|
• İzEdebiyat > Deneme > Din |
101
|
|
|
|
Her yeni gün, iman sahibi bir insan için Allah'ın varlığını ve kudretini daha derinden anlaması için eşsiz bir fırsattır. Allah, kainatta her varlığı ve olayı "ayet" olarak yaratmıştır. Bu ayetler, Allah’ın birliğini ve sonsuz kudretini anlamamız için birer işarettir. Kur'an'da geçen bu ayet kavramı, sadece ilahi kitabın ayetlerini değil, aynı zamanda yaratılışta ve günlük hayatta karşılaştığımız tüm delilleri ifade eder.
|
|
102
|
|
|
|
Kölelik, tarih boyunca çeşitli toplumlarda var olmuş ve insan haklarına aykırı bir uygulama olarak devam etmiştir. İslam’da da kölelik ve esirlik meselesi yanlış anlaşılmış ve doğru yorumlanmamıştır. Bu makalede, İslam’daki kölelik ve esirlik kavramları arasındaki farklar, İslam’ın kölelik konusundaki duruşu ve bu konudaki ayetler üzerinde durulacaktır. |
|
103
|
|
|
|
Kandil gecelerinin kutlanması, özellikle Müslüman toplumlar arasında yaygın bir gelenek haline gelmiştir. Ancak bu kutlamaların Kur’an ve İslam'ın temel öğretisiyle ne kadar örtüştüğü ve ne kadar doğru bir şekilde icra edildiği üzerine çeşitli tartışmalar bulunmaktadır. İslam’ın özünden sapmadan bu meseleye yaklaşmak, sadece dini ibadetleri değil, toplumsal değerleri de doğru bir şekilde anlamayı gerektirir. İslam’da, bir şeyin güzel veya doğru olup olmadığını belirlemede ilk ve en önemli kaynak, şüphesiz ki Kur'an'dır. Kur'an, İslam'ın öğretilerinin temel kaynağıdır ve her konuda Müslümanlara rehberlik eder. Bu bakımdan, herhangi bir ibadet veya kutlama, özellikle Kur'an'da yer almıyorsa, İslam'ın özüne uygun olmayabilir. Kandil gecelerinin ihya edilmesi, Kur'an'da doğrudan bir öğreti olarak bulunmamaktadır. |
|
104
|
|
|
|
Müslümanlar, hayatlarının her anında Allah’a güvenmeyi, O’na teslim olmayı ve her türlü zorlukta Allah’a sığınmayı bir inanç ve yaşam biçimi olarak benimserler. Bu, yalnızca dini bir yükümlülük değil, aynı zamanda kalpten bir teslimiyet ve ruhsal bir huzur kaynağıdır. Mümin, Allah’ın her şeyin yaratıcısı ve mutlak denetleyicisi olduğunu bilir ve O’na güvenerek her türlü kaygıdan arınır. İman, sadece bir bilgi değil, aynı zamanda kalbin ve aklın birbiriyle uyum içinde olduğu bir yaşam tarzıdır. Müslümanın Allah’a güveni, her şeyin O’nun bilgisi dahilinde olduğunu ve her olayın, her yaratılışın bir hikmet taşıdığını kabul etmesidir. Müslüman, Allah’a güvenmenin ne kadar önemli olduğunu, Kuran’daki ayetlerden derinlemesine öğrenir. |
|
105
|
|
|
|
Hayat, karşılaşılan zorluklar ve kolaylıklarla bir yolculuk gibidir. İnsan, bu yolculukta kimi zaman yokuş yukarı çıkar, kimi zaman düz yolda yürür, kimi zaman da yokuş aşağı iner. Ancak bu iniş çıkışların arkasında Allah’ın hikmet dolu bir düzeni vardır. İnşirah Suresi’nin şu ayeti, bu gerçeği en güzel şekilde ifade eder: "Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır." (İnşirah Suresi, 6) Bu ayetin iki kez üst üste tekrarlanması, müminlerin bu ilahi vaade tam anlamıyla inanması ve güvenmesi içindir. Çünkü Allah, kullarına zorlukların ardından kolaylıklar nasip edeceğini vaat etmiştir. Bu vaat, bir müminin hayatında umut ışığıdır ve en karanlık anlarda bile sabretme gücü verir. Allah, dünya hayatını bir imtihan yeri olarak yaratmıştır ve bu imtihanın içinde zıtlıklar barındırır: darlık ve bolluk, gece ve gündüz, yaz ve kış... Bu zıtlıklar olmadan, hayatın anlamı ve hikmeti tam olarak kavranamazdı. Eğer sürekli kolaylık içinde yaşasaydık, sabır ve şükür gibi yüce ahlakları öğrenemezdik. Darlık olmasaydı bolluğun, kış olmasaydı baharın kıymetini bilemezdik.
|
|
106
|
|
|
|
Şirk İslam’ın temel öğretilerine aykırı bir şekilde Allah’a eş koşmak veya O’na ortaklar koşmak olarak tanımlanır. İslam’da Allah’ın birliği (Tevhid) en kutsal inançken, şirke düşmek ise dini hayata dair en büyük tehlikedir. Şirk, iki ana türde incelenebilir: itikadî (inançsal) ve amelî (eylemsel). İtikadî şirk, bir kişinin inançlarında Allah’a ortak koşması iken, amelî şirk ise davranışlar ve günlük hayatta uygulamalarda Allah’ın iradesine tam teslimiyetin yerine başka unsurlara başvurmayı ifade eder. Bu yazı, şirk ve müşrik türlerinin detaylı bir analizini sunarak, bu kavramların İslam toplumlarındaki etkilerini inceleyecektir.
İtikadî şirk, bir kişinin doğru inançtan sapması ve Allah’a eş koşmasıyla ortaya çıkar. İslam inancında, Allah’ın birliği ve mutlak egemenliği temel bir ilkedir. Bununla birlikte, geleneksel din anlayışları, kültürel öğretiler ve mezhepler bazen bu temel ilkeyi zedeleyebilir. İtikadî şirk bireylerin, Kur’an ve vahiyden ziyade gelenekleri, kültürleri ve mezhebi yorumları daha önemli kabul etmeleriyle başlar. Bu kişiler genellikle hadis ve mezheplerin, İslam’ın temel kaynakları olan Kur’an ve vahiyden önce geldiğine inanır ve bu yanlış anlayışlarını bir inanç sistemi haline getirirler. Bu durum bireylerin doğru inançları benimsemesini engeller ve onları şirke düşürür. İtikadî anlamda vahyin yeterli olmadığına inanan kişiler hadis ve mezhepleri kabul ederler. Ancak Allah’ın her şeyi kontrol ettiğini tam olarak kavrayamazlar ve duygusal, romantik tavırlar sergileyebilirler. Amelî şirke düşmüş olan bir kişinin doğruyu bildiği halde yanlış yaşaması onun inançsal anlamda eksiklikler taşıdığı anlamına gelir. Bu tür insanlar, mezhepleri kabul etseler de Kur’an’daki Allah tasavvurunu tam anlamadan hareket ederler ve dolayısıyla şirke düşerler.
Amelî şirk kişinin Allah’ın iradesine tam teslim olamaması ve başka unsurlara yönelmesiyle ilişkilidir. İtikadî şirke kıyasla daha az belirgin olsa da günlük hayatın her anında şirkin etkileri gözlemlenebilir. Amelî şirk kişinin içsel dünyasında yaşadığı zaaflarla başlar. Üzülme, öfkelenme, Allah’ın yarattıklarından memnun olmama gibi tepkiler amelî şirkin tipik özelliklerindendir. Ayrıca karşı cinsin aşırı yüceltilmesi veya hayatın merkezine alınması da amelî şirke dair bir diğer önemli örnektir. Bu tür kişiler her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu tam olarak kavrayamamış ve yaşamlarını Allah’ın koyduğu ölçülere göre düzenlememişlerdir. Birçok günlük davranış bozukluğu amelî şirke işaret eder. Kuran ahlakı ile bağdaşmayan her türlü davranış şirkin izlerini taşır. Bu kişiler doğruyu bildikleri halde yanlış bir yaşam tarzı benimserler ve dolayısıyla İslam’ın temel ilkelerinden sapmış olurlar. |
|
107
|
|
|
|
Tarih boyunca insanoğlu, bir düzen içerisinde yaşama ihtiyacı hissetmiş ve bu düzeni sağlamak adına yöneticiler tayin etmiştir. Ancak zamanla bu düzenin sağlanmasında adaletten sapmalar, güç ve otorite hırsı gibi zaaflar ortaya çıkmıştır. Yönetici ile yönetilen arasındaki ilişkinin temeli, Kur’an ışığında adalet, eşitlik ve hizmet anlayışına dayanır. Ancak bu değerler çoğu zaman unutulmuş, yönetilenler köle, yönetenler ise efendi gibi davranmıştır. Bu durum, İslam’ın ortaya koyduğu ilkelerle bağdaşmamaktadır. |
|
108
|
|
|
|
Kur’an, insanları hakka ve adalete çağıran ilahi bir rehberdir. Ancak tarih boyunca bazı bireyler ve topluluklar, kendi inançlarını ve kültürlerini Kur’an ile uzlaştırmaya çalışarak bu ilahi rehberi tahrif etmeye kalkışmışlardır. Gelenekçi yaklaşımlar, din anlayışına kültürel ve tarihsel öğeler katarak Kur’an’ın saf mesajını gölgeler. Bu durum, Kur’an’a uyum sağlamak yerine onu kendi isteklerine uyarlama çabasına dönüşür. Kur’an, böyle bir tutumu açıkça kınar ve insanları kendi uydurdukları yanlış inançlardan sakındırır. |
|
109
|
|
|
|
İslam tarihi ve Kur'an, toplumsal yapılar, gelenekler ve kültürler üzerine derinlemesine mesajlar sunar. Bu bağlamda, Nebimiz İbrahim'in babası ve kavmiyle olan diyalogları, toplumsal cinsiyet, gelenek ve putperestlik üzerine önemli dersler içerir. Özellikle, Enbiyâ Suresi’nin 52. ayetinde geçen "Hani babasına ve kavmine demişti ki: 'Sizin, önlerinde bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir?'" (Enbiyâ, 52), İbrahim’in karşılaştığı toplumun inançları ve toplumsal yapısı hakkında derin bir içgörü sunmaktadır. Ayet, sadece putperestliğe karşı çıkan bir mücadelenin simgesi değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet ve erkeğin toplumsal etkisiyle ilgili önemli bir soruyu gündeme getiriyor. |
|
110
|
|
|
|
İman, bir insanın kalbinde inançla yerleşen, akıl ve vicdanla doğrulanan, bilerek ve sorgulayarak kabul edilen bir olgudur. Ancak, bu iman sadece geleneksel bir biçimde, ataların izinden giderek değil, düşünerek, sorgulayarak ve kainatın yaratılışını tefekkür ederek olmalıdır. Kur'an-ı Kerim, bu tür derin bir iman anlayışını, atalarına körü körüne bağlı kalmanın ötesine geçip aklını ve vicdanını devreye sokarak doğru yola ulaşan bir inanç biçimi olarak tanımlar. İman, seküler, laik veya geleneksel itikadın bir sonucu olmamalıdır. |
|
111
|
|
|
|
Herkes gibi benim de uzakta, çok uzaklarda sevdiğim, değer verdiğim insanlar var. Ne zaman onlar için dua etsem gözümün önünden yaşadıklarımız film şeridi gibi geçer ve onlar için dua ederek tüm özlemimi, hasretimi gidermeye çalışırım…
|
|
112
|
|
|
|
İnsanın varoluşunu ve hayatta karşılaştığı zorlukları derinlemesine düşündüğümüzde, insanın Allah’a sığınma şekli, onun içsel dünyasını ve inancını anlamada önemli bir ipucu sunar. Bu noktada, "Gemiye tekrar binene kadar!" ifadesi, bir insanın yaşadığı güçlükler ve içsel mücadelelerin, Allah’a olan samimi yönelimle nasıl şekillendiğini anlatan güçlü bir metafordur. İnsan, zor durumda kaldığında Allah’a dua eder ve ona sığınır; ancak bu dua, bazen içten bir teslimiyetin sonucu değil, sadece bir çıkış yolunun arayışıdır. |
|
113
|
|
|
|
İnsanın hayatında en kıymetli sermayesi, şüphesiz zamanıdır. Ancak bu zaman, çoğu zaman fark edilmeden, boş ve amaçsız uğraşlarla heba edilmektedir. Günümüzde, özellikle medya ve televizyon aracılığıyla insanlara sürekli olarak sunulan cinayet programları, dedikodu içerikleri ve amaçsız tartışma programları, bireyin ne dünya hayatına ne de ahiretine bir katkı sağlamaktadır. Bu tür programlar, insanları sadece oyalar ve asıl hedeflerinden uzaklaştırır. |
|
114
|
|
|
|
Kur’an, insanlığın hem dünya hem de ahiret saadetini hedefleyen ilahi bir rehberdir. Ancak ne yazık ki, birçok insan Kur’an’ın mesajından uzak bir şekilde yaşamaya devam etmekte ve İslam’ı kültürel gelenekler, mezhepler ve hadislerle sınırlandırarak gerçek huzuru bulamamaktadır. Oysa kalplerin huzura ermesi, yalnızca Kur’an’ın rehberliğinde, Allah’ın zikriyle mümkündür. |
|
115
|
|
|
|
İslam’ın temel kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Bu gerçek, hem ayetlerle hem de akıl ve mantık ilkeleriyle desteklenmektedir. Ancak tarih boyunca, Nebimiz Muhammed’in sözleri olduğu iddia edilen hadisler, İslam’ın ikinci kaynağı olarak kabul edilmiş ve zamanla dinin merkezine yerleştirilmiştir. Hatta Ebu Bekir Sifil gibi bazı kişiler tarafından birinci ve asıl geçerli kaynak haline getirilip Kur'an'ın inkâr edilip hadislerin kabul edilmesi gerektiği iddia edilmiştir. |
|
116
|
|
|
|
Gaflet, insanın Allah’ın emirlerinden uzaklaşması, gerçeklerin farkında olmaması ve hayatını bilinçli bir şekilde yönlendirmemesi durumudur. Bu tehlikeye karşı en etkili çözüm, Allah’ın kullarına yol gösterici olarak indirdiği Kuran’ı okumak ve üzerinde düşünmektir. Kuran, sadece bir ibadet aracı değil, aynı zamanda insanın hayatını şekillendiren, ona doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü öğreten bir rehberdir. Kuran okumak, insanı Allah’a yaklaştırarak, O’nun üstün ilim ve kudretini kavramasına vesile olur. Bu kavrayış, kişinin dünyaya bakış açısını değiştirebilir, içsel huzura kavuşmasına yardımcı olabilir ve gafletten korunmasını sağlar. |
|
117
|
|
|
|
Toplumda sıkça karşılaşılan bazı inançlar ve görüşler, dini öğretilerle çelişebilmektedir. Özellikle Ramazan ayıyla ilgili olarak şeytanın oruç tuttuğu veya zincire vurulduğu gibi iddialar, doğru anlaşılmayan veya yanlış aktarılmış bilgilerden kaynaklanmaktadır. |
|
118
|
|
|
|
İnsanoğlunun varoluşuyla birlikte, bilgi arayışı ve gerçekleri keşfetme çabası da başlamıştır. Fakat bu arayış, yalnızca dış dünyayı anlamaktan ibaret değildir; aynı zamanda insanın iç dünyasında, kalbinin derinliklerinde ve ruhunun inceliklerinde bir yolculuğa çıkmaktır. Bu yolculuk, Allah’ın kelimeleriyle şekillenir. Kur'an’ın bize sunduğu derinlikli anlamlar, insanın varlıkla, toplumla ve tarihle olan ilişkisinde en temel referansları oluşturur. |
|
119
|
|
|
|
Günümüz toplumunda, "cahiliye" terimi genellikle bilgiden yoksunluğu, kültürel ve manevi boşluğu ifade etmek için kullanılır. Bu terim, bazen geçmişteki cahiliye dönemine atıfta bulunsa da, günümüzde de modern toplumun bazı kesimlerinde benzer bir "cahiliye yaşamı" ve anlayışı gözlemlenebilmektedir. Bu yazıda, "Cahiliye Kadını" ve "Cahiliye Erkeği" üzerinden, toplumsal eleştirilerin ve bireysel yetersizliklerin nasıl şekillendiğine dair bir analiz yapılacaktır. |
|
120
|
|
|
|
Müslümanların kardeşliği, yalnızca sözle değil, iman, amel ve tavırla ortaya konulması gereken bir bağlılık ve dayanışma ilişkisidir. Bu kardeşlik, Kur’an merkezli bir hayat anlayışını esas alır ve yalnızca Kur’an’daki İslâm’ı yaşayanlar arasında gerçek anlamını bulur.
Kur’an, İslâm’ı yaşamak için yeterlidir. |
|
|
|