Asırlık Lezzet 'Konyalı' Artık Başkent'te
Türk Mutfağı ve Osmanlı Mutfağı denince benim aklıma tek isim gelir: KONYALI
"Yazarlık, zorla kahve içip, zorla yazdığınız ama sonunda zorla bitiremediğiniz bir tür delilikti." – Franz Kafka"
"Yazarlık, zorla kahve içip, zorla yazdığınız ama sonunda zorla bitiremediğiniz bir tür delilikti." – Franz Kafka"
Türk Mutfağı ve Osmanlı Mutfağı denince benim aklıma tek isim gelir: KONYALI
Piyerlotiye ilk gidişimdi. Bir akşam üstü gördüklerim beni derinden etkiledi Ancak bu güzel mekan neden bir Türk değil de bir yabancının ismiyle anıllıyordu. Hayıflandım ve kaleme döktüm
‘Şu kedilere bak, ne kadar uzun bacakları var hepsinin’ diyorum Ayhan abiye. ‘Bütün Türk kedileri uzun bacaklı, bizim oradakilerin hepsi bastıbacak demişti bana bir Alman turist bir defasında’ diye ekliyorum. Sadece Ayhan abi değil
Tayfun TALİPOĞLU'nun Yol Hikayelerini ben de dinlerdim pekala, ama hiç kendimi
o kompozisyonda hissetmemiştim açıkcası, ta ki Afyondan Eskişehir’e gidene kadar.
Ege gurbet değil mi? Yazdım ya Antalya’da geçen zaman için, ‘Gurbet elde bir başıma...’ diye. Aman ne mesajlar ve ne telefonlar geldi bilemezsiniz. Yorumlar ilginçti. Bıkmışım rehberlikten, ne kadar özlemişim Istanbul’u vs vs.
Türk kültürünün, Türk mührünün izlerini taşıyan coğrafyalardan birinde; hasbelkader bulunma bahtlılığını yaşayan bir faninin, o coğrafyayla ilgili notlarından bir bölüm.
Şehirlerin de belli bir kimliği ve karakteri vardır. Bu kimlik tarihi süreç içerisinde oluşur. Bunun oluşumunda tarihî şahsiyetler, şairler, yazarlar ve bütün sanatçılar aktif rol oynarlar. Asırların birikimleriyle oluşan bu kimlik korunmalı ve geleceğe taşınmalıdır. Kentlerin bu özgün kimliğini modernleşme adı altında heba etmemeliyiz. Şehirlerin tarihî ve tabiî
beşiktaş gözün ya da kulağın sadece görevini yaptığını zannettiği o anlar... bir ses, görüntü, çağrışım. kimsenin adını bile koyamadığı, yalnız hatırlamıyoruz diyebildiği karanlık zamanlara şimdi bu denizdeki dik simge, yeniden tanıklık ettiriyor tarafsız
Düşünceleri sürülemezdi insanın. Evet ,bedeni sürülmüştü. Aitlik eki yoktu adının sonunda. Öylesine yalın...
Her şeye rağmen Törük Utca’nın tepesindeki türbeden, yeniden kilise çanlarına dönüştürülmüş Kanuni’nin top güllelerinden başka iz taşımayan Estergon’a kadar ulaşan Tuna Nehrine, gül yaprakları döküldüğünü görmüyor kimse.
Sizi, Anadolu’nun henüz keşfedilmemiş bir yöresine, aşk ve doğurganlık tanrıçası Anaitis’in yurduna çağırıyoruz.
İlk Söylediğimdir, Bu.
Şaire şiir olmak; şiire ilham olmak… Bu sevdaya dil-bend olmak; her dem bülbül-i şeyda olmak…
“Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Ben de çıkar güneş aydınlığa Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi Seni hatırlatır her zaman bana Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi” …
Her şehrin bir rengi vardır çünkü. İnan bana vardır! Ve her insanın bir rengi... İkisinin birbirine izdüşümü gibidir, sokaklar.
Kulağımda erguvan seslerin var hala.. Kül rengi sahillerinde dolaştığım, adına kara yapıştırılmış beyaz şehrim.. Hoş geldin gözlerime.
Hiç tanımadığın bir yerde kendi hücrelerinle öylece başbaşa kaldın mı?
Dünyada bir İstanbul, İstanbul'da bir Beyoğlu, Beyoğlu'nda bir kule. Uzaktan öyle yorgun ve yaşlıca göründüğüne bakmayın siz. Tarihin, İstanbul'un omuzuna yüklemiş olduğu ağır sorumluluğu taşıyor sırtında yüzyıllardır.
prostak tım ucube beynime.el edindim çiçeklerime,önce duymadı sonra görmedi.anladım insandı..
Uzun zaman oldu İstinye’ye gitmeyeli...
O gemi, liseli aşıklar
Yalnız kadın hala orada mı…