Yaşamım boyunca, ondan birşey öğrenemeyeceğim kadar cahil bir adamla karşılaşmadım. -Galilei |
|
||||||||||
|
TAŞ OLDUM BAŞ YARAYIM Yalanım varsa taş olayım demişti biri. Etkilenmiştim ancak anlamı kavrayamayacak kadar küçüktüm Kendime yalan söyleye söyleye, başkalarının yalanlarını dinleye dinleye taşlaştığımda anladım ki böyle bir şey gerçekten var. Davana, sevdana ve acına vefasızsan eğer, yavaş yavaş taş ediyormuş seni hayat meğer. Yalanım varsa taş olayım yakınlık duymuyorum, duygudaşlık yapmıyorum sevgi, şefkat hissetmiyorum, hissedemiyorum, hissetmek istemiyorum artık. Sadece ve tüm varlığımla ki o da; cürmüm kadar, cürümüme kadar çelişkili bir merhamet ile nefret ediyorum. Hasta mıyım hastayım en onulmazından. Ya da çok hissedenin yaşadığımız gezegende bir saniye bile sağ kalmaması gerektiğini bilecek kadar sağduyuluyum. Her şeye rağmen yaşayabilmenin, hiçbir acının öldürememesinin diyeti belki bu nefretim. Uğruna ölünecek ya da yaşanacak denli ve değerli hiçbir , güzellik erdem, insan, dava, değer bırakmayan, bölgesel,dinsel, kültürel,felsefi,sosyal evrensel genetiğimden nefret ediyorum belki...Var olduğum evrende , her kötülüğü, her haksızlığı her adaletsizliği her cinayeti her katliamı her vahşeti her şiddetti görüp, duyup okuyup yaşamımı sürdürebilmekten nefret ediyorum ve varsa gerçekten tanrı diye bir yazar, varsa gerçekten kader diye bir masal zehir zemberek merhametimle ….. İnanın midem bulanıyor. Türkiye işçilerine ağlıyor, milli yas ilan edildi. “Acı kader”, “kara gün”, “kara keder” , “hakkınızı helal edin” ve daha neler neler…Evet bu başlıkları gördükçe midem bulanıyor. Yazılı ve görsel medyada, internette, büyüklü küçüklü topluluklarda sergilenen insanlık şovlarını izledikçe kızarıp kaşınıyorum. Ah bu artık karakteristiğimiz olan samimiyetsizliğimiz… Yaşanan her faciada, kazada, ihmalde, iltimasta, cinayette, her zamansız ölümde tek ya da toplu acıda kısacası her bile bile ladeste bu hep birbirinin aynı üzüntülerimiz… Şefkat merhamet duyarlılık timsali kesilişlerimiz…. Ve anında unutuşlarımız… Türü cinsi mahiyeti ve büyüklüğü ne olursa olsun acılarımızın kayıt süresinin azami beş günü geçememesi… Kısacası alelade bir makine de bile olup bizde olmayan bellek… Yani kayıt dışılığımız hafıza ve vicdan rahatsızlığımız. Ülkemizde tedbirsizlik, ihmal, dönem kodamanlarına iltimas, insan haklarına ve yaşam onuruna bir türlü verilemeyen değer gibi nedenlerle üç bini geçkin madenci “hiç” ölmemiş gibi acı çekiyoruz… Kaybettiğimiz yüzlerce madenci sanki ilk kaybımızmış gibi hissediyoruz değil mi? Ülkecek öleceğiz acımızdan….Daha dört yıl önce elli bin resmi yüz elli bin resmi olmayan depremzedeyi diri diri toprağa gömmemiş gibiyiz. Sanki sadece son iki yılın iş kazalarında ölü ve sakat kalan insan sayımız on binlerle ifade edilmiyormuş gibi…Sanki günde ortalama üç işçi iş kazalarında can vermiyor, sanki her gün ortalama dört kadın katledilmiyor, her üç saate bir ortalama üç çocuk tecavüze uğramıyor, sanki bir saatte ortalama yüz elli çocuk, kadın engelli ,yaşlı, güçsüz, aciz ve zayıf insan şiddet görmüyormuş bedenen ve ruhen sakat kalmıyormuş gibi şu an acınacak halde acı çekiyoruz. Daha dün sırf verilen emri uyguladı diye askerler polisler göz göre, var olan uygulamaları hakka ve adalete aykırı buldu, yuhladı, yürüdü, durdu diye gençler, çocuklar hem de dövüle dövüle öldürülmemiş miş…. mış… muş…..gibi ….. gibi…acı çekiyoruz. Ha yanlış anlaşılmasın kimse acı çekmesin demiyorum. Çekin, becerebiliyorsanız dibine kadar acı çekin. Çekin çekelim de içselleştiremediğiniz, çare siz ve çaresiz acımızı şova çevirmeyelim. Bir bildikleri varmış ki kadim zaman insanlarının gerçekliğinden şüphe duymadıkları kederler için “elem sessiz, acı dilsiz” derlermiş. Neyse efendim Dinperestlere söyleyecek tek sözüm yok. İnanışları bu. Takdiri ilahi,(Tanrı güçlüden yana )mukadderat(vardır Tanrının bildiği) , kader (tanrı kötü sonları güçsüzlere ve yoksullara yazar). Bitti. Peki, biz ne yapacağız olan bitenin, ölüp gidenin, sürüp süreceğin sadece Tanrının eseri olamayacağına inananlar! Güçlünün hikmetinden sual edenler, işçinin emekçinin hakkını aradığını, açın çaresizin halini anladığını sananlar. Cahil aciz ve fakat saf olup aydınlatılmayı bekleyen zavallıların kurtarılmayı istediğini, aydınlanmayı beklediğini savunanlar ne yapacağız, insandaki çürümenin tüm sorumluluğunu sisteme ve sisteme başkaldırmayanlara yükleyenler( bu arada bizim dinperestlerden ne farkımız var) Ne yapacağız biz? Biz ne yapacağız aradakiler; hem tanrıya hem sisteme inananlar, ne tanrıya ne sisteme inanmayanlar, tanrıya inanıp sistemi yerenler, tanrıya inanmayıp sisteme küfredenler, laikler, demokratlar, sosyalistler, cumhuriyetçiler, komünistler, devrimciler, anarşistler, teröristler, halk severler, hak severler, biz ne yapacağız? Biz küçük değil küçücük burjuvalar, ortadakiler, ortanın solundakiler, sağın solundakiler, kendini aydın ya da devrimci sanan burnu büyükler, her sosyal felaket sonrası dönüp birbirinin gözünü çıkaranlar, biz tuzu şimdilik kurular! Ne yapacağız? Yahu kimsiniz siz, kimiz biz, halinden memnun bir çoğunluğu ne ile, nasıl eğiteceğiz. Biz neyiz, ne yapacaksınız onlar, bunlar, şunlar, siz, biz, ben ne yapacağız, ne edeceğiz. Tüm tatil programlarımızı iptal edip, komşumuzdan mahallelimizden başlayarak kötü yaşam koşullarının kader olmadığını, sağlıklı aş, güvenli iş, kirasız barınak, bedelsiz okumak ve kimseye zarar vermeksizin hür birlikte ve mutlu yaşamak yollarını mı anlatacağız cahillerimize, açlarımıza mecburlarımıza! Başımıza gelebilecek her şeye rağmen mi anlatacağız savunduklarımızı ve savunduklarımız güzel bir kader olacağını! Lokmamızı mı paylaşacağımız açlarımızla, evlerimizi mi yetimlerimizle muhtaçlarımızla! Bir çıplak giyinebilsin diye bir elbise daha almayacak! Bir başkası susuzluktan ölmesin diye bir yudum daha su içmeyecek! Birileri bizi şu ya da bu için savaşa çağırdığında, uğrunda ölünebilecek tek savaşın eşitlik savaşı olduğunu haykırıp gitmeyecek miyiz? Yoksa güvenli ortamlarda masa başlarında tıka basa yiyip içip yarenlerimizle, benzerlerimizle, olmadı kendi kendimizle havanda su dövmeye, mangalda kül bırakmamaya mı devam edeceğiz… Çürük olan sistemmiş, saf ve cahil işçinin çizmesi tertemizmiş, işçinin çizmesinden öpermiş, insan olan yolda gördüğü çiftçiye işçiye gülümseseymiş işçide kendini önemli hissedermiş miş miş de mış mış. Evet canım sen o kadar değerlisin ki; bir öptün iki güldün diye işçi, çiftçi, emekçi değerlenecek, doyacak, kalkınacak, evet canım dünya cennet olacak, evet canım bu kadar basit ve zavallı canım tabi ki bu işlemden sonra akça pakça olacağız hepimiz. Hadi ordan çürük olan sensin, benim, biziz… Çürük olan ta ebesine kadar öpülmüş cesaretimiz, kayıp samimiyetimiz, ölü insanlık asaletimiz. Aman Allahım nasıl da kenetlendik inançlı, hem devrimci, hem emekçi, hem laik, hem İslam ülkenin güzel ve iyi insanları, yani biz. Kendimizce yöntemlerle kustuk öfkemizi, yaşadık acımızı, tuttuk yasımızı, yaptık sözde yapabildiğimiz kadar yapacağımızı. Hadi verin ellerinizi bir daha ki büyük felakette buluşmak üzere kutlayalım kendimizi. Arzu KULAÇ SEVİMLİ Mayıs 2014/İzmir
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Arzu Kulaç Sevimli, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |