varlık alanını sadece mezhep öngörüsü ile çizmedi. Bu iddiamızın açık delili olarak İran, Filistin sorununu Arap sorunu olarak algılamadı, dahası Filistin’in özelde İslam, genelde insanlık camiasının sorunu olarak gördü, dahası Siyonizm ve emperyalizme karşı mücadelede en ön saflarda yer almayı ihmal etmedi. Filistin ve Lübnan’ı kendi hinterland(arkabahçe)’ı gibi görmeyip, buralara İslami düşünce ve medeniyet birikimini çağın gerekliliklerini de unutmadan yorumlayarak yeni çıkışlar üretti. Bu üretimin gözle görülür en somut delili ise onurlu mücadele yöntemleri oldu. İran, savaş yıllarının akabinde kendi içsel dönüşümünü masaya yatırdı ve özedönüşün temel eksenini halkına özümseterek, uluslararası mekanizmalarını, kültürü ve sahip olduğu manevi değerlerini tanıtmakla çalıştırdı. Tarih bize devrimler yapıldıktan sonra diktatörlüklere dönüştüğünün sayısız örneklerini ulaştırmıştır. Dünyanın gözü, en son Ekim devrimi ile kendi evlatlarını yiyen mekanizmaya dönüşen Bolşevizm hareketi gibi bir beklenti ile sabırsızlıkla beklerken, İslam devrimi kendi evlatlarını yemeye alışkın tarihsel ‘Tirani devrim’ olgularının çok ötesinde bir öğretiyi temel esas almıştır. Söz konusu esas, polisiye devlete dönüşmeden savunma stratejisini geliştirdi. Devrim ruhunu yitirmeden kendi öz kaynakları ile yaratıcılığını geliştirip, ulusalcı çıkar reflekslerin ötesinde, bölgesinde ve dünyada var olan kalıcı sorunlarla ilgilenmeyi ihmal etmeyen bir nesil yetiştirmeyi başardı. 30 yıl önce devrim meydanlarında atılan sloganlar; düşünsel, felsefi ve toplumsal ruha dönüşerek özgüvene dayalı yeni üretimler geliştirebildi. Açılım: İnsanlık tarihinin hemen her döneminde süregelen fikri tıkanıklık ve taağutilerin kirli komplolarının ürünü olan çeşitli ideolojik oluşumlar uzun bir yürüyüşten sonra kendine en son demokrasi adında bir kimlik buldu. Demokrasi safsatasına aldananların siyasi eblehliği o kadar ki; mürsel peygamberler dahi olsa, onların mutahhar kanlarını dökmekten geri kalmayacaklar. Esasında bu düşünce bir nevi İslam tarihinde vuku bulan harici düşüncesi olup tarihi diyalektiği detaylı olarak ayrı bir çalışmada incelenmeli. Dinin siyasal boyutu, yeni birikimler ve çeşitli izm’lerin süreçleri ve bu izm’lerin dimağlarda bıraktığı derin izlerden arındırma metodunu, Kerbela’daki ’’öz’’ ile yeniden inşa edebilecek çıkışları, öncü’nün ilhamını aldığı tarihi olayı ve kendi zamanı arasındaki sürecin kopuksuzluğunu yakalama yeteneği, ortaya çıkarılan yeni (Velayet-i Fakih) olgu ve aynılıklar, İnkilabı analizin temel taşıdır. İşte Velayet-i Fakih olgusu, bu anlamda Kerbela’da öncüye olan sadakat felsefesi ile özdeştir. Ve bu yaklaşımın en önemli katkısı, çeşitli ekollerde kesrete dönüşen ümmet algısını yeniden vahdete dönüştürme ideali ve ısrarcılığıdır. Bu ısrarcılığın en önemli katkısı, edilgen İslam’ları çeşitli kategorilerden çıkartıp, tek gerçeklik üzerinden ortaya koyarak, aynı zamanda yeni sınıfsal oluşumlara ve bu sınıfların sosyo-kültürel sair özelliklerine dair imkanlar oluşturmasına engel olmamayı sunmasıdır. Bu anlamda, liderlik (Velayet-i Fakih): Sunduğu yeni perspektifle, sadece Batı’lı felsefeye sahip zümrelerin değil, İslam’ı belli mekanlara sıkıştırmak isteyen yerli alimlere de, eski yaşam tarz ve zihniyetlerine dair, önemli veriler sunmuştur. Onlara yeniden ’’öze dönüş’’ün ’’özeleştiri’’lerini yapma zorunluluğunu anlatabilmiştir. Burada Alleme Fadlullah’ın ‘’Diren ki diri olduğunu anlayasın. Sen, düşmanının oyuncak yerine kullandığı boş bir varlık değilsin… Sen, coşan bir güçsün… Sen, ümmetin ideallerini yok etmek isteyenlerin oyunlarına karşı duyarsız olamazsın’’ cümlesini anımsamamak elde değil. Seçimler ve Velayet miladı startı: Batılı katillerin, hiç kimseye söyleyecek bir sözü olamaz! Yönetim sistemlerinin olumlu/olumsuz, müslümanlara ait olan bu coğrafyanın yönetiminde, Batı’nın söz söyleme hakkı ve yetkisinin olmadığı, Batı’nın bu tür söylemlerini onların çirkin yüzünün peçesi olarak kabul ediyoruz. Siyasal İslam tarihine damgasını vuran esas yapılanmalar: A- İlahi öncü(Nebi, Resul, İmam)’lerin öncülük ettiği, Velayet eksenli İslami devlet ve hareketler. B- Hilafet eksenli İslam tarihi ile kökleşmiş geçmişi olan düşünce İslam’ı ve bu şıkkın varlığı üstüne bina edilen, zalim sultanların öncülüğünde, tamamen dindışı olup, kişisel idolojilerini din adına topluma dayatan ceberrutlar silsilesi. C- Tamamen Batı kaynaklı sistemlerin hakimiyetinde kalan halkı İslam olan coğrafyalar. D- Bu modellerin dışında kalan, İslam dünyasının 14 asır süre İslami devlet mekanizmasından uzak kalması, siyasal İslami bir modele ulaşma aruzunu tamamen yok edemeyen alternatif. Daha açık bir ifade ile 1. şıkkın varlığını benimseyip bu idealin oluşmasının özlemini taşıyan ‘’Velayet mektebi’’ mensupları. 1979 İslam İnkilabına kadar İslam’ın siyasal sisteme ilişkin teori ve model mahdudiyeti, Batılılar tarafından müslümanların hayal ekseninden dahi çıkartılmıştı. İslamın yeni bir örnek sunması doğal olarak güçleşmişti. İşte burada İslam İnkilabı’nın sürekliliğindeki kendine has ikili(Kitap ve İtret) kaynak durmaktadır. Bu kaynakların zaman ve mekan üstü olma özelliği, kendi mucizeliğini ispatlıyor olması, dahası kendilerine rakip kabul etmeyecek kadar net ilahi sunumlar taşımasıdır. İran’da seçimlerde yaşanan olayların iç dünyasında; adalet, özgürlük ve İslami demokrasi taleplerinin toplumsallaştığı ve İslam dünyasına model olmaya aday, en kuvvetli fikri akımın akışı olarak değerlendirilmeli. Esasında bunun pratiğinin yansımasındaki nasıllığın bir nevi provası yaşanıyor. Yani İslam devrimi, geride bıraktığı otuz yılda doğal olarak heyecan ve slogan dönemini kapatıp daha gerçekci çıkışlar yapmak ve İslamın evrenselliğini Velayet-i fakih önderliğinde provasını yapmaktadır! Birkaç bin nüfuslu Peygamber(s.a.a)’in Medinesinde dahi her tür inançtan insanların olduğunu bilmek ve bunu son derece makul karşılayanlar, milyonların yaşadığı ve dünyanın çeşitli ülkelerinden çeşitli inançlara mensup bir kentte, farklılığın olmamasını beklemek kısır düşüncenin mayası olmalı! İslamın çıkış yıllarındaki klan kültürünü aşıp, modern zamanların şehirleşmiş, eğitimli ve gelişmiş, dünyaya haberdarlıkla yeni siyasal İslami irade ve idarenin sunumunun sancılı devresidir. İslam’ın temel iksirinden olan dünya görüşü, ‘’kendin için ne istiyorsan kardeşine de...’’ ahlakı ile var olan, Batılı değerlerin yüklendiği hayat tarzını değiştirme hamlesinin köklü girişimi olarak görülmeli... İran seçimlerinin ardından baş gösteren karışıklıkların, birkaç gün sonrasında Siyonist İsraili’in, Knesset Dış İlişkiler ve Savunma Komitesinde seçimlerin değerlendirilmesi hakkında konuşan Dagan’ın, “Önemli olan dini liderin konumu ve bu değişmiş değil. Ayaklanma hadiseleri sadece Tahran’da ve tek bir başka bölgede gerçekleşti, fazla da sürmez. Bu hadiseler tam ayar bir devrime dönüşmezler” anlamlı sözleri, İslami değerlerin gerçekte hangi kriterlere sahip olduğunun da ipuclarını veriyordu! Dagan’ın ‘’önemli olan dini liderin konumu ve bu değişmiş değil...’’ derken acaba kendileri açısından, asıl düşman hedefi de açıkladığı, anlamı taşımıyor muydu!? Peki hala bu kurumu ve konumu yeterli anlayamayan müslümanlara ne demeli? Bütün bunlara rağmen, gözümüzü kamaştıran bu kutsal görüntünün(seçim) arkasında yatan ve gözden kaçan diğer gerçeklikler nelerdir? Yukarıda yazılanlardan elde edilecek sonuçları sıralayacak olursak. 1-Velayet-i Fakih’in toplumsal algıdaki olgunluk süreci başlamış oldu. 2- Bu süreçle birlikte, ‘’Mehdeviyet inancı’’nın evrenselleşmesinin akli olgunluğunun altyapısını beraberinde getirecek. 3- Yüce kurtarıcı(Mehdi/a.f)’nın evrensel hükümetine tabi olmanın alt yapısı, Velayet-i Fakih’in uhdesinde hazırlanmış olacak. 4- Dünya halklarının toplumsal düşünme yeteneği olan evrensel akli olgunluk süreci daha bir ivme kazanacak. 5- Kemaletteki (İnsan-ı Kamil) örnekliğini sunan Velayet-i Fakihin, günümüze yansıttığı muazzam yaşantısını, toplumun pratiğine yansıtmasının zorunlu aşamasını kitleler anlayıp uygulamaya başlayacak 6- İmam Ali(a.s) ‘’Her ilmin kapısını açan benim, onu sona erdirecek olan Mehdi dir.’’ Mealindeki sözün yeni bir sürece girerek, düşüncenin eyleme dönüşmesi süreci başlamıştır ve... Sonuç: Tevhid ve vahdeti oluşturmuş fert/ümmetin inanç ve değerlerini yönlendiren, evrenin yegane yaratıcısının koyduğu kuralları olduğu gibi hayatında ikame eden Tevhid/vahdet’i toplum akidesi, tabiidir ki bu iki kavramda öncüyü birlemek(Velayet)’ten geçer. Denilebilir ki sorun yok, Resul’ü Ekrem(s.a.a)’in görevini ümmetin öncü fertleri olan alimlerin geneli müslümanlar adına sorumluluğu yüklenmiş ve onu hayatlarına indirgemiş, böylece müslümanlar onları taklit eder! Bugünkü malum bölünmüşlük ve sömürülmüşlüğün yegane sorunu da burdan kaynaklanmıyor mu? Masum olmayan genel alimlerin, İslamın ‘mutlak doğru’ hükümlerini anlama/uygulama yeteneğini nasıl elde edebileceği, İslam tarihinden günümüze hiçbir ilimle ispatlanmış değil! Bu konu İmam Ali(a.s)’ı anlatırken, ‘’barındıranın barınanı kapsayacağı, barınanın barındıranı kapsayamayacağında’’ da açıklanmıştı. Şu halde Velayetin kendisi kemalin öncüsü olarak mutlak değerler barındırdığından dolayı kemal süreci yaşayan hiçbir canlı onu kapsayamaz. İşte Velayetin naibi olan Velayet-i Fakih’e olması gereken mutlak itaat sorumluluğu, bizde bu şüpheyi kaldıracak yegane merciidir. Velayet-i Fakih öncülüğünde İslam devleti kavramı, İslam İnkılabı’ndan sonraki süreçte oluşan sistemdir. Var olan İslami devlet ve değerlerini korumak, onu savunmak, uğrunda gerektiğinde hayatı feda etmek, Velayet-i Fakih’e olan mutlak bağlılıktan geçer! Sırat-ı müstakiym’in tekilliğine binaen, Velayet-i Fakih’in kuram ve eylemlerinden şüpheyi haklı bulmak, din adına itaati gerektirecek bir müessesenin kalmaması demek olur ki, Batıcı politika ve felsefecilerinin istediği de budur! Bütün dışsal ve içsel kuram ve eylemlerimiz, yani tavır, durum, konum, sosyal olgular, içtimai, iktisadi ve ibadi, ameli, hukuki, zühd, takva, nefsi tezkiye ve uluslararası siyaset sair sahalarda Velayet-i Fakih’in örnekliği öncü kabullenilmediğinde, yaşamın herhangi bir boyutunda kesinlikle ’dallin’e düşülmeyeceği ve orada kalınmayacağının delili bulunabilir mi? İstenildiği kadar İmam Ali(a.s)’ın tavrı takınmaya çalışılısın, istediğimiz kadar iyimser düşünelim, dünyanın içine düştüğü bilgi kirliliği ve kalblerin kilitli oluşu, biz dünyalılara hakikatin nedense hep zamanı geçtikten sonra anlama yetisini mi verir? Yoksa sürecin içinde üstüne düşen rolü oynayan, hayat denilen bu olgunun bireysel imtihan sorumluluğu mu? Eğer böyle olmasaydı, İlahi öncülerin büyük hedefleri o gün hakkı ile idrak ve takdir edilir, onların duydukları özlem gerçekleşirdi. Tamda buhranlı sanılan bugünlerde ‘’Milad-ı Nur-u Velayet’’ adlı tatbikatın adı tesadüf mü? Tabiatta hiçbir şeyin tesadüf teorisi ile barışıp bağdaştığı görülmüş değil. Bu değerlendirmelerin yoruma açık yönlerinin olduğu iddia edilebilir, ancak sınır, dil, ırk sair göreceli değerlerin çok üstünde, kendine has ilahi insan değerleri barındıran Velayet-i Fakih müessesesi, Adem evlatlarının bütününe hitap eden Mehdeviyet mektebinin en önemli mekanizmalarındandır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |