Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. -Antonie de Saint-Exupery |
|
||||||||||
|
Kalabalık. Nereye baksan, ne yana baksan, ne tarafa adım atsan, aynı yöne yüzlerce insan adım atıyor. Bazen korkuyorsun, bazen kaybolmak istiyorsun, bazen de tanımlayamadığın bir çok duygu yanaşıyor yamacına. Yüzler görüyorsun, sadece akıyorlar etrafında. Sesler duyuyorsun, sadece yükseliyorlar göğe doğru. Bir mana vermeye kalkışırsan her birine, çıldırırsın. İnsanlar, hakikaten, aynı anda bir çok yerde olma çabalarıyla, hayatlarını tüketiyorlar. Bazen ciddi manada çıldırası geliyor insanın, çıldırasım geliyor. En çok yemek satan dükkanların önünde kalabalıklar var, görüyorsun. Sonra da mağazaların. Ayakkabı mağazaları, giyim mağazaları, takı mağazaları, bakım ürünleri satan mağazalar, eczaneler, alışveriş ve ‘yaşam’ merkezleri. İnsanlar sanki bir şeyleri kaçırmaktan korkarcasına saldırıyorlar buralara. Sanki ‘elde etmezse ölecek’ hastalığına tutulmuşlar. Ve tüm bu kargaşada, bu koşuşturmacada, satıcılar, tezgahtarlar, çöpçüler, dilenciler, sokak çocukları, tinerciler, ayrıca ekmeklerinin derdinde. Çok büyük bir kargaşa bu, kendi içinde bir zıtlık içerisinde. Aynı anda hem varlık hem de yokluğu taşıyor bünyesinde bu sonsuz gibi gelen kalabalık. Sıkılırsın, bunalırsın, yutacakmış gibi gelir tüm bu gördüklerin, duydukların, hissettiklerin. Ama oradasındır, kurtulamazsın, çekip kurtaramazsın zihnini bu meşgul edenlerden. Belki de en can sıkan tarafı, hiç istemesem bile, biraz önce anlattığım o hengameyi yaratanların içerisinde oluyor olmamdır, bilemiyorum. Bir yerlerde bir şeyler yeme telaşına, giyecek bir şeyler varken yenilerini bulma, alma yani tüketme arayışına istemdışı da olsa katılıyor olduğumu gördükçe, yaşadıkça, sıkıldıça, fark ettikçe içim buruluyor. Gözlerinizi kapattığınızda görüntüden kaçabilirsiniz ama zihninizdeki düşünce(ler)den asla kaçamazsınız. Bu gerçekliği yaşıyorum saatlerdir. Artık eşlik ettiğim kız arkadaşım ve diğer arkadaşımla dükkanlara girmek istemiyorum. Sıkılıyorum, sıkılırsınız bir süre sonra zaten bu tarz şeylerden. Kapıda gözlerimin önünden akıp giden kalabalığın sesini dinliyorum. Bir aşağıya bir yukarıya akıyor insanlar. Takip edemiyorum. Sokak şarkıcıları şarkılarını söylüyor. Müzik aletlerini çalıyor. Seslerin üzerinde bambaşka müzikal sesler. Müziğin fonunda insan sesleri var. Bambaşka bir sanat eseri gibi duruyor karşınızda. Kendinizi ortamdan soyutlayıp, gökyüzüne karışan bu seslerle uzaklaşıyorum bi nebze de olsa oradan. Bu esnada çıkıyorlar mağazadan, bir başka mağazaya yürüyoruz. Hava soğuk, ciğerlerden buhar atılıyor dışarıya. Bir başka mağazaya giriyor kızlar. Yine dışarıda bekliyorum. Mağazanın önünde yaşlı bir amca oturuyor. Üzerinde mont yok, sadece ceket var, eskimiş, saçaklanmış. Kolunda bir kolluk, okumaya çalışıyorum başımı yana çevirip; ‘görme engelliler derneği’. Mağazanın kapısının yanında bir taşa oturmuş, dizlerinin üzerinde o güne ait gazeteler. Saate bakıyorum, saat akşam 10’a geliyor. Düşünüyorum, kim alır bu saatte gazeteyi de bu gariban evine ekmek götürür. Sonra kendimi getiriyorum gözlerimin önüne. İşimde bazen yaşadığım memnuniyetsizlikleri düşünüyorum, etrafımda gördüğüm, duyduğum insanları düşünüyorum. Bu esnada bir kadın gazete alıyor adamdan. Adam mahçup nasıl teşekkür edeceğini bilemiyor. Kadın adamın eline dokunuyor, mutlu oluyor eskimiş çizgilerle dolu yüzü adamın. Sokak müzisyeni o esnada klarnetiyle bir ağıt yakıyor sanki, bu adamın ağıtını. Yanına gidiyorum, oturuyorum taşının yanına. Fark ediyor beni, ‘Amcacım, nasılsın, üşümüyor musun, hava çok soğuk’ diyorum girizgah olarak. ‘İyiyim, siz nasılsınız, üşüyorum ama ne yapayım ekmek parası.’ diyor. Allah’ım nasıl kibar. Kendini beğenmiş, bir halta yaradığına inan fakat güzel ve pahalı ve paralı olmak dışında bir özelliği olmayan insanların ders alması gerekir amcadan. ’10 dakikadır seni seyrediyorum amcacım, bi kişi aldı daha gazete, bitirebiliyor musun gazeteleri gidene kadar?’ diyorum. ‘Bitiremiyorum, bitiremiyorum ama ne yapayım, kimseye el açmıyorum, alanın gönlünden ne koparsa.’ diye yanıtlıyor. Anlatmaya başlıyor, ‘ Topkapı’da oturuyorum, bodrum katına 350 TL veriyorum kira olarak, bazı aylar veremiyorum, denkleştiremiyorum parayı.’ Yumrular birikiyor boğazda. ‘Bi oğlum var felçli doğuştan, yatalak. Karım desen 15 senedir hasta, kendine bakamıyor doğru düzgün. Ne yapayım oğlum, dileneyim mi?’ dizindeki gazeteleri düzeltiyor. ‘En güzelini yapıyorsun amcacım, eli ayağı tutup da çalışmaya üşenenler var memlekette, çalmıyorsun, etmiyorsun bu yaşında dimdik ayaktasın bak’ diyorum. Sesim titriyor. Anlatıyor o, ben dinliyorum. Birikiyor yoksulun içinde dert, kimse dinlemiyor çünkü onları, yoksul görünce içgüdüsel olarak kaçıyor varlıklı ‘insan’lar. Dinleyeni olmadığı için de, kendisini dinleyeni bulduğunda anlatma gereksinimi hissediyor. Gazeteleri nereden aldığını anlatıyor, otobüse nasıl bindiğini, Topkapı’dan Taksim’e Taksim’den Topkapı’ya nasıl gittiğini anlatıyor tek tek. Gözlerim dolu dolu, elini tutup dinliyorum amcayı. ‘Ben de bi tane alayım amca’ diyorum ‘o kadar sohbetini bölüştün benimle.’, ‘al birini Hürriyet var Sabah var’ diyor. Birini alıyorum, cebimden çıkarıyorum parayı. Eline tutuşturuyorum. ‘Kaç para bu çocuğum’ diye soruyor, söylüyorum. ‘Bunu bana mı veriyorsun’ diyor, inanamıyor önce. Gönlümden koptu diyorum. ‘Sen ben sevindirdin ya, Allah da seni sevindirsin’ deyince gözümden akan yaşa engel olamıyorum. Kızlar çıkıyor mağazadan. Amcayla konuştuğumu görüyorlar, gülümsüyorlar bana. Onlar gelince vedalaşıyoruz amcayla, öpmek istiyor beni, sarılıp öpüyorum amcayı. Dönüp bakıyorum, gözlerinin altını siliyor. Bir yumru daha. Ağlamak istiyorum cadde boyunca yürürken, Orhan Veli diyor ya bir şiirinde ‘serde erkeklik var, ağlayamam’ diye, o vaziyetteyim. Dolmuşa biniyoruz, o akşam çıkmıyor aklımdan amca. Ne zaman aklıma gelse oturuyor yumru boğazıma. Günler geçiyor, o yumru hala boğazımda. Bu yazıyı yazarken yumru alışıldık yerinde, o gün tuttuğum göz yaşlarım ise akıyor gidiyor gözlerimden. Yokluğun acısını, varlık içindeki, görmeden, yaşamadan, hissetmeden bilemez. Hayatın gidişatı ve adaleti ve düzeni böyle.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Caner Almaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |