
Maviler ve Kırmızılar (1. Bölüm)
Önce bıyıklarımızı beğenmediler, sonra sakallarımızı...
Hem de yumruk yedik, sopa yedik kardeş dediğimizden.
Önce bıyıklarımızı beğenmediler, sonra sakallarımızı...
Hem de yumruk yedik, sopa yedik kardeş dediğimizden.
Sabah olmuş,günün peçesi kalkmış,güneş yüzünü göstermeye başlamıştı.Şehir uyanıyordu,arabalar,insanlar yolları doldurmaya başlamıştı.''Bizim güneşimiz ne zaman doğacak acaba'' diye düşündü Eda;''ne biçim bir iş bu,güneş istedikçe gece oluyor'' Sedef'in gözlerinden akan yaşları görmüştü.Çok zordu çaresizlik çok...Seslerın sözlerin kifayetsiz kaldığı anlardı bunlar.Acı sesle ya da harfle anlatılmıyordu,ancak yaşandığı zaman tanımlanabiliyor,''budur'' denilebiliyordu..Önce
Geçmişe bakar mısınız; O mümtaz ve muteber şahsiyetler, meşhur şairlerimiz ömürlerinin en güzel ve verimli çağlarını sürgünlerde veya mahpus damlarında geçirmişler!..
Ne dersiniz, şair olmaya talip olmak isteyen var mı?...
-“Lanet olsun!”
Yere tükürdü. Şaşkındı, sinirden tekrar ağlayacaktı. Kendine mani olmaya
çalıştı; başaramadı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bazen kesilen nefesini düzenlemek için duruyor ve tekrar. Eline geçen bir şeyi fırlattı. Küfürleri hıçkı
"Körebe Medyası Genel Müdürüyle konuştum az önce. Sana uygun bir iş verecek!"
"Olamaz!..." kelimesi; istem dışı ağzından dökülen bir sevinç çığlığıydı.
Patrokoz, bir eğitmen edasıyla, "Yazgının, insanı nereye götüreceği, karşısına ne sürprizler çıkara
Nazikçe bayanın omuzuna dokunuyorum, 'aman Tanrım bu olamaz ' diye yüksek sesle bir cümle kuruyorum ve kadın haklı olarak 'bir şey mi oldu beyefendi' diyor. Gözlerime inanamadım , bu o kadın, rüyamdaki kadın, gözleri o kadar parlak ve güzel ki. Dudakları,
Koca Tuğrul, yaşlı kılıç ustası, mağaranın sol yanında kurulu demirci ocağının başında, terlemesine aldırmadan, elinde ki kılıç taslağına biteviye çekiç sallıyordu.
Çöpe dökülen küller, yağmurla inen duman... Çamurlu akaçların birleştiği köşelerde kavuşsalar da ıslak ve soğuk bir bulamaç olmaktan öte gidemezler. Çamın esrarı akşamda kalır... Ayrılık bu işte.
Her şey ezelde başladı...Yedi kat yukarıda oturduğum yerden aşağılara baktım ve "Karar verdim, dedim. Aşağıya inmeye gönüllüyüm." Bildiğim her şeyi unutacaktım. Göklerdeki evimi, nereden geldiğimi, kim olduğumu, her şeyi.Yalnızca bir tek şeyi hatırlayabilecektim: Sevgiyi...
Her gün bir önceki gün için gelecektir... Yani 2854 de şimdi için yarın olabilir.
Ölü sivrisinek desenli kapıdan sigara kokan salona girdiğinizde karşınıza çıkan manzaraya en uygun sıfat ‘curcuna’dan başkası değildi.
2007 Oğuz Atay roman ödülüne layık görülen İhsan Oktay ANAR’ın Suskunlar romanı 17.yüzyıl İstanbul’unu ve çevresini anlatmaktadır