..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Kitabının bir kopyasını gönderdiğin için sağol. Onu okumakla hiç zaman yitirmeyeceğim. -Moses Hadas
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Yeraltı > Hacer Aktaş




14 Nisan 2011
Mavi Gül Dalı ve Uçuruma Atılan Taşlar - 3  
Uçurum korkusu...Kaybetme korkusu...

Hacer Aktaş


Yorgundu.Yorgunluğun son-ucu suskunluktu.Sustu.Suskunluğuna boğuldu.Yıldızlara masal anlatırken ama masalın sonunu bir türlü mutlu bitiremezken doldu.Gözleri doldu... Mavi gül dalları arasındaki gece yürüyüşü bitmişti.Eteklerinde bir yığın yaprak,saçlarında tomurcuğa durmuş erik çiçekleri…Öylesine güzeldi gecenin içinde.Bu sadece düşteydi.Gerçekte neden hep hüzünlerdeydi?


:BGHC:
Düşündü peri artık iksirlere sığınmak zorunda olmamanın verdiği huzurla gülümsedi yıldızlara.Tam o anda bir ceylan öldü karşı dağda.Son nefesini verdi avcının attığı kurşunla.Ölüm gali-beladan beri yazılmıştı her bir can’ın alnına.Bu ilk değildi son da olmayacaktı.Ama ölenin henüz yavru bir ceylan olması, bu dağların havasına doyamaması ve öldürenin bunu hain bir haz alma isteğiyle yapmasıydı acı olan.Geceye kurşun ağırlığıyla çöken karanlık iyi ki de vardı.Karanlık olmasaydı.Yıldızlar olmazdı ve onlar olmasaydı hayal perisi onlara bakarken hayallere dalıp gidemezdi.İşte o zaman duyardı karşı dağda bir ceylanın avcı kurşununa ve beyaz bir tavşanın siyah bir kediye kurban olduğunu.Bunu duymak istemezdi peri.Duysa,acırdı içi.Kırılırdı kalbi.Yanardı canı.
Gene de peri,sezdi sanki bir can’ın bu dünyadan ayrıldığını.Bir keder bulutu geldi tam gözlerinin üstünde durdu.Öyle dolu dolu baktı ki arş-ı alaya.Yağmurların dili olsa haykıracaktı bulutlardan değil de onun gözlerinden akmayı dilediklerini.Peri baktı.Baktı ama göremedi evsiz üşüyen çocuğu, aç sokak kedisini…Ne görebildi ne de duyabildi.Sadece hissetti hayal perisi tüm bunları.Hisleri kalbinde birikip de göğsünü zorlayınca bir hıçkırık koptu geldi içinden.Gece karanlığında bir bu çığlıklar duyuldu bir de karşı dağda son nefesini veren ceylanın inlemesi.
Hayal’in durduğu yer,bir pencere camı esasında ama ona bir uçurum oluyor burası Düş ülkesinde.Düş ülkesindeki uçurum kenarında Hayal,şimdi ya hayal perisi olmalı ya da sadece peri, ama ‘Hayal’ adı bu ülkeye ait değil.Esameler de diyardan diyara değişiyor.

Peri, bir isim fısıldayamadı rüzgarın kulağına.Canın acımasına da bir isim veremedi.Sustu.Bir cennet yamacından cehennemi izler gibiydi.Gene düşmekten korktu.Uçuruma meydan okudu ama sesi titredi.Gene yıldızlı bir gece karanlığında o uçurumun kenarına tutunmaya çalışırken ayaklarının kaymasından ve düşmemek için can havliyle tutunmaya çalıştığı dikenlerin ellerini parçalamasından.Baktı durdu karanlığa ve özlem duydu aydınlığa…

Gözleri alışınca zifiri karanlığa ancak seçebildi bir cennet ırmağı gibi akan dereyi,derenin suyunda yüzen renkli balığı ve sonra yine uçurumun dibinde buldu kendini.Bu kez mecburiyetten değil de meraktandı.Düşüş değil de inişti…En önemli soruları hep uçurum diplerinden toplardı peri,Bu kez de bir soru can buldu damarlarında.Beyninde akan kan durdu.Duran,kan değil de beyniydi sanki.Gene de sorabildi soruyu.Hani şu yıldızlara tebessüm ettiği anda bir ceylanın can verdiği zamanda aklına doğan soruyu.”Hekim” dedi yıldızlara bakıp.”Ya sen olsaydın benim yerimde.Ne yapardın kullanır mıydın bu iksirleri? Ya bilinmez zararları varsa tüm bunların? Sen bilir misin? Sen de bilmezsin! Ne yapmalı öyleyse hekim? kabullenilmeli mi başa gelen, razı mı olunmalı kaderden? ”

Sustu.Daha fazla diyemedi peri.Elleri avuçlarında terledi.Ama gene de sevindi peri.Akan terdi.Kan değil…


Yorgundu.Yorgunluğun son-ucu suskunluktu.Sustu.Suskunluğuna boğuldu.Yıldızlara masal anlatırken ama masalın sonunu bir türlü mutlu bitiremezken doldu.Gözleri doldu.

Ademle Havva’dan bu yana bir birine örtü olan kaç beden gelmişti bu evrene? Kaç can yasak meyvenin bir ısırığıyla kovulmuştu yaratanın huzurundan, cennetten sürgün edilmişti bu dünya fenasına? Kaç anne kaç bebeği emzirmişti ak sütüyle? Hayal , daha böyle çok soru sordu kendi kendine.Önce kendi kendine, sonra ak kanatlı martıya, mavi dağ lalesine, beyaz kır çiçeğine…Önüne kim geldiyse değil ama ne geldiyse sordu peri.Kimseye sormadı çünkü; Kimse anlamazdı onun dilinden, bir dağ lalesi vardı mavisiyle gözlerini kamaştırırken onu dinleyen, bir de ak kanatlarını denizler üstünde gere gere gelen martı vardı halinden anlayan.Beyaz kır çiçeğiyse en çok perinin kalbi gibiydi.Temizdi. Beyazdı. Kırılgandı.

Masumdu peri.Ama ziyan olmuştu masumiyeti.Ellerine baktı, mavi gül dalından yapılma kalemlerle sayfalarca şiir yazan ellerine...Sonra bir cam kırığında kendi suretini izledi.Gün henüz geceye dönmemişti.Ayna karanlık değildi.Işık vardı.Suret de vardı haliyle.Mavi gül dalından yapılma kalemlerle boyanmamıştı perinin gözleri.Baktı yüzüne ve yıldızlı gecelerde masalar anlatırken karanlığa dalıp giden gözlerine.Kendi gözlerinde gördü kimsede göremediğini.Saf bir bakış,öylesine duru, öylesine içten.Kendinde buldu arayıp da kimselerde bulamadığını.Sessizce kanayan ellerindeki çocuk masumluğuna baktı uzunca.Dedi:”Anladım Rabbim masumiyet engel değil ateşle imtihan edilmeme.Ellerimin kanaması bundan.Canımın yanması,canımın çok yanması bundan.Ama şimdi duruldum bak.O kadar masumum ki tıpkı o ilk çocukluk yıllarımı yaşıyor gibiyim.Ayak bileklerime değen gölün suyu kadar durgunum şimdi.Sen de şahitsin bulanık bir kalp değil benimki.Bak ne kadar masumum.Tek isyan kelimesi barınmıyor dilimde.Masumum.Razıyım.Senden.Benden.Kaderimden razıyım..Sen de razı ol kelamımdan” Suya yazılmış bir şiiri okur gibi okudu bunları evrenin kalbine fısıldar gibi fısıldadı gölün derinliklerine.Bileğindeki gümüş halhal en ince yerinden kırılıp suyun derinlerine karışırken bir şeyler koptu perinin içinden.Küçük mavi bir nazar boncuğu vardı sol ayak bileğindeki gümüş zincirde o da karışıp giderken suya anladı bir kez daha sevdiği her şeyin bir gün onu sonsuza dek terk edebileceğini.Bir hüzün bulutu geldi oturdu göz bebelerine.Ağlamaklıydı sesi.Aldırmadı şarkılar fısıldadı rüzgara.Bir hıçkırık geldi düğümlendi boğazına.Aldırmadı tebessümler dağıttı gökyüzündeki bulutlara. Gün geceye döndü.Göl kenarında yürüdü..Beyaz eteğini gece karanlığının içine saldı.Gümüş halhal ayağına takıldı.Anladı ki her gidiş bir dönüşe gebeydi.Tıpkı her cevabın yeni bir soruya gebe olması gibiydi.Ama giden geri döndüğünde onunki bir mecburiyet oluyordu ve bu dönüşün bir kıymeti olmuyordu.Gümüş halhalın üstünden geçip giderken anladı peri , geride bıraktıklarına dönüp bir kez daha bakamayacağını.”Hoş çakallar” yerine çoktan ulaştıysa, ateş çoktan küle döndüyse geri dönüp közleri yeniden alevlendirmenin hiçbir manası olmayacağını.Yarım kaldıysa bile veda. Yakışmadıysa bile evvelde söylenmiş güzel sözlere.Bunun bir kıymeti olmadığını artık.Bilmediğinin kalbinde vuku bulmasıyla bilinci açılanlara mahsus bir tebessümle baktı semaya.Karanlıktı yer gök.Ama karanlık olmadan yıldızlar da olmuyordu.Yıldızları var kılan gecenin karanlığıydı.Bu demekti ki karanlık aynı zamanda aydınlıktı.Bir ürperti sardı perinin bedenini.Ruhunu üşüterek geçti rüzgar üstünden.Buruk tebessümü yüzünde dondu kaldı.Mavi gül dalları arasındaki gece yürüyüşü bitmişti.Eteklerinde bir yığın yaprak,saçlarında tomurcuğa durmuş erik çiçekleri…Öylesine güzeldi gecenin içinde.Bu sadece düşteydi.Gerçekte neden hep hüzünlerdeydi?



Bilinmez sorulara ardını dönmüşken şimdi, tüm bestelerin notaları aynı şarkıyı çağrıştırıyordu.Özlemle dolunca ruh, peri de kavuştu hayallerine yeniden.Hayaller ki onlarsız yaşanmazdı.Düşünmekten yorgun düşmüşlüğün dinginliğiyle bir nilüferi avuçladı Hayal perisi.Görünüşte dingindi peri.Kenarına uzanıp suyuna saçlarını saldığı göl gibi dingin…Ama içinde kopan fırtınaları bastırmak içindi sessizliği.Her şeye rağmen mutlu olmanın mücadelesini vermekti onunki.Yorgun düştü.Ağlamak istedi.Göz yaşları gölün suyuna karışsın istedi.Ama o kadar büyüktü ki yorgunluğu buna bile kalmamıştı mecali.Ağlayamadı.Bir gözyaşı damlacığı geldi.Sol gözünün kirpiğinde bekledi.Akıtmaya kıyamadığı gözyaşını nilüfer çiçeklerine akıttı peri.Nasıl da inatçıydı gözyaşları.Gözlerini yurt edinmişler hiç gitmeyecekmiş gibi tutunmuşlardı kirpiklerine.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Gece,hiç Bitmeyen Gece (Tek Gerçeğim Olur Musun)
Yağmurdan Sonra
Yıldız Kaydı: Hadi Bir Dilek Tut!
Uçuruma Atılan Taşlar
Uçuruma Atılan Taşlar - 2
Bir Mavi Kelebek
Uçuruma Atılan Taşlar

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Yokluğum Sen [Şiir]
Mutlu Prens [Deneme]
Beyaz Zambaklar [Deneme]
10 Kasımlarda Yaşamak [Deneme]
Kültürümüzle Barışmak [Eleştiri]


Hacer Aktaş kimdir?

Hayata umuduyla,hayalleriyle ve kalemiyle sarılan biri. . . Bazen ateşte denizlerde ilerleyen mumdan bir gemi. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Nazan BEKİROĞLU,Cemil MERİÇ,İskender PALA,Elif ŞAFAK,Oscar Wilde,Kemal SAYAR,Sezai KARAKOÇ


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hacer Aktaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.