Aşk eski bir masaldır ama her zaman yepyenidir. -Heine |
|
||||||||||
|
Doktorum, meyhane arkadaşlarımdan elimi eteğimi çekmemi istedi. Artık onlarla kesinlikle görüşmemeliymişim. Kurmaya çabaladığım yeni hayatımda, yeni insanlar olmalıymış. Kim olabilir ki? Mesela şu anda kimi arayabilirim ki? Telefon defterime baksam neredeyse adı yazan herkes şu anda muhtemelen bir barda kendini eğliyordur. Bir de “duygusal ilişkiye girmememi” önerdi. Henüz böyle bir şeye hazır değilmişim. Çabucak ve kolayca kırılabilirmişim.” Alışkınım” diyemedim. Ona her aşkın mutsuz olduğunu anlatmaya kalksam reçeteye bir ilaç daha ekleyebilirdi. Onayladım... İçim sıkılıyor. Saat tik tak vuruyor. Televizyondaki filmde kadın ve adam sevişiyor. Çok geç oldu, uykum gelmiyor. Leyla eskiden yusyuvarlak olur ayak ucumda uyurdu. Artık tek başına halının üzerinde yatıyor. Küsmüş mü ne? Kendi bilir... Odama şöyle bir göz gezdiriyorum. Dört bir yanı kitap dolu, bunların kaçya kaçını okudum acaba ve tabii ne zaman okudum? Bir kısmı üniversiteden kalma ders kitapları, diğerleri roman, öykü filan. Başka da bir şey yok, ne şu zaman şurda şununla çektirdiğim ve anı deyip ömrümün sonuna dek saklamakla yükümlü olduğum fotoğraflar, ne küçük biblolar, ne de çocukluktan kalma eski oyuncaklar. Sadece ahşap rengi karyolam, üstünde hiçbir şeyin olmadığı bir çalışma masası, başucumdaki şifonyer ve üstünde ilaçlarım. 92 gündür ayığım. Tam üç ay oldu. Biz alkolikler böyle gün gün sayıyoruz işte. Hatta saat saat... Her geçen gün , her saat hatta her dakika başardığımızın göstergesi bizim için. Bundan önceki iki denememde en fazla 80 gün ayık kalmıştım. Ama bu sefer bitti bu iş. Artık rakı şişesindeki balık ben değilim. Bu sefer becerdim. Neden? Çünkü değişiklik yaptım. Diğer iki seferde tam anlamıyla kopamamıştım eski ortamdan ve insanlardan. Şimdi farklı mekanlara gidiyorum, farklı ilgi alanlarım var, değişik şeyler deniyorum. Resim yapıyorum, daha önce hiç gitmediğim yerlere gidiyorum, hatta saray müze filan bile geziyorum. Tatilde gibiyim. Çalışmaya başlamadan önce boşluğun tadını çıkarıyorum işte. Ama ne yaparsam yapayım, nereye gidersem gideyim, eve dönmeden önce mutlaka evimin yakınındaki parka uğruyorum. Deniz kenarında ağaçlı bu yerde içim huzurla doluyor. Ama bu günden sonra artık her gün gider miyim bilmiyorum. Bugün biraz dolanıp alışveriş yaptıktan sonra elimde poşetlerle yine o parka gidip, köşeme oturdum. Elimde dergim, önümde çayım rahat rahat okurken birinin adımı söylemesiyle değişti her şey... “Aslı?” Tanıdık olduğuna emin olup bir anda çıkaramadığım sima daha da dikkatlice baktı bana ve... “ İnanamıyorum, tanımadın mı beni... Mehmet... Boğaziçi’nden...” Tanıdım ama şaşırdım tabii. Nereden nereye. Hiç değişmemiş ki. Okulda nasılsa hala aynı. Yine yakışıklı, bakımlı ve eminim çok başarılı. Benim şişenin dibi gördüğüm yıllarda o adım adım değil, koşarak ilerlemiştir başarılara. “Aslı nasılsın, çok değişmişsin. Deminden beri bakıyorum, çok zor tanıdım valla...” Otursana dedim yarı isteksiz. Ne olacakti ki? Bana neleri, nasıl ve süratla başardığını anlatacak, varlığı muhtemel kendi gibi muhteşem sevgilisi övecek, hatta o sevgili birazdan bizim masaya yaklaşıp ona arkasında sarılıp “ben geldiiim, arkadaşınla tanıştırsana” diyecek ve nihayet anlatma sırası bana gelecekti. Benim bu 4 yıl boyunca ne yaptığım sorgulanacak ve ben de “Bak Mehmet'ciğim son görüşmemizden bu yana içtim durdum, tedavi üstüne tedavi, o klinik senin bu benim dolandım, doktorumun deyimiyle iki kere yürüdüğüm buzlu yolda kaydım şimdi allaha şükür 92 gündür kafam yerinde diyemeyeceğim için içim daralacak diye düşünürken Mehmet başladı bile anlatmaya... Bilmem ne şirketinde müdürmüş, belki yurtdışı ofisine atanabilirmiş, hala bekarmış, yanılmışım... kız arkadaşı bile yokmuş... İşten vakit kalmıyormuş ki! “Senden ne haber. Kayboldun gittin. Ne aradın ne sordun, gerçi ben de bir iki kez arayıp bulamaddım seni, bir daha da arayamadım... neyse sitem etmeye hakkım yok şimdi... anlatsana çok merak ediyorum” Sustum... Uzunca bir sustum. Anlatacak ne var ki. Okul bitti, biraz çalıştım sonra hep içtim, tedavi oldum, içtim, yine oldum, yine içtim, yine oldum şimdi... son üç ayı mı anlatmalıyım? Yalan söyledim. Nefret ede ede yalan söyledim. Uzun zaman bir şirkette çalıştığımı bir süre önce istifa edip biraz dinlenmek istediğimi, bir süre sonra yeniden çalışmaya başlayacağımı anlattım zorlana zorlana. “Aman be Aslı, ne çabuk yoruldun da dinleniyorsun. Şimdi çalışmayıp da ne zaman çalışacağız. Neyse canım, bulursun sen bir şeyler.” Ya dedim.. bulurum ben, sen takma kafanı. “En çok neyi özlüyorum biliyor musun” dedi gözlerini denize dikip, hani Cuma geceleri çiçek pasajına gider küp gibi içer birbirimize tutuna tutuna dönerdik ya.. ne komiktik ya... sen de iyi içerdin valla. Biz koca herifler yıkılırdık, sende tık olmazdı hatta sen toparlardın bizi ” Öyle mi olurdu? İyi içerdim orası kesin ama ben mi toparlardım sizi... Acı acı gülümsedim. Lanet olası saat tik tak tik vuruyor. Şunu alıp başka bir odaya götürmem lazım. Televizyondaki filmde kadınla sevişip acıktılar şimdi yemek yiyorlar. Karnım acıktı, uykum iyice kaçtı... “Mezunlar gününe gidiyor musun, gerçi geçen sene yoktun ama...” Ne mezunlar gününün hangi gün olduğunu hatırlıyorum, ne de geçen sene o gün yaptığımı. Mehmet’e belli etmemek için bir şeyler geveledikçe sıkıntım gitgide çoğaldı. Boğazıma bir el yapıştı sanki, sıktıkça sıkıyor beni. Sonunda anladı nihayet telefon numaralarımı isteyip, iyi dileklerde bulunarak, endişeli gözlerle son sorusunu sorduktan sonra gitti... “Ya aslı, hasta filan değilsin di mi,?” Hasta olmadığıma inanması birkaç dakika sürdü. O gittikten sonra çayımı hızla bitirerek koşa koşa döndüm eve. Yemek bile yemeden ilaçlarımı içip yatağıma uzandım. Doktorumu dinleyip meyhanedekilerle hiç görüşmemenin yanında, eskilerle de görüşmemem, karşılaşınca uzaklaşmam gerekiyor sanırım. İyi de ben nerde yaşamalıyım. Burdan da mı gitmem gerek.... Biliyorum, moral benim tek ilacım. Yeni insanlarla tanışmalı, ilaçlarımı almalı ve terapilerime düzenli gitmeliyim. Gerisi kolay. Saati duvara vurup kırdım. Artık ses çıkmıyor. Film bitti. Sabaha birkaç saat kaldı. Annemi uyandırsam... leyla horluyor. Birilerini arasam ve biraz konuşsam, şimdi dışarı çıkıp biraz hava alsam veya...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nehir A., 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |