..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yedi iklim dört köşeyi dolandım / Meğer dünya her tarafta bir imiş. -Dadaloğlu
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Yeraltı > Kaan Alpaslan




10 Nisan 2009
İyi Geceler  
Kaan Alpaslan
Dar bir koridor, gördüğüm dar bir koridordu, yüksek duvarlar arasında kalmış daracık bir yolda yere çömelmiş bekleyen birini gördüm. Duvarların üzerinden yere doğru usulca kayarken aşağıda bekleyen kişi beni fark etti. Yavaşça başını kaldırdı ve bana doğru baktı. Kendimi görüyordum, koridordun tabanında çömelmiş bana doğru bakarken kendimi görüyordum, bir süre sonra aramızdaki havanın eridiğini hissettim.


:BBGJ:
Dar bir koridor, gördüğüm dar bir koridordu, yüksek duvarlar arasında kalmış daracık bir yolda yere çömelmiş bekleyen birini gördüm. Duvarların üzerinden yere doğru usulca kayarken aşağıda bekleyen kişi beni fark etti. Yavaşça başını kaldırdı ve bana doğru baktı. Kendimi görüyordum, koridordun tabanında çömelmiş bana doğru bakarken kendimi görüyordum, bir süre sonra aramızdaki havanın eridiğini hissettim. Ruhum aşağı doğru süzüldü ve tekrar bedenime kavuştu. Ayağa kalktım koridorun ucundaki ışığa, ışık sandığım aydınlığa yürümeye başladım. Yaklaştıkça şiddeti artıyordu ve yaklaştıkça koridorun sonunda, o güçlü parlak ışığın önünde beni bekleyen biri olduğunu görüyordum. Arkasından vuran ışık bedenini bir gölgeye çevirmişti. Yüzünü göremiyordum, gözlerine bakamıyordum ama saçlarına esen rüzgarı hissediyor, kokusunu duyabiliyordum. Yanına vardığımda arkasını döndü ve koşmaya başladı, peşinden gittim. Koridordan çıkmış bir gül bahçesinde koşuyorduk, o kaçıyordu ben ise kovalıyordum. Kimi, neden kovaladığımı bilmeden kovalıyordum. Önümdekinin neşesine bakılırsa o kimden ve neden kaçtığını çok iyi biliyordu. Yanından hızla geçerken güllerin dikenleri bacaklarımı, kollarımı kesiyor, akan kanın acısıyla daha hızlı koşuyordum. O ise kaybolmuştu, kırmızı güllerin kapadığı yolun sonunda bir anda kaybolmuştu. Gülleri ezip geçmiş olamazdı, çünkü tüm güzellikleri ile karşımda duruyorlardı, üstünden atlayamazdı çünkü bahçe uzayıp gidiyordu. Nereye gitmiş olabilirdi? Bağırmaya başladım, bir süre bağırdıktan sonra nefesim kesildi, ciğerlerimden gelen hırıltılar arasında bir ıslık sesi duydum. Önümde uzanan kırmızı güllerin arasında geliyordu, gülleri yararak ilerlemeye başladım, dikenler ellerimi çiziyorlardı, acıyı hissetmiyordum, karşımda duran güzelliğe gözlerim kilitlenmişti, orada güllerim üzerinde ince kırmızı bir kumaşa yarı sarılı bedeniyle sırt üstü yatıyordu ve ıslık çalıyordu. Beni fark etti ve gülümsemeye başladı, sonra başını arkaya doğru yasladı ve gözlerini kapadı. Yanına geldim ve çömeldim, kollarından kanlar akıyordu, bembeyaz bir teni vardı, gecenin karanlığında ay ışığı kadar parlayan bir beyazlıktı bu, çok canlı ve bir o kadar ölü bir beyazlık. Elimi boynuna götürdüm, boynu boyunca güllerin yarattığı çiziklerden akan kanları sildim. Başını doğrulttu ve ''Tadına bak'' dedi. Anlamadım. '' Kanımın tadına bak'' dedi. Güldüm, başımı salladım ve elimi boynunda biraz daha gezdirip tüm kanı topladıktan sonra parmağımı ağzıma doğru götürdüm. '' Ben iyi bir kızım '' dedi. Onayladığımı belirtir bir şekilde başımı salladım, '' ve güzel bir kızsın'' dedim. Güldü, parmağımı dudaklarıma değdirip boynundan akan kanı tattım.

Tükürdüm, bunu zorunlu olarak yaptım, kanın tadı aylardır güneş altında kalmış ve sinekler ile böceklerin üzerinde dolaştığı bir et gibiydi, acıydı, sanki bir zehir içiyormuş gibi hissettim kendimi. Dudaklarım acı ile yanmaya başladı. Gözlerimden yaşlar gelirken yardım etmesini isteyerek elimi ona uzattım ama o gülerek kaçıyordu, çılgınlar gibi bağırıyor üstündeki kumaşı yırtarak kaçıyordu. Acı dudaklarımdan dilime oradan boğazıma ve bütün vücuduma yayıldı, güllerin üzerine düşmüş debeleniyordum. Bunun bir faydası olmayacaktı, kalktım ve koşmaya başladım, bir şeyler arıyordum, acımı dindirecek bir şeyler arıyordum. Gül bahçesinin tam ortasında küçük bir süs havuzu vardı. Başımı suya soktum ve günlerdir çölde susuzluktan kurumuş biri gibi içmeye başladım. Su beni rahatlatmıştı, o acıyı artık dudaklarımda hissetmiyordum. Ay ışığının aydınlattığı suyun üzerindeki yansımama bakıyor ve kendime gelmeye çalışıyordum. Yansıma, suyun çalkalanmasıyla bozuluyor ve sonra tekrar netleşiyordu. Pek uzun zaman geçmedi ki kendimi gene o acı ile kıvranırken buldum. Havuz başında saatlerce bekledim, her nöbet sonrası kana kana su içerek kendimden geçiyor ve bir sonraki nöbete kadar dinleniyordum. En son acıyla kıvranıp başımı suya sokup çıkardıktan sonra bir ses duydum. '' Zehirlendin '' Bu sesin içimden geldiğine emindim, ama konuşan suyun üstündeki yansımamdı. Suyun çalkalanmasıyla görüntüsü bozuluyor ve sonra tekrar netleşiyordu.'' Zehirlendin '' diyordu. '' Evet '' dedim '' Sanırım zehirlendim ''. Bana baktı '' Ne yapman gerektiğini biliyor musun ? '' diye sordu. Başımı salladım, bilmiyordum. '' Bu havuzun suyu bir gün biter '' dedi '' Susuzluğunu sonsuza kadar burada geçiremezsin'' Başımı salladım, devam etti '' Onu bulmalısın ve ondan panzehiri istemelisin,'' Bunu yapamazdım, bunu ona söyledim, nedenini sordu, korktuğumu söyledim. '' Neden korkuyorsun?'' diye sordu. '' Ya panzehir onda değilse '' dedim. Güldü '' Seni zehirleyen onun kanıydı, seni iyileştirecek olan da onun kanı'' Havuzun yanında bulduğum bir taşı aldım ve suya attım, su iyice bulandı, yansımam kaybolmuştu, su o kadar çok çalkalanıyordu ki uzun bir süre de gözükemezdi. '' Ne yapayım yani gidip dudaklarını, boynunu mu ısırayım '' diye söylendim ve ayağa kalkıp gül bahçesinden çıkmak için bir kapı aramaya koyuldum.

Günler geçti ama ben hala bahçenin içinde yürüyordum, eskisi kadar sık olmasa da hala dudaklarımdan acı yayılıyordu. Bir sabah güneş yavaş yavaş yükselirken, bahçenin sonuna geldiğimi gördüm. Bir şato karşımda dikiliyordu. Gece ne kadar kasvetli oluyordur diye düşündüm, sabahları ise çok güzel gözüküyordu. Merdivenleri çıkıp kapıyı çaldım. Bir süre sonra demir kapı yavaşça açıldı. Bukleli beyaz, uzun saçları olan yaşlı bir adam beni nazikçe selamladı.Yaşlı adam bir adım geri çekilerek beni içeriye davet etti.'' Buyurun efendim, hanımefendi de sizi bekliyordu '' İçeride beni bekleyen hanımefendi kimdi bilmiyordum ama onun olmasını istiyordum. Kapının hemen karşısında iki yandan yükselen merdivenler duruyordu. Bu merdivenler üst katlara muhtemelen odalara çıkıyordu. Sağda ve solda duran geniş kapılar ise yemek odası ve oturma odaları için olmalıydı. Yaşlı adamı izlemeye başladım. Karşıdaki iki merdivenin arasından geçtik ve biraz yürüdükten sonra açılan kapıyla beraber kendimi şatonun arka bahçesinde buldum. Bahçeden çok bir orman gibiydi, hemen yanımızdan bir dere akıyordu, derenin üzerinde bir sandal kıyıya bağlamış duruyordu. Dev bir ağacın gölgesinde ise bir masa kurulmuş yanında çocuklar oynuyor ve gülüşüyorlardı. Yaşlı adam kapının eşiğinde durdu ve '' Buyurun efendim, bundan sonra size eşlik etmeyeceğim, masaya geçin, iyi günler '' dedi. Kendisine teşekkür ettim ve arka bahçede masaya doğru yürümeye başladım. Bu sırada çocuklarla oynamakta olan son derece zarif ve şık bir bayan bana doğru gelmeye başladı. Gülüşü kendisini ele vermişti. Beni zehirleyen bu güzellik yaşlı adamın bahsettiği hanımefendi olmalıydı. Yanıma yaklaştı, eğilip elini öptüm. '' Çok naziksiniz'' dedi ve koluna girmem için elini kaldırdı. Masaya doğru yürümeye başladık. Yolculuğumun nasıl geçtiğini sordu, iyi olduğunu söyledim, hangi yolculuktan bahsettiğini bilmiyordum, uzun zaman görüşemediğimiz için beni çok özlediğini ve konuşacak çok şeyimiz olduğunu söyledikten sonra masanın başındaki hizmetçilere bir işaret yaptı, hizmetçiler hemen sofrayı kurmak için telaşla koşuşturmaya başladılar. '' Yemek hazır olana kadar sandalla bir tur atmaya ne dersiniz? ''diye sordu. Çok memnun olacağımı söyledim. Bu sırada çocuklar etrafımızı sardılar, el çırpıp şarkı söylüyorlardı. '' Çocukları sever misiniz?'' diye sordum. İç çekerek ''Kim sevmez ki'' dedi. Biraz üzüldüğünü fark ettim, özür diledim. '' Önemli değil'' dedi. ''Bunlar da benim çocuklarım sayılırlar, peki siz çocukları sever misiniz? 'Başımı salladım '' Bilmiyorum'' dedim '' Ama kesin severim''

Uzun zamandır hiçbir acı hissetmiyordum, günler boyunca hiç bu kadar süre dayanabildiğimi hatırlamıyordum. Onunla birlikte sandalla dere boyunca gezerken zehrin de bir şekilde içimden atılmış olduğunu düşündüm ve mutlu oldum. Yansımama kanıp bu güzel hanımefendinin boynuna saldırmadığım için kendimle gurur duydum. Sandal suyun üzerinde hafifçe sallanırken derenin berraklığından suyun dibinde yüzen balıkları görebiliyorduk. Hanım efendi bana bir şiir okumak istediğini söyledi. Memnun olacağımı söyledim ve o güzel dudaklarından mısralar dökülürken güneş altında parlayan gözlerine dalıp gittim… Simsiyah gözleri saçlarıyla ahenk içindeydi, şapkasının altında gölgelenmiş olsalar da insanı kendisine hapsediyordu. Siyah rengin kırmızıya dönüşünü ilk başta algılayamadım. Kulaklarımı dolduran özenle seçilmiş kelimelerin ahengi ve kendimi kaptırdığım düş dünyası bir anda kıpkırmızı gözlerle bana bakan kendimi karşımda bulmamla paramparça oldu. Dişlerimi hanımefendinin güzel boynuna geçirmiş, dudaklarımdaki acıyı dindirmek için susuzluğumu giderirken gördüm kendimi sonra aslında hanımefendinin yerinde benim olduğumu ve onun beni ısırdığını ve kanımı emdiğini gördüm. Bir çığlıkla sandalın üstünden düşer oldum. Hanım efendi hızla uzanıp kolumdan beni tuttu ve iyi olup olmadığımı sordu. İyi olduğumu sadece biraz yorgun olduğumu söyleyip, şiirini böldüğüm ve saygısızlık ettiğim için özür diledim. '' Ah, yapmayın lütfen böyle, asıl ben saygısızlık ettim, dinlenmenizi beklemeden gezinti yapalım diye tutturdum, istiyorsanız hemen kıyıya dönelim'' dedi. Başımı salladım, kıyıya dönmek istemiyordum ama kafamı toplamak için biraz yalnız kalmam daha iyi olacaktı.

Kıyıya döndüğümüzde masaya oturduk, çocuklar başka bir masada yemek yiyorlardı. Hanımefendi ''İsterseniz yemek yemeden hemen dinlenebilirsiniz ama bir şeyler atıştırmanızı öneririm, bakın hatta benim tabağımdan size de hazırlatayım, çok daha sağlıklıdır''dedi. Tabağına baktım. Onlarca çeşit sebze önünde duruyordu. '' Et sevmiyorsunuz galiba '' dedim. ''Evet'' dedi '' Uzun zamandır yemiyorum, uzun zaman da yemeyi düşünmüyorum '' Gülümsedim. '' Bugün size eşlik edebilirim '' dedim. Yemek bittikten sonra hanımefendi rahatlamış olacağımı düşünerek at ile gezinti yapmayı önerdi. Teşekkür edip eğer dinlenmeyi tercih edeceği söyledim. ''Ama akşamüstü yapabilirsek çok mutlu olurum '' dedim. Başını salladı ve hizmetçilerden birini şatoya kadar bana eşlik etmesi için çağırdı. '' Siz dinlenirken ben de bir kitap okurum, belki bir şiir yazarım''dedi. Elini öpüp akşamüstüne kadar müsaade istedikten sonra yanından ayrıldım. Şato kapısında yaşlı adam beni karşıladı ana kapının karşısında yer alan merdivenlerde çıktıktan sonra odaların bulunduğu koridora doğru girdik. Yaşlı adam '' Sağ kanatta misafir odaları bulunur, sol kanat biz hizmetçiler içindir, bir üst kat ise hanımefendinin odasıdır '' diyerek şato hakkında bilgi veriyordu. Bir üst kata çıkan merdivenin hemen yanındaki odaya girdik. Neredeyse bir ev kadar büyük bir odaydı bu. Kapıda birkaç tane valiz duruyordu. Yaşlı adam '' Arabacınız sizden sonra gelip bunları bıraktı '' dedi. Şaşkınlığımı gizleyemedim. Hangi arabacım diye kendi kendime geçirdim. Yaşlı adam bir isteyip olup olmadığını sorup, bir şey istemediğimi öğrendikten sonra kendisini çağırmam için çıngırağı hafifçe sallamamın yeterli olacağını, binanın akustiği sayesinde her sesin kolayca duyulduğunu söyledi ve tam çıkarken durdu '' Bu arada hemen şu dolabın içinde su bulunur, lazım olursa diye'' dedi ve gitti. Bir anda içimi bir dehşet duygusu kapladı. Suyun lazım olacağını nereden çıkardı bu adam diye kendi kendime söylenerek yatağa yattım sonra dudağımın yanmaya başladığını hissettim ve kalkıp dolaptan şişeyi çıkartıp biraz su içtim ve uyudum. Bütün gün boyunca ilk defa buna mecbur kalmıştım, sanırım zehri o yanımda yokken canlanıyordu.

Ağzım bir çöl kadar kuruydu ve dudaklarım acıdan şişmişti, yataktan fırlayarak kalktım, bedenim yanıyordu. Hava karardığı için hiçbir şey göremiyordum, mumları yaktıktan sonra zor da olsa dolabın yerini buldum. Şişeyi elime aldığımda suyu içmiyor başımdan aşağı boşaltıyordum. Tekrar rahatlayınca pencere kenarına gittim ve dışarı baktım. Akşamüstünü geçmiş olmalıydı, hanımefendiye çok büyük saygısızlık ettiğimi düşünerek hızla aşağı indim, bu sırada yaşlı adam bir anda karşıma dikildi, korktum. Adam '' Yemek odasında hanımefendi sizi bekliyor'' dedi ve beni gene peşine takarak yemek odasına götürdü. Uzunca bir masanın bir ucunda hanımefendi yemeğini yiyordu, hemen yanına gittim, özür diledim, kabul etti ve beni sofranın diğer ucuna yöneltti. Oturdum ve önümdekileri yemeğe başladım. '' Şarap?'' diye sordu. '' Çok memnun olurum '' dedim. Yemek bittikten sonra oturma odasına geçtik, hizmetçilere şömineyi yaktırdıktan sonra piyanonun başına geçti. '' Siz bir şey çalmıyorsunuz değil mi?'' diye sordu, maalesef ona eşlik edemeyeceğimi söyledim. '' Önemli değil'' dedi '' Ama size şiir okudum, birazdan çalıp şarkı söyleyeceğim, karşılığında benim için de bir hikaye yazar mısınız '' dedi. Başımı olumsuz biçimde salladım. '' Korkarım bunu yapamam'' dedim, şaşırdığını görünce güldüm '' Siz bir romanı hak ediyorsunuz'' dedim. Gülümsedi ve piyanonun tuşlarına dokunmaya başladı. Her bastığı tuş, her çaldığı notayı ruhumda hissediyordum.

Şömine başına geçtik, şarap koyduktan sonra kadehlerimizi tokuşturduk. '' Demek şarap seviyorsunuz? '' diye sordum. '' Şarap benim suyumdur '' dedi, gülümsedim, ''Sizde şarap seviyorsunuz sanırım?'' diye bu sefer o sordu. '' Tüm içkileri severim dedim ama şarap benim kanımdır '' Taş bina gecenin karanlığında ay ışığının vurduğu soğuk bir mahzene dönüyordu, ağızlarımızdan çıkan dumanlar duvarları süsleyen heykellerin üzerinden kayboluyordu.Şömine başında ateş bizi ısıtırken odaya sinsice giren bir kedi gördüm. '' Sanırım yalnız değiliz'' dedim. Hanımefendi gülümsedi, kediyi çağırdı '' İşte benim aşkım'' dedi ve kediyi öptü ve okşamaya başladı. O kediyi okşarken dudaklarımın gene yandığını hissetmeye başladım, nezaketen yudumladığım şarabımı hanımefendinin şaşkın bakışları altında dikiverdim. '' Çok hızlısınız '' dedi, başımı salladım, bir kadeh daha doldurdum ve tekrar yerime oturdum. '' İsterseniz size bir hikaye anlatmaya başlayayım '' dedim. Başını salladı ve dikkatle dinlemeye koyuldu. '' Bu çok eski bir hikaye'' dedim '' Bundan yüzyıllar önce yaşayan genç bir kızın hikayesi, genç, güzel, herkesin aşık olduğu ama sevgiyi yanlış yerlerde arayan bir kızın hikayesi '' Hanımefendi dikkatle beni dinlerken, şöminedeki alevlerin arasında yanan odun parçaları çatırdıyordu.

''Uykunuz geldi sanırım''. Hanımefendi biranda irkildi '' Yo hayır heyecanla dinliyorum lütfen devam edin''. Kedi sıcağın ve okşanmanın etkisiyle çoktan uyumuştu ama sahibesi hareket edince uyandı ve koşarak odadan çıktı. Şöminedeki ateş iyice azalmıştı, neredeyse sönmek üzereydi, bu yüzden soğuk giderek bastırmıştı, ikimizde titriyorduk. '' Üşüyorsunuz '' dedim. Sarılmak istedim ama saygısızlık olur diye cesaret edemedim. '' Evet, soğuk ve geç oldu sanırım yatsak iyi olacak '' dedi. Başımı salladım. '' Ben halimden çok mutluyum ama siz bilirsiniz tabii'' dedim. ''Ben de halimden memnunum ama eninde sonunda günü bitirmek gerek yoksa yarının ne anlamı kalır değil mi?'' Başımı salladım. Ayağa kalktım ve hanımefendinin elinden tutup onu da kaldırdım sonra benim odama kadar yürüdük. Kapının önünde müsaade istedim, Merdiven ile kapımın arasında kalan pencerenin camından yansıyorduk ve yansımam hanımefendinin elini öptükten sonra dudaklarını çekmemiş, koluna oradan boynuna ve dudaklarına kadar gitmişti. Hanımefendinin elini avucumun içine aldım öptükten sonra yavaşça bıraktım. Camda ateşle öpüşen iki çift gözüküyordu. Biraz bekledim sonra '' İyi geceler '' dedim ve o da iyi geceler dedikten sonra odama girdim, kapıyı kapatmamla beraber odamdaki camda ağzından akan kanlarla yansımamı gördüm, gözleri fal taşı gibi açılmıştı dişleri kıpkırmızıydı, bana bağırıyordu, küfrediyordu, ben ise kulaklarımı kapamış susması için yalvarıyordum. '' Daha ne kadar dayanabileceksin'' diyordu. '' Tek yapman gereken onu öpmek, tek yapman gereken bu, ruhumu yakıyorsun, beni yok ediyorsun, o zehrin beni felç etmesine izin veriyorsun'' Acıyı bütün bedenimde hissediyordum, kalbimde, beynimde ruhumda hissediyordum, dolaba perişan halde atıldım ve şişeyi gene başımdan aşağı boşalttım. Camdan dışarısı gözüküyordu, soğuk gece aydınlanırken bir dakika bile uyuyamadım.

Şatoda kaldığım günler böyle geçti, her gün güzeldi, her gece güzeldi ama odama çekildiğim her dakika bir ızdırap bir işkenceye dönüşüyordu, sanki her ayrılıkta odamda çarmıha geriliyor, elime batırılan çivilerle bu zehre daha da çok bağlanıyordum. Onu gördüğümde ise elimdeki çiviler sanki bedenimin bir parçası gibi tanıdık ve dostça geliyordu.
Günler, haftalara, aylara döndü, artık daha fazla işkence çekiyordum, çünkü hanımefendi benimle eskisi kadar sık görüşmüyordu, arkadaşları geliyor gündüzleri onlarla gezmeye gidiyordu geceleri ise hikayelerimi dinlerken uyuya kalıyor hatta bazı geceler dinlemeden izin istiyordu, ben ise odamda kendimi yerden yere vururken acımı dindirmek için ona söz verdiğim romanı yazmakla uğraşıyor böylece kendimi bir nebze daha rahatlatıyordum. bir zaman sonra odamın yerinin değişmesi gerektiğini söylemek üzere yaşlı adam geldi.
Hanımefendinin yeni arkadaşı bundan sonra benim odamda kalacakmış, sinirlendim ama bir şey diyemedim, hanımefendiye konuşmak istediğimi söyledim ama sandal ile geziye çıktığını söylediler. Koşarak bahçeye indim, hanımefendi sandalda bir adamla geziniyordu, daha önce olmadığı kadar büyük bir acı bedenimi kapladı, yeni odama gidip saatlerce duvardan duvara çarptım.

Akşam olduğunda yemek odasına indim, hanımefendi ve o adamla beraber yemek yedik. Adam hanımefendinin karşısında oturuyordu, ben ise uzunca masanın ortasındaydım. Yemekten sonra şömine başına piyano çalmaya geçtiler. Beni de çağırdılar, geleceğimi söyleyip odama çıktım. Kendimi yere attım. Karnıma bir ağrı girdi, dudaklarımdan yükselen acı ayaklarımı yerden kesmişti, su içmek için dolaba gittim, ama bu odada içinde şişeler bulunan bir dolap yoktu, ölümle burun buruna olduğumu hissettim, masamın başına oturup romanıma devam etmeye çalıştım, saatlerce yazdım, mürekkebim bittiğinde şişesini yere fırlattım, son birkaç cümle daha yazmak istiyordum, acımı dindirecek birkaç cümle ile romanımı bitirecektim ve bu roman ona her şeyi anlatacaktı, beni zehirlediğini, beni bu şatoya hapsettiğini ve benim ondan vazgeçemediğimi anlatacaktı, kalemi koluma sıkıca batırdım ve akan kana ucunu buladıktan sonra kağıda yazmaya başladım. Kolumdaki acıyı hissetmeyecek kadar kötü hissediyordum. Zehirlenmiş kanımla yazdığım son cümleleri bitirdikten sonra kalemi fırlattım, pencerede bir yaratık duruyordu, bana yalvarıyor ve kurumuş bedenini gösteriyordu, saçları kalmamıştı, ellerimi, dudakları, yüzü, her yeri çatlamıştı ve mosmordu, yalvarıyordu, ''panzehir'' demeye çalışıyordu ya da ben öyle anlıyordum.

Romanı aldım ve hızla odamdan çıktım aşağı oturma odasına doğru koşmaya başladım, kolumdan akan kanlar arkamdan geliyordu. Odaya yaklaştığımda içeriden piyano sesleri içinde bir erkek sesinin şarkı söylediğini duydum. Kapıya kadar hiddetle gelmişken, kolu çevirirken bir anda uysal bir kediye döndüm, yavaşça ve korkarak kapıyı açtım, artık şarkı söylemiyorlardı, elimdeki kitabı yere bıraktım ve dona kaldım. Kitabın düşmesiyle beraber beni fark ettiler. Hanımefendi adamın kucağından ayrılıp yanıma geldi ve elini boynumda gezdirmeye başladı sonra parmaklarını yüzümde okşadıktan sonra başımı kendine doğru çekti, bu sırada adam uzaktan olup biteni izliyordu, hanımefendi boynumu öpmeye başladı, ilk başta yumuşacık öperken yavaş yavaş daha sert öpüyor hatta öpmüyor, ısırıyordu. Kendimi ondan kurtarmaya çalışırken adam gelip arkadan beni sıkıca tuttu, çok güçlüydü ve ona karşı koyamıyordum, hanımefendi boynumu, dudaklarımı ısırmaya ve kanımı emmeye devam ediyordu, başım dönmeye başladı, kendimden geçtim ve yere yığıldım…Üzerime çıkmışlardı, adam başımdan aşağı şarap dökerken, o ısırmaya devam ediyordu, bir yandan da gülüyorlardı, aptallığıma gülüyorlardı, korkaklığıma gülüyorlardı, camdan bunları görüyordum, yerde yatan bedenimin üstüne abanmış bu iki insanı görüyordum, sonra ikisi de gitti, artık sadece kendimi görüyordum, kurumuş bedenimi görüyordum, saçlarım kalmamıştı, ellerim,dudaklarım, her yerim kurumuş ve çatlamıştı, mosmordu, kendim sandığım bu yaratığa daha fazla bakamazdım camda birkaç göz yaşı bırakıp oradan uzaklaştım.

Böylece acılarla beslediğim ve onun için yazdığım kitabı o şatoda öylece bıraktım ve gittim. O bunu okudu mu bilmiyorum aslında herhangi biri bu kitabı okudu mu bilmiyorum ama yıllar sonra bir gün odasına çekilmiş, romanımı okuyan biri çıkarsa ve kalkıp camdaki su damlalarını silerse, sevgiden korkmaması gerektiğini anlarsa; ateşler içinde yanan ruhum bir nebze olsun serinleyecektir. Kanımla yazdığım cümleler ise kuruyup gidecektir…

Kaç kez seni seviyorum demek istemişizdir ama hep iyi geceler ile yetinmişizdir.İyi geceler, yarına yüklemektir duyguları…Ne kadar yükleyebiliriz ki, ne kadarını taşıyabiliriz. Neden kabuslarla uyandığımı anlıyorum; Artık zihnim bu yükleri taşıyamıyor ve şiddetle üstünden atmak istiyor, Sevgim nefrete dönüşüyor, cesaretim ise korkuya...



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yeraltı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Neden?

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
İnekler
Bay İyi
İnsanları Mutlu Eden Adam
Azrail Korkunca
Ahlak Bakanlığı
Zindan
Ölümden Önce Ölümden Sonra
Mağara
Sadece Bir Oyun


Kaan Alpaslan kimdir?

. . .

Etkilendiği Yazarlar:
...


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Kaan Alpaslan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.