..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Hiçbir zaman karakterlerimin hüzünlü olduklarını düşünmedim. Tersine yaşam dolular. Trajediyi seçmediler, trajedi onları seçti. -Juliette Binoche
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Aşk ve Romantizm > rey'an yüksel




18 Nisan 2003
Sekiz Ay  
Mektup IV

rey'an yüksel


Bilmiyordu kanatlarımı sekiz ay önce koparmıştım ben. Uçmayı öğretenime geri vermek için bana öğrettiğini. O zamanlar bilmiyordum bilinmeyen şeylerin özlenmeyeceğini ve bilmiyordum bildiklerini yok ettiğinde daha çok özleneceğini.


:CHHE:
18/4/2003 - İstanbul



Kurban olduğum,



Bu mektubu sana göndermeyeceğim, bir tane daha gönderilmemiş mektubu alamayacaksın benden ama yazmayı sürdüreceğim bir gün sen olmayıncaya dek yazdıklarımda.

Kızacaksın bana ama sana benziyor diye yeni tanıştığım bir adamı seviyorum. Aslında bu benim dağı, taşı, ormanı sevmem gibi. Aşkla değil sevgim; ama onun gülüşü, bakışı, sessiz sakin konuşması, rahatlığı, alaycılığı, nüktedanlığı, sakalı o kadar sen gibi ki yanında otururken başımı omzuna yaslayasım geliyor. Tek farkı, saçları seninkilerden koyu ve uzun ama arkadan bağlı olduğu için fark belli olmuyor. Sana benziyor diye, saatlerce yanında durabilir ve saatlerce dinleyebilir ya da gözlemleyebilirim onu.

Şirketin merkez binasında çalışan bilgisayar programcısı, her hafta perşembe günleri geliyor iki saat kalıyor ve bilgisayarlardaki güvenlikle ilgili işlemleri yapıyor. Sırf o sana benzeyen adamı görmek için her hafta aynı günü iple çekiyorum, perşembeleri daha özenli giyiniyorum, bana bakmasını, benimle ilgilenmesini sağlamaya çalışıyorum. Bir sürü saçma soru soruyorum bir şekilde odamdaki bilgisayarla ilgilenmesi için sorun çıkarıyorum, bilmiyor ya da anlamıyor gibi davranıyorum. Gerçekten garip aslında, aşkın insana neler yaptıracağını anlattıklarında hep güler geçerken ya da “yok canım daha neler” derken benzer hatta daha kötülerinin başıma gelebileceğini nasıl bilebilirdim? Seninle yaşadıktan sonra bir sürü şeyi şimdi benzerini görünce bile karmakarışık olabiliyorum.

Sekiz ay oldu görüşmeyeli ne beter, ne kötü sekiz aydır bu, geçmiyor sayıyorum yine sekiz ay, bir daha sayıyorum yine sekiz ay.

Geçenlerde işyerinden biriyle öğle yemeğine çıkmıştık, uzun zamandır bana ilgisi olduğunu hissediyordum ama anlamazlıktan geliyordum. Çünkü ben iki yıldan fazladır ne senden başkasını görmüş, ne de senden başkasını duymuştum. Konuşmanın bir yerinde kesti konuşmasını ve daldı, merak ettim:

“Anlatsana ne düşündün” dedim.

“Anlatılmaz ki...” dedi

“Kuşlara nasıl uçtuğunu sorsana... Onlar ancak uçarlar ama nasıl uçulur anlatamazlar ki.” Sonra da bilgece bir edayla ekledi:

“Uçmayı ancak uçarsan anlarsın”

Aslında orada bana ilgisini belli etmeye çalışıyordu ama ne demeliydim.

Kanatlarımı “hep seninleyim, sensiz nefes alamam ve hatta uçmam” bile diyerek, uçmayı öğretenime yani sana vermek için sekiz ay önce koparmıştım. O zamanlar bilmiyordum bilinmeyen şeylerin özlenmeyeceğini ve bilmiyordum bildiklerini yok ettiğinde daha çok özleneceğini.

Senden önce bu kadar sevebileceğimi de bilmezdim, sonrasında bu kadar acı çekileceğini de...



”Seni ne kadar özlediğimi anlatsam anlamazsın” demiştim anlamayacaksın da almayacaksın çünkü bu mektubu yazdığım onca mektubu almadığın gibi, aslında alsan ne değişir ki, “geberiyorum özleminden” dediğim halde sen o müthiş iradi gücünle “karardan dönenin kaşığı kırılsın” der gibisin. Belki de ben büyütüyorum seni, her gün biraz daha.

Göndermediğim mektupları yazmasam artık belki de bir yerlerde unuturum seni. O sana benzeyen adamı sana benzetmesem mesela... Yalnız bazen seni hatırlamıyorum biliyor musun? O anların ne zaman olduğunu tam hatırlamıyorum zaman duruyor gibi, beynim uyuşuyor, sonra hayalle gerçek arası bir yerlerde buluyorum kendimi, sonra odaya birileri girip çıkıyor o zaman sen gidiyorsun kafamdan, yalnız seninle birlikte herkes gidiyor.

Garip tarif edilemez bir şey.

Sayıyorum sekiz ay yine, biraz önce de saydım biliyorum ama belki değişmiştir diye yine sayıyorum. Değişince ne olacak diye soracaksın sorma bence, ya da sor istersen... Niye biliyor musun, belki bir müjde gibi gelirsin diye.


Sana seni ne kadar özlediğimi söyledim değil mi? Her kelimenin bir anlamı var bazen anlamlarından çok fazla şeyler yükleriz kelimelere ama bazı kelimeler vardır ki taşıdıkları anlamlar çok fazla olduğu halde gereken önemi vermeyiz ne duyduğumuzda, ne söylediğimizde. “Seni özledim” de öyle işte... Seni nasıl özlediğimi anlatmam için şöyle dersem belki daha iyi anlatabilirim özlemimi:

Seni öyle özledim ki hani idama götürülen bir mahkumun kurtarılma arzusu kadar özledim seni. Günlerce çöl ortasında, susuz kalmışların isteyeceği bir yudum su kadar özledim seni. Boğazına kaçan bir parça ekmeği çıkarmak için neredeyse ölmek üzere olan birinin hava özlemi kadar özledim seni. Evinden çok uzakta askerliğini yapan birinin on sekiz ayının son sabahını özlediği kadar özledim seni. “Kurban olduğum” derdim sana ya, kurban edilecek hayvanın bir an önce acı çekmeden toprak olmak için duyduğu istek kadar özledim seni.

Anlatabildim mi özlemimi? Duydun mu ki beni? Çağrımı işittin mi? Özlemimi hissettin mi? Başımın ağrılarını dindirebilecek misin gelip, ya da bu uyuşukluğu, bazen zamanı bile hatırlayamadığım bu gel-git anlarını hani neredeyse gece mi şimdi yoksa gündüz mü diye ayırt edemediğim çok karanlık ve bulanık anları? Senden sonra bana garip bir şeyler oluyor, annem pek acıyarak bakıyor bana, neden anlamıyorum. Acaba seni biliyor muydu? Ondan gizlemiştim seni. Öğrenir de senin aleyhinde bir şey konuşur diye mi korktum bilmiyorum. Gerçi konuşmazdı O, babam öldüğünden beri hep beni düşündü, benim için yaşadı. Babam öldüğünde de böyle baş ağrısı çekerdim sık sık ve seninle geçmişti biliyor musun?

Sekiz ay oldu, tam sekiz ay... ben saydım ağustos 27 idi günlerden... sekiz ay... sen de say tam sekiz ay. Ağustos 27 2002 günlerden Salı, saat 12:38. 234 gün oldu. Sekiz ay işte. Ben gün sayıyorum günler artıyor ama azalan vuslat günü yok. Sanırım en çok o üzüyor beni, en çok o yaralıyor...

Sana benzeyen o adam yine geldi, koşup boynuna sarılsam senmişsin gibi, özlemimi dindirir mi az da olsa acaba? Bugün Perşembe değil ki ama? Ne işi var burada ne güzel bir gün bugün. Sekiz ay oldu ama sana benzeyen adam Perşembe olmadan geldi, hem de benim odama ben çağırmadan geldi.

Sekiz dedim değil mi?

“Dedin” dedi, “yirmi bir gündür diyorsun zaten”

Oysa ben yüksek sesle konuştuğumu sanmıyordum.

“Bugün nasılız bakalım” dedi, “İyiyim” dedim, elinde bir bardak su vardı, çok hoşuma gitti, benim çok su içtiğimi biliyordu demek, sana benzediği için olsa gerek çok anlayışlıydı ve beni anlıyordu. “Hadi iç bakalım şunu” dedi. Elinde haplar vardı, başımın ağrıdığını da anlamıştı demek ne kadar güzel. “Sekiz” dedim, “Hayır” dedi “İki tane”, “Yok” dedim “ondan daha fazla oldu, keşke iki ay olsaydı ama sekiz ay oldu, tam sekiz ay, ben saydım tam sekiz ay, sen de say istersen ağustos yirmi yediden bu yana sekiz ay” .

“Biliyorum, sekiz ay oldu şimdi sen bunları iç her şey daha güzel olacak inan bana”, sana benzeyen adam yalan söylemezdi, sen hiç söylememiştin çünkü bana, “Peki” dedim. İçtim ben de... Sonra yavaş yavaş sanki sana o kadar benzemediğini fark ettim...

Birden seni unuttum sanki bir yerlerde yine, bir sürü insan girip çıkmaya başladı odaya. Bunlar da kimdi yine aynı rüya gibi, karanlık ve bulanıktı, her yerim uyuşuyordu, hayal sesler duyuyordum yine.



“Nasıl hastamız doktor”, bu ses annemin sesiydi, annemin benim işimde ne işi vardı, sonra sana benzeyen adama neden doktor diyordu bilmiyordum. “İyi olacak merak etmeyin, çok ağır bir ruhsal çöküntüde, ilaç tedavisini sürdürüyoruz, her şey iyi olacak, yalnız biraz zaman verin hem kızınıza hem hastanemize”

.Eleştiriler & Yorumlar

:: yok (luk)
Gönderen: Seda İlke KILIÇ / İstanbul
30 Aralık 2003
var olmayan bir hastanenin aslında sana benzemeyen doktorları duvarları renksiz odamda her gün beni kontrol ediyor... sekiz diyesim geliyor.. ama sen gideli ne kadar oldu hatırlamak bile istemiyorum... istememek kavuşturmuyor ama... insan... özlemimin en dibi yarim benim... derdimin ve dermanın ne olduğunu bilmediğim.. özledim bea seni!.. ama yok(luk) işte...

:: beklenmeyen son
Gönderen: Mehmet Can / İstanbul
5 Mayıs 2003
Merhaba sn. yazarım.Adınızın reyhan olmasıda bana çiçekleri, güzel kokan çiçekleri hatırlattı.Yazılarınızın sürekli takipçisiyim ve olmaya devam edeceğim.Zamanım yettiğince okumaya çalışıyorum.Gerçekten iyi yazıyorsunuz ve yazmaya devam edin.Yaşınızı bilmiyorum ama iyi yazar ve iyi bir okuyan olduğunuzu tahmin ediyorum.Yeni yazılarınızı bekliyorum.Başarılar dilerim. M.C.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın aşk ve romantizm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Son Mektup
Yüzün Bizi Anlatırdı
"Al Beni Ne Yaparsan Yap"
Bulup Yitirdiğim Küçük Sevgilim
Yoksun

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Beni Mutlu Etmek İster misin
Kelebek
Barış Benimle
Topal Karga

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Felsefik Şiir [Şiir]
Metronom [Şiir]
Kör Nokta [Şiir]
Bulanık Şiir [Şiir]
Oyun Gibi [Şiir]
-miş [Şiir]
Kaptan I [Şiir]
Soğuk Şiir [Şiir]
Maratoncu [Şiir]
Kurdeleli [Şiir]


rey'an yüksel kimdir?

Aslında her ne kadar Türkçe yazmayı çok sevsem ve onun gerektirdiği tüm yazım kurallarına son derece dikkat etsem de ismimi küçük harfle başlatıyorum uzun yıllardır ve sonraları öğrendim ki e. e. cummings de öyle yapmış, sevinmeli mi ya da yine birileri benden önce düşündüklerimi uygulamış diye üzülmeli miyim bilmiyorum. Militan ruhluyum ve bir gün ismimin içindeki bir harfi attım bir kızgın anımda, harfin yerine konacak bir apostrof çıktı sonra "ben buradayım" diye, onu da berime aldım ve reyan oldum, öğrendim ki meğer rey'an Osmanlıca'da herşeyin öncesi demekmiş, reyhanın fesleğen olduğunu bilirsiniz. Yazın dilinde bu ismi kullanıyorum ve bir çok dostum beni böyle bilir.

Etkilendiği Yazarlar:
Yaşar Kemal ve Cemal Süreya


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © rey'an yüksel, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.