Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
7.bölüm O kadar uzak mı? Bir el atımı kadar sıcak bir gülüş, Bir sarılma kadar yakın sevinç Haydi gün batmadan gel artık. Mehmetözcan Yasdıbaş O kadar uzaktı, yüzüne yayılan sıcak tebessümü, gözümün önünde olmasına rağmen o kadar uzaktı. Şair hani bir dizesinde -"Seni çok özledim gerisini mecalim yok anlatmaya.." demiş ya, benim durumumda aynen öyle bir durumdu. Bana çok uzak, gerisini mecalim yok anlatmaya... Günler uzamaya, bahar yağmurları yağmaya, tırtıl kozasını örmeye, arı çiçekleri dolaşmaya, ağustos böceği şarkı söylemeye, karınca yuvasına erzak taşımaya başlamıştı. Günlük olağan yaşam, olanca hızı ile hiç sekteye uğramadan ilerlemeye devam ediyordu. Ben sessiz sedasız, hiç kimseye hiç bir şey söylemeden, içimde büyüyen fırtınanın sakinleşmesi, dinmesi için, çaba ve sabır gösteriyordum. Dinmiyordu... İyi olan tek şey, çok yoğun ve yorucu olan bir işim vardı. Hızla geçen saatleri kovalayan ben değil, yelkovanın peşinden koşan akrepti. Saatlerin akışını takip etmekte dahi zorlanıyordum. Gün boyunca sıraya koyulan işleri yetiştirip gereken hazırlıkları yapmak, bir hayli hızlı bir tempo gerektiriyordu. Ve ben bütün gün bu hızlı tempoya ayak uydurmak için elimden geleni yapıyordum. Çalıştığım iş yeri köklü bir sigorta şirketi idi. Etrafında alış-veriş merkezlerinin çarşıların, kafe ve restoranların olduğu, 6 katlı bir iş merkezinin en son katında bulunan yemekhane bölümündeydim. Bütün merkezin istifade ettiği bu bölüm, kafeterya, minik bir büfe, mutfak, çay ocağı ve kocaman balkonu olan bir yerden ibaretti. Gerektiğinde mutfakta, gerektiğinde çay ocağında, gerektiğinde kafeterya bölümünde olabiliyordum. Yapılması gereken ne iş varsa, ilgileniyor, yaşamı kolay kılma adına elimden gelen her şeyi yapıyordum. Saatlerin geçişini güzel kılan tek şey, onun gelip, çayını alarak sessiz sedasız balkona çıkarak sigara eşliğinde çayını yudumlamasıydı. Yine etrafı ile ilgisiz tavır takınarak, hiç kimse ile ilgilenmeden gerektiğinde de sadece gerektiği kadar ölçülü tebessümler ederek, çayını sigarasını içip gidiyordu. Çok sigara içtiği için mi çayı bu kadar seviyordu, yoksa çaya eşlik için mi, çok sigara içiyordu bilmiyordum. Ona dair bildiğim tek şey çok sigara ve çay içiyordu. Hepsi bu. Hepsi bu derken tabii bir de adını öğrenmiştim. Samed... Esma-ül Hüsna olan es Samed. Sessizliği ile müsemma Samed. Ben yıllık izinde iken Samed, 4. Katta bulunan, bir inşaat şirketine ait ofiste mimar olarak çalışmaya başlamıştı. Onu parkta ilk gördüğüm günden sonra kaç ay geçmişti? Altı? Hayır daha fazla. Yedi? Evet yedi ay olmuştu. Ve ben bu yedi ayda onu, onsuz, o bilmeden ona hissettirmeden içimde büyütmüş kocaman etmiştim. Siz hiç birini görmek için bekleyip onu gördüğünüzde bakmaktan utandınız mı? Şarkının birinde geçen "Sevmekten kim utanır?" sözüne bakmayın, ben onu görmek için saate bakarken, onun köşeden dönerek gelişini gördüğüm an bakmıyordum. Utanıyordum. Ya anlarsa? İnsan hani, içinde biriktirdiğini sevgiyi biraz çıkarmak ister, bir çocuğu seversin kucağına alırsın ellerini öpersin, dokunursun, sarılırsın, konuşursun, kısaca topaçla oynar gibi oynarsın sonra bırakırsın. Bu ona olan sevginin eylem halidir. Ya da küçük bir kuzu görürsün seversin, ona bakarsın tebessüm edersin,koşmasını izlersin vs. Kara değildi ama o giderken ona baktığım bi gün içimden "kara kuzum çok güzelsin biliyor musun?" demiştim. Kara kuzum? Hemen etrafıma bakmıştım yanımda kimse var mıydı, beni duydular mı, sesli mi söyledim? Yok canım... İçimden dedim duymalarına imkan yok. Nasıl duysunlar ki? Kara kuzum Samed, nasıl oldu inan ben de bilmiyorum ama, müsebbibi sanırım tebessümün. Boncuk gibi bakan gözlerinin bir suçu yok, senin bir suçun yok, inan bana benim de bir suçum yok, Zira ne bir limana sığınmak, ne engin denizlerde yol almak, ne de sonu belli olmayan bir kulvarda koşmak gibi bir derdim vardı. Ben dingin yaşamında son mevsimini yaşamaya hazırlanan herhangi bir yolcu. Sıradan bir yaşamın sıradan sunumunu seyredip vakit geldiğinde de gitmek hepsi bu. Bana ait kısmı sadece bu kadar derken, seni gördüm, yüzünü gördüm, ve bitti... Ben bittim... Böyle olmayacağını, böyle devam etmeyeceğini, etmemesi gerektiğini biliyordum, lakin sağlıklı karar veremiyordum. Çalışmanın, yorulmanın, uyumanın, hülasa hiç bir şeyin faydası olmuyordu. Daha önce düşündüğüm şeyi eyleme koymaya karar verdim. Bu iş yerinden ayrılacaktım. Gözden ırak gönülden ırak olur muydu görecektik. Kara kuzuyu görmesem bu ateş sönmeye yüz tutar, kimse, hiç kimse bilmeden ben dahi bildiğimi unuturdum belki kim bilir? Yaşamadan bilinmez ki? Müdüre Halide hanıma ayrılmak istediğimi bildirdim. Anlayış gösterdi çok soru sormadı, istediğim vakit kapılarının bana açık olduğunu söyledi. Yeni bir eleman bulunduktan sonra dilediğim zaman ayrılabileceğimi söyledi. Buradan gidecektim. Sessizce... Hiç kimseye hiç bir şey demeden. Hiç kimse hiç bir şey bilmeden. Hiç kimsenin haberi olmadan. Samed hariç. Ona haber vermek istedim sadece. Gideceğimi sadece o bilsin istedim. Ve Samed'e bir mektup yazmaya karar verdim. devam edecek n.b
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nuran Bulak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |