Dünya hayal gücünün tuvalinden başka birşey değildir. -Henri David Thoreau |
|
||||||||||
|
Kapıya çıktım, yola baktım, geri içeri girdim. Tekrar çıktım. Çömeldim, volta attım, hayal kurdum, geldiğinde şöyle sarılacağım böyle öpeceğim falan dedim kendi kendime, sonra yeniden içeri girdim. Çok sert bir kahve hazırlayıp tekrar dışarı çıktım, kolumdaki saate baktım. İçeri girip duvar saatine ve masa saatine de baktım. Aralarında çok fark yoktu. En geri olana ikna oldum. En ileri olan kol saatimle en geri olan masa saatinin aralarında iki dakika vardı. Kol saatimi beş dakika geri aldım. Sokaktan bir Allah'ın kulu geçmiyorken, Allah'ın bir kulu olarak bekliyor olmak... Allah'ın bir kulu ile bir Allah'ın kulunun tanışması ilginç olabilir miydi? Olamazdı sanırım. En azından o sokakta. Planlanmış çok ilginç bir eylemin varlığını hatırlamıyorum. Buluşmamızsa tamamen plan dahilinde gerçekleşecek. Benim planım. O geçerken ben pusuda olacağım. Eylemden ziyade planlamanın kendisi zaman zaman ilginç bir hal alabilir. Gelgelelim şaşırma becerisini öfke duygusuyla takas etmiş birisi olarak benim bekliyor olmamdan ziyade onun gecikiyor olması, beni çok öfkelendiriyordu. Acaba gerçekten geç mi kalıyordu yoksa ben mi onun geç kaldığını iddia ediyordum? Geldiğinde ona, "buradan hep bu saatte geçiyorsunuz; acaba geç mi kalıyorsunuz, yoksa geçiş zamanınız bu mu?" diye soracağım. Öfkeme karşılık bir şey yapmayı düşünmüyordum. Olası gerginlik, bir kavgayı beraberinde getireceğinden ve kavga etmek de sınırlı zaman içinde en son isteğim olduğundan konuyu geçiştirmek en iyisi olacaktı (tabii eğer geç kalıyorsa). Anthony Hopkins, Legends Of The Fall adlı filmin bir sahnesinde tek gözünü kısarak sigarasını yakar, söndürmek için dirseğinden kolunu kırarak kibriti sallar ve atar. Oldukça karizmatik gelmiştir bu hareket bana. Hatta birkaç paketliğine hareketi çalışmışlığım da vardır. Vasati kırk hareket. Onu beklerken bu şekilde sigaramı yaktım ve yol ağzına çıktım, sağa sola baktım. Kahvemden bir yudum aldım, viski içmiş gibi yüzümü buruşturdum. Gerçekçi oldu. Ağzım çok yandı. Damağımın kavrulduğunu ve oradan iplik iplik etlerimin sallandığını farkettim. Dilimle kopartmaya çalıştım. Bir kuş ya da böcek sürüsü ya da daha fazlasının ağacın birinde şiddetle bağırmaya başladı. Can acısı çekiyor ya da bana kızıyorlarlarmış gibi bir hisse kapıldım. Aynı anda hem acıma hem meydan okuma hissi hasıl oldu. Önümdeki onlarca ağacın hangisinden sesin geldiğini araştırmaya başladım. Belki de bağıran böcek ya da kuş değil ağacın ta kendisiydi. Bunu anlamanın tek bir yolu vardı ve ben de o yolu bilmiyordum. Bir salak olma ihtimalimi gözden geçirdim. Ya ay kyu testlerinde başarılı ama hayattan bir halt anlamayan malın tekiysem? Mümkündü. İçimden, geliyor olduğuna dair hislerim güçlendi. Gözlerimi ufka dikip bekledim. Önce başını gördüm. Sol omzuna doğru yaklaşık yüz elli derecelik bir açıya sahipti. Sonra boynu, memeleri, tişörtünün eteği ve pantolonu. Kararsız adımlarına duyduğum hayranlık büyüdü. Yolun sağ tarafından sol tarafına geçişi daha çok teknik bir arızanın nedeni gibiydi. Bana doğru gelmemeye çalışıyor da bedenimdeki bir şey yüzünden bana doğru sürükleniyormuş gibi. Sahibini görmüş aç köpek gibi hissettim kendimi. Bir kuyruğum olsaydı kesinlikle sallardım. İçimdeki çılgınca mutluluğu yüzüme yansıtmadım. Buna gerek yoktu. İçimi gördüğüne emindim. Tanıştık. Adını söylemedi. İsim gibi detaylarla ilgilenmediğimi farkettim. Uzun ince parmaklarıyla saçlarının uçlarıyla oynadı. Bana bir şeylerden bahsetti. Heyecandan ve mutluluktan dinlemedim onu. Gözlerine baktım sadece. Ellerine. Sesini dinledim. Melodiyi, sözleri değil... Bir kez güldü. Gülerken utanmadı. Ben de güldüm. Bir süre sonra o gülüşün yüzüme yapıştığını farkettim. Gün sırası gelmiş kadın gibi sırıtıyordum. Mutluluğum artık yüzüme taşınmış, taşınmamış adeta taşıyordu. Gözlerim, dudaklarım, parmaklarım, ayaklarım, kalbim, kulak memelerim her şeyim mutluluktan vıcık vıcıktı. Gitmeye karar verdi, adını sordum giderken; söylemedi. Ben söyledim tekrar. Unutmaması için. Unutmuş olabilir beni. Ben unutmadım. O gün herkesi sevdim. Mesela Obama olsaydım Irak'tan özür dilerdim, tanrı olsam Afrika üzerinden prim yapmalarını önler, tüm çocukların hayatlarını kurtaracak yağmurlar, çikolatalar, toplar, profiteroller, bebekler yağdırırdım o gün. Giderken başı dikti, sağa ya da sola çekmiyordu. Bir güç onu benden uzağa hızla çekiyor, o direnmiyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © chaotica, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |