İnsan kendini bilmeli. Gerçeği keşfetmeye yaramasa da, yaşamayı öğretiyor. Ve bundan daha güzel birşey yok. -Pascal |
|
||||||||||
|
William, kendisine bu adı takmıştım, William’ı birkaç kez bu gündüz uyuklamalarım sırasında beni izlerken yakalamıştım. Bir keresinde her zaman öğlenleri gittiğim cafe’nin camından dışarıyı izlerken, daha doğrusu dışarıyı izler gibi uyuklarken birilerinin beni izlediği fikriyle uyanmış ve o an bu sakallı adamı karşımda görmüştüm. Sokağın diğer yanından benim bulunduğum cafe’yi dikizliyordu, onu aniden görmemle cüppesini kafasına geçirip kaçması dikkatimi çekmişti. William’ı daha sonra üç dört kez daha gördükten sonra bugün metroda karşılaştık, küçük çaplı bir kovalamaca sonucu bu yaşlı adamın hızına yetişemedim ve dilim dışarıda bir şekilde kalabalıkta kayboluşunu izlemek zorunda kaldım. Bugün William’a bu kadar yaklaşmam ise tamamen onun seçimiydi. Metro’nun yavaşlayıp kapıları açmasıyla birkaç dakikalık uykumdan uyandım ve o sırada yanımdaki yaşlı adamın kulağıma bir şeyler fısıldadığını fark ettim, onun William olduğunu anlayana kadar kapıdan çıkıp gitmişti peşinden koşarken bana fısıldadığı şeyi önemsemiyordum, hatta bu geceye kadar kulağıma söylenen sözleri aklıma bile getirmedim ama bu gece duvarlardan yükselen çığlıklar, iniltiler sanki içimden geliyor gibiydi, sanki ben inliyor, ben çığlık atıyordum, yatağımda olmadığımı fark edip hızla ayağa kalktım ve hiçbir şey görmeden etrafa koşuşturmaya başladım ve bir duvara çarpıp yere düştüm. Kendime geldiğimde demir parmaklıkların arkasında karşımda hafif ışık süzülen bir yerde William belirdi ve o daha önce önemsemediğim sözleri söyledi : ‘‘ Kaçmak için hala vaktin var’’ ‘‘Senin bir tatile ihtiyacın var!’’ Patronun söylediği söz son derece anlamıydı, bu halde işe gelmemin sadece kendimi değil iş arkadaşlarımı da rahatsız ettiğini söyleyerek beni evime yolladı, kendimi toparladıktan sonra gelmemin uygun olacağını da ekledi. Öğlene doğru iş yerinden eve geldim. Uzun zamandır evimi sabah gözüyle görmüyordum. Yerlere atılmış boş votka şişeleri, sigara paketleri, küller, elbiseler… Evden çok bir çöplüğe benziyordu, bütün bu pisliğin arasından geçip kendimi yatağa attım ve uyudum. Akşama kadar uyumak çok iyi gelmişti, ilk defa uykumu alarak yataktan kalktım, dışarısının karanlık oluşu biraz ürkütücüydü ama hiç uykum yoktu, evde çıkıp biraz şehrin tadını çıkarmak istedim, sokaklarda yürüdüm, gecenin kokusunu soludum, kendimi bir barın taburesinde sek votka içip, yanımda güzel bir kızla konuşurken buldum. Kız geciktiğini söyledi ve telefonunu bırakıp gitti, Fikrimi değiştirirsem onu arayabileceğimi söyledi. Hangi fikrimi değiştirecektim, ben kızla neler konuşmuştum ki? Hatırlamıyordum, muhtemelen aramıza giren uzun yollar yüzünden yeni ayrıldığım kız arkadaşımdan bahsedip durmuştum, başım ağrımaya başladı, bardaki gürültü ve insanların çokluğu üzerime üstüme gelmeye başlayınca oradan ayrıldım ve salına salına evimin yolunu tuttum. Zincirlerin yere düşüşüyle uyandım. Kendimi içinde bulduğum nemli karanlık zindan da kapının açık olduğunu hissederek doğruldum. Kapıyı hafifçe ittirdim. Demir parmaklıklar yere düşen zincire takılana kadar aralandı. Yere eğilip zinciri uzağa doğru atmaya çalıştım ama zincirler yerinden kımıldatılamayacak kadar ağırdı. Parmaklıklardan oluşan kapıya yüklendim ve zincirleri ittirmeyi başardım. Buradan çıkınca hafif ay ışığının vurduğu koridorda yürümeye başladım.Ben yürüdükçe uğultular artmaya başlıyordu. Koridor yol belli olacak kadar duvardaki boşluklardan giren ay ışığı sonucu aydınlanırken yanından geçtiğim ve seslerin geldiği bölmeleri göremiyordum. Sadece karanlıkta bir şeylerin beni izlediğini ve benimle konuşmak için sesler çıkardığını duyuyordum ve bu beni korkutuyordu, her an sağımdan bir yaratık çıkacakmış gibi tetikte ilerliyordum. Uğultular dayanılmaz hale gelince, tam bulunduğum bölgenin yanında bir şeylerin olduğu anladım, karanlığa doğru elimi uzatarak ilerlemeye başladım, sanki yaratık da bana uzanmaya çalışıyordu…Ben bu hissettiğim canlıya doğru korkarak ilerlerken bir anda bir çığlıkla bir gürültü koptu...Sanki yaratık korkup kaçmıştı ve kaçarken duvarlara çarpmıştı. Bu sırada başka bir ses uğuldamaya devam ediyordu, bulunduğum karanlığın içinde neler olduğundan bir haberdim. Biraz sonra sessizlik her yeri kapladı, kendi nefes alıp verişimin yankılarını duyarak birkaç adım daha attım, ellerim demir parmaklılara çarptığında durdum. Parmaklıkları yoklamaya başlarken, korkunç bir sesle üzerime bir şey saldırdı ve beni boynumdan çekip parmaklıklara yapıştırdı. ‘’Beni hatırlamadın? İnanamıyorum sana, daha geçen gece konuşmuştuk?’’ Gerçekten de bu güzel yüzü hatırlamamıştım. Özür diledim, ısrarıma dayanamayıp bana telefonunu bile verdiğini söyledikten sonra kendimi tatmin etmek için onu kullandığımı iddia edip hızlıca bardan uzaklaştı, neden bilmiyorum ama peşinden koştum ve onu durdurdum. Sanırım insanları kaybetmekten artık bıkmıştım, kızın elinden tutup bara doğru sürükledim, ona şaka yaptığımı ve böyle bir güzelliği asla unutmayacağımı söyledim. Kızın biraz önceki mutsuz hali gitmişti, barda taburelerin üstüne tekrar oturduk. Biraz önce yaptığım şakaya inanamadığını ve çok hayal kırıklığına uğradığını tekrarladı. Gerçekten bir şaka olmasa bile o an kızla konuşmam gerektiğini hissediyordum. Kendimi affettirmek için ne içmek istediğini sordum. Margarita istedi, barmene bir Margarita bir de votka-tonik söyledim. Barmen içkilerimizi hazırlamaya çalışırken, kız bana sorular sormaya başladı, soruların bir kısmını cevaplarken sonlara doğru gözüm barın tam çıkışında arkası dönük olan kapüşonlu adama takıldı, adama bakarken, kızın sesini duymuyor, müziği ise bir uğultu olarak algılıyordum, kapüşonlu adam bana doğru dans ederek döndüğünde tam üstündeki yeşil sponsor içki firmasının reklam ışığının vurduğu suratın William olduğunu gördüm. Bir anda elimdeki içkiyi bırakıp çıkışa doğru yöneldim, William gene hızla toparlanıp bardan çıktı ve gözden kayboldu, hemen peşinden gittim, sokaklarda onu kovalarken, ayağım takıldı ve süratle yere düştüm. Parmakların arkasından çıkan bu kol boğazımı demire sıkıştırıp nefes almamı engelliyor bir yandan da diğer uzvuyla vücuduma dokunuyordu. Bu sırada çığlıklar duyuyor, birinin demirlere vurduğunu işitiyordum. Nefes almam gittikçe zorlaşırken bir anda gürültülü bir kapı açılışı ile boynumu saran uzuv beni bıraktı ve kendimi yere atıp derin derin nefes almaya başladım. Kendime gelmeye çalışırken, biraz önce beni tutan karanlıktan gene çığlıklar yükseliyordu, bu çığlıklar bana doğru yaklaşan ayak seslerinin şiddetiyle orantılı olarak artıyordu. Koridoru aydınlatan loş ay ışığının parmaklıklara kadar yaklaştığını fark ettim, bir süre sonra zindanın içindekileri görebilecektim, bu sırada ayak sesleri giderek arttı ve yanımda durdu. Yerde yatıyordum tam yanımda birinin olduğunu hissediyor ama karanlıktan göremiyordum. Biraz uzağımda olan parmaklıların arkasındaki yaratıkların varlığından ise çok emindim. Ayak seslerinin sahibi birkaç adım daha attı ve ışığın önüne geçti…William karşımda duruyordu, hiç olmadığı kadar yakın ve canlı duruyordu, hiçbir şey söylememe fırsat vermeden ellerini havaya kaldırdı ve sanki ay ışığını yönetiyormuş gibi parmaklıkları aydınlatan ışığı zindanın içine doğru yönlendirdi. O sırada ayağa kalkmıştım ama göreceğim şeylere hiç hazır değildim. Demir parmaklıkların arkasında birbirinden gene demir parmaklıklarla ayrılmış iki bölme vardı, iki bölmeme de bir insan vardı. Çıplak olan bu insanların dirseklerinden sonrası kesilmişti, gözleri yoktu, dilleri, dudakları yoktu, sadece boğuk bir çığlık atıp uğuldayabiliyorlardı, biraz önce yaratık olarak düşündüğüm aslında iki insandı. Biri erkek, biri kadın olan bacakları dışındaki uzuvlarından yoksun iki insandı. Işığın üstlerine gelmesiyle bölmelerini ayıran parmaklıklara doğru yanaştılar ve kollarıyla parmaklıkların arasından birbirlerine dokunmaya çalıştılar, ışık onları rahatsız ediyordu ve birbirlerine sarılmaya çalışıyorlardı ama bunu yapacak organları yoktu ve aralarında bir de demirden engel vardı. Dehşetle ve şiddetli bir mide bulantısı ile William’a döndüm, benim dönüşümle beraber ışık da onun yüzünde yansıdı ve tanıdık bir söz söyledi. ’’Kaçmak için hala vaktin var’’ Sokakta yerde yarı baygın bir halde insanların meraklı bakışları altında yatarken, kız gelip beni kaldırdı. Burnum kanıyordu, dudağım da patlamış olmalıydı, hemen bir bez alıp silmeye başladı, ben kendimden geçmiş bir halde kendimi ona teslim etmiştim, yüzümü sildikten sonra koluma girip benim yürümeme yardım etti, barın girişine kadar geldiğimiz de iyi olup olmadığımı sordu, kendimi iyi hissetmediği söyledi, beni arabama kadar götürmeyi teklif etti kabul ettim, zaman geçtikçe düzelmeye başladım, böylece her adımda yürüyüşümü düzeltiyor ve kızın üzerindeki ağır yükü alıyordum. Bir süre devam ettikten sonra otoparka arabanın yanına kadar geldik. Beni arabaya bindirdikten sonra kullanıp kullanamayacağımı sordu, kullanırım anlamında bir işaret yaptım ve eğer eve dönecekse bırakabileceğimi söyledim, kız mutlu oldu ve hemen arabaya bindi, yola çıktık, kızın tariflerine göre onun evine doğru yola koyulduk. William benim şaşkınlığımı gördüğünden lafı dolandırmayacağını söyledi ve anlatmaya başladı. ‘‘ Burası Lordumuzun kendine ihanet edenler için yaptırdığı zindan. Lordumuz bazı kişilere kimsenin sahip olamayacağı cinsten şeyler vaat eder ve karşılığında da sabır ve emek bekler. Bu şanslı kişiler bunu kabul etmezlerse Lordumuz onları cezalandırır. İşte bu insanlarda Lordumuzun teklifini reddeden ve bu yüzden buraya hapsedilen kişiler’’ Eliyle ışığı tekrar onların üzerine gönderdi. Demir parmaklıların arasından kollarını olabildiğince uzatmış birbirlerine dokunmaya çalışıyorlardı, birbirlerini hissetmeye çalışıyorlardı, Vücutlarının sıcaklığını birleştirmeye ve bir şeyler söylemeye çalışıyorlardı, ama bunları başaramıyorlardı, kadının ağladığını duydum. ‘’ Bu iki insan bir gün Lord’un huzuruna çıktılar. Lord onlara bir teklif yapacağını söyledi, önce onlara dünyanın en güzel duygularını yaşatacağını ve bir süre sonra acı çekmelerini ve bu acıya katlanmalarını istediği söyledi. Eğer acıya katlanırlarsa yaşadıkları duygular kat kat güzelleşecekti, Lord’un bu teklifi ikisini de heyecanlandırmıştı. Hayatlarından bıkmış bu iki insan Lord’un teklifini hemen kabul ettiler, Çekecekleri acıya katlanacakları katlanmazlarsa da alt tarafı güzel duygulardan mahrum kalacaklarını düşündüler. Bunun üzerine Lordumuz hizmetkarlarından altın kaplamalı çanağı getirmelerini istedi ve ikisinden de altın çanakta bulunan kutsal sudan birbirlerine içirmelerini istedi, Lordumuzun istediklerini yaptılar ve bir anda kendileri birbirlerine aşık buldular. Lordumuz onlara dünyadaki en güzel duygu olan aşkı verdi ve onları sarayından uğurladı, ikisi uzun süre birlikte mutlu yaşarken, Lordumuzun emri ile ikisi farklı şehirlerde çalışmak üzere birbirlerinden ayrı kalmaya başladılar. Lordumuzun isteği olan sabır ve emek işte bu ayrılık anından gerekiyordu. Bir süre buna katlandılar, sonra ikisinin de geceleri uzamaya başladı, birbirlerini o kadar seviyorlardı ki saatlerce ayrı kalmaya dayanamayacakları halde, aylarca görüşemiyorlardı. Bir gün son kez seviştiler ve bu yaşama daha fazla devam edemeyeceklerini birbirlerine itiraf edip, Lordumuzun huzuruna çıktılar, Lordumuzdan özür dileyip onlara verdiği bu yüce duygudan vazgeçmek zorunda olduklarını çünkü bunun getirdiği acılara dayanamayacaklarını söylediler. Bu söylemleri Lordu çok sinirlendirdi. Lordumuz böyle bir şansı çok az kişiye verdiğini çünkü herkesin bu duyguyu yaşamak istediğini ama kimsenin bunun acılarına katlanacak kadar güçlü olmadığını bildiğini söyledi. Bu yüzden seçtiği kişilerin rızası olmadan aşık olmalarına izin vermediği ve teklifi bir kez kabul edenin sonuna kadar gitmesi gerektiğine inandığını ekleyerek onları cezalandırdı.’’ Birbirlerine iyice sokulmuşlar, soluklarını dinlemeye çalışıyorlardı, bu görüntüden etkilendiğimi gören William sözlerini ara verip yanıma yaklaştı ve elini omzuma koyup devam etti. ‘’Evlat, aşkın reddi olmaz, aşkın sonu olmaz, Lordumuz onlara verdiği duyguları geri alamazdı, onlardan katlanmasını istediği ayrılık, duygularını güçlendirmek için verilmiş bir ödül de sayılırdı aslında ama onlar bunu anlamamışlardı. Bu yüzden Lordumuz onları sonsuza kadar bir arada olsunlar diye buraya getirdi. Ama onlar aşklarından vazgeçmeyi kabul etmişlerdi demek ki bir arada olmayı hak etmiyorlardı. Bu yüzden birbirlerini okşayamasınlar diye ellerini, göremesinler diye gözlerini, öpemesinler diye dudaklarını, birbirlerine sarılamasınlar diye kollarını, birbirleriyle konuşamasınlar diye dillerini ve sevişemesinler diye adamın hayalarını kestirdi. İşte evlat şimdi gördüğün gibi her an birlikteler ama yıllar boyu sabretip bir anlık olsa bile yaşayabilecekleri duyguları hiçbir zaman yaşayamayacaklar, ifade edemeyecekler.’’ William’ın bu sözleri üzerine ikisi bir anda parmaklıklardan çekilip etrafa saldırmaya çığlıklar atıp, uğuldamaya başladılar. William hemen omzumdan çekerek beni oradan götürdü. O yürürken koridor aydınlanıyordu. Zindan girişi olan büyükçe bir kapıya gelince kapı gıcırdayarak kendiliğinden açıldı ve dışarı çıktık. Büyük bir mağaranın dışındaydık ve tam karşımızda karanlık bir orman ve ormanın üzerini çevreleyen kara bulutlar vardı. William kulağıma eğildi ve bu insanlar gibi zindana hapsedilebileceğimi ama kaçmak için hala vaktim olduğunu söyledikten sonra bir anda kayboldu. Bu sırada kara ormanı çevreleyen bulutlar gök gürültüsü ve yıldırımlar eşliğinde sağanak bir yağmuru bırakmaya başladı. Yapabileceğim bir şey yoktu, hızla kara ormana daldım ve arkama bakmadan koştum. ‘’ Bir kahve içmek ister misin?’’Kız tam arabadan çıkarken bu soruyu bana sormuştu, cevabı bir süre bekledikten sonra arabanın kapısını kapattı ve yanıma yanaşıp elini göğsüme koyduktan sonra beni öpmeye başladı, bir süre öptükten sonra kulağıma ‘’ İstersen kahve içmeyebiliriz’’ diye fısıldadı ve tekrar öpmeye başladı, kendimi engelleyemiyordum, bu sırada dışarıda bir gölgenin bizi izlediğini hissettim. Bu sefer telaşla kafamı çevirmedim. William’ı göreceğimi biliyordum. Dudaklarımı çekip kızı kendimden uzaklaştırdım. ’’ Üzgünüm ama benim hala bir sevgilim var’’ Kara ormanın içinden çıkınca bir anda kendimi yemyeşil bir bahçede buldum. Güneş parlıyordu, her yer çiçeklerle doluydu, tertemiz bir hava, kuş sesleri ve etrafımda koşuşturan bir sürü hayvanın arasında yürümeye başladım. Karşıdaki derenin ortasında beyaz bir at sanki beni bekliyordu. Ata doğru gittim ve binip yavaş yavaş oradan uzaklaşmaya başladım, Lordun seçtiği özel kişilerden biri olarak, bunu hak ettiğimi göstermeliydim. Sonuna kadar savaşmalıydım, sonuna kadar savaşmalıydık…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kaan Alpaslan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |