Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
“ Okumak cehaleti giderir, eşeklik baki kalır.” Bir ilkokulun arka avlusu. Teneffüs Avluya açılan arka kapının yüksek merdivenlerin önü. 2. sınıfta okuyan iki küçük çocuk - Baksana merdivenlerin üstünde öğretmen birini dövüyor. - Hem de kötü vuruyor. Öğretmeni çok kızdırmış galiba. - Bak Bak! öğretmen çocuğa küfür söylüyor. Çizik gözlük camlarının arkasından, manzaraya şaşkınlıkla bakarken arkadaşımla bunları konuşuyorduk. Dayak yiyen öğrenci , okulda herkesi rahatsız eden haşarı tiplerdendi. Doğudan geldiği için okula geç başlamış, dördüncü sınıfta olmasına rağmen yaşı büyük olduğu için sınıftakilerden oldukça iri bir çocuktu. Bıyıkları terlemişti şimdiden, hepimiz ondan korkardık. Çünkü sürekli kendinden küçükleri rahatsız eder, durmadan küfür eder ve disipline yollanırdı. (Disiplinde de aynı hocayla karşılaşmanız büyük ihtimaldi ve hiçbir disiplin kurulunda hakimler suçlu bulunmazdı.) Öğretmen çocuğu fena dövüyordu, ağzı burnu kan içinde kalmıştı. Öğretmen öfkesine o kadar yenilmişti ki , ayakta bile zor duran çocuğu düştüğü basamaktan kaldırıyor ve vurmaya devam ediyordu. Çocuk aldığı son darbeyle yüksek merdivenlerin yarısından yuvarlanarak ,aşağı tam önümüze düştü. Öğretmen bir iki küfür daha ettikten sonra içeri girdi. (Yüksek ve gri duvarların ardında sağlam bir zırh vardı.) Dehşet dolu gözlerle önümüzde yatan ağzı, burnu kana bulanmış çocuğu seyrediyorduk. Suratı dağılmıştı. (O an kendimi televizyonda seyrettiğim hapishanelerde sandım. Gardiyan bir suçluya, hakkettiği (!) cezayı vermişti.) Ama o çocuğa bakarken manasını büyüyünce anlayacağım bir hissin sızıntılarını yaşıyordum. Vicdanım titriyordu. Acımak , üzüntü ve korku olduğum yerde beton kesilmemi sağlamıştı. (Oysa okulu böyle anlatmamışlardı bize.) Ta ki arkadaşımın, öğretmen içeri girmeden beni kolumdan dürterek söylediği cümleye kadar; - Baban değil mi o senin. ------------------------------------------------------ Ortaokul 2.sınıf 7-b sınıfında fen bilgisi dersi. Öğrencinin biri yüksek sesle ve kelimeleri yutarak , bir konuyu okurken; öğretmen iki eli arkasında bir yandan tuttuğu küçük siyah tespihinin tanelerini çeviriyor, bir yandan da sıraların arasında geziniyordu. (Sınıfta ki ölüm sessizliğinin okunan konuyla alakalı değil de, hocayla alakalı olduğu hocanın yüzüne bir bakışta anlaşılacak gibiydi.) Kırk kişilik sınıfta ki doksan sekiz kişi, iki kişilik sıralara genelde dörderli oturmuş, önlerinde ki kitaptan okunan konuyu takip ediyorlardı.(ya da öyle görünüyorlardı. Aniden not hanesine bir eksi yada gurur tablosuna okkalı bir tokat eklenebilirdi. Korku, disiplindi. Disiplin saygı.) Tabi çoğu sırada bir veya iki kitap ancak vardı. O gün duvar kenarına oturma sırası bendeydi. (Sırada ki üç arkadaşla beraber böyle bir kural koymuştuk, demokrasinin ne olduğunu bilmesek bile herkesin hakkına saygılı olmanın , herkes açısından iyi olduğunu biliyorduk.Hem de hocalardan daha iyi.) Sol omzum duvara yapışmış şekilde, zorla sığdığımız sıra da, terler içinde okunan yeri kaybetmeme telaşı içindeydik. Zira hoca bir anda okuyan kişinin kaldığı yerden, başkasını devam ettiriyordu. Hocanın tam da bizim sıranın yanından geçtiği bir an sayfa bitmiş ve arka sayfaya açılıyordu. Sırada iki kitap olduğundan yanımdaki arkadaşla beraber okuyorduk. Tabi diğer sayfaya geçilince refleks olarak ikimizde aynı anda elimizi sayfaya uzaktık ve sayfa çevrilirken biraz ses çıktı (atom bombasını ateşlemiştik). Biz de birbirimize bakıp sessizce güldük.(Çocuktuk daha. Her şeye gülecek bahanemiz vardı.) Ses üzerine hoca birden bize döndü; -lan oğlum, siz hiç akıllanmayacak mısınız? Kaç defa derste gürültü yapmayın demedim mi lan? (lan ların vurgusu ve ses tonu hızlıca yükseliyordu). Hele sen , hele sen! birde öğretmen çocuğu olacaksın. Bunlara örnek olman gerekirken, bütün pisliği sen yapıyorsun.(Öğretmen çocukları. Öğretmenler için üretilmiş, özel prototip örnek öğrenci modun da robotlar olmalıydılar, ama ben bir türlü olamıyordum işte. Hem sayfadan çıkan sesi, pislik olarak yorumlamak ancak böyle bir hocaya yakışırdı. ) Küçük düşürülmeye birebir, gurur tanımayan, çocukluk psikolojisinde intikam duygusunu ateşlemeye yeterli, kızgın ve bağırtılı kelimeler bitince, bununla kurtulduğumu sanıp başımdan aşağı dökülen suyu ve utanarak içine girdiğim yer yarığını unutmaya çalışarak, boynumu büküp önüme baktım. (Ama bağırmak ve aşağılamak bazı hocalarda ön sevişme gibi bir şeydi. Ön tatminkârlıkta denilebilir.) Boynumu büker bükmez, sağdan bir el kafamı kavradı ve sol tarafıma bir karışlık uzaklıkta olan duvarla yakından tanışmamı sağladı. Hem de birkaç defadan fazla. (Ucu eğri bir çivinin , giremediği duvarda neler hissettiğini pratik olarak anlamıştım. Ve kafamın duvara her çarpışında, çıkan ses hocayla içten içe akraba olmamızın melodisi gibiydi. ) Hoca elini kafamdan çektiğinde. Gözlerimdeki intikam alevi çoktan yüreğimi yakmaya başlamıştı. O ise yaptığı işin memnuniyeti ve yüzündeki sırıtma ile bana dönüp; -Aklın başına gelmiştir artık. Bir daha olursa önce döverim sonra doğru disipline…… ---------------------------------------------------------------------------------------------------------- Endüstri Meslek Lisesi. Elektrik bölümü atölyesi. Öğle paydosundan önce. Sınıf sayımına 5 dakika kala. -Hocam hocam ! elektroteknik kitabım çalınmış. Daha biraz önce buradaydı. Lavaboya gittim geldim yok. - Emin misin kızım çalındığına? Bir yerlerde unutmuş olmayasın. - Yok hocam ya . Her yere baktım. Zaten masanın üstünde duruyordu. - Tamam kızım ağlama. (Hoca atölyedeki öğrencilere dönerek.) - Gençler kitabı kim aldıysa çabuk getirsin. (İki kere daha yapıldı aynı ikaz, hocanın değişen renk ve ses tonundan, sabrının tükendiğini anlıyorduk. Anlıyorduk da. Kara murat benim diyen yok işte meydanda. Hem bu saatten sonra biri alsa bile kesinlikle çıkmazdı ortaya. Hocanın ne yapabileceğini hepimiz çok iyi biliyorduk ) Gıcık aldığımız bir kızın kitabı çalınmış yada kaybolmuş diye öğle yemeğine geç kaldığımıza mı yanalım yoksa birazdan olacak şeylerin korkusuna mı yanalım anlayamadık.Ya peki sınıftaki cinsel ayrıma ne diyelim. Sınıfta 5 kız 25 civarında da erkek vardı; (Zaten genelde EML’ lerin de kız sayısı çok az olur. Kız nüfusunun varlık gösterebildiği tek bölüm: iplik yani tekstil bölümüdür.) Beş kızımızdan birincisi hem kız hem de sınıf başkanı olduğu için, ikincisi zaten kitabı çalındığı için, geri kalan üçlü ise öncelikle kız, sonrada varlıkları yokluk kavramına denk olduğu için şüpheliler listesinden çıkarılmıştı. (Ben ise güvenilirliğimden ve ağırbaşlılığımdan dolayı atölye başkanı seçilmeme rağmen şüpheliler listesinden kurtulamamıştım. İyi ki de kurtulamamıştım, çünkü sınıfın erkeklerindeki kızlara bakan öfkeli bakışını taşıyamazdım.) Atölyenin ortasında ip gibi dizilen sıranın başında, bendeniz bahtsız bedevi, (hayatımın geri kalan zamanlarında, bu ismi hak ettiğim defalarca kanıtlandı.) yanı başımda kadim dostum Serkan.(ki bu çocuk peygamber ahlakına sahiptir. ) ve diğer erkek suçlular (yoksa suçlu erkekler mi demeliyim? ) Biraz sonra öğle yemeğinden önce atıştırmalık bir sıra daya yiyeceğimize kesin gözüyle bakıyorduk. Bizi düşündüren (itiraf; korkutan.) sopanın cinsi, kalınlığı ve ellere vurulacak adet sayısıydı. Hiçbir zaman dayaktan kaçmadım. (Çünkü kaçacak zaman olmuyordu) Sıranın başında, şerefli bir Türk genci gibi dayağımı yiyecektim. Önceleri de yemiştim zaten. Tadına aşinaydım yani. Ama beni ve diğerlerini sinirlendiren bu geri zekâlı kızın kitabı yüzünden olmasıydı. Arka taraftan bizi izleyen 3.sınıfların ve diğer 2 hocanın (ki birine çok değer verirdik ve bizi adam yerine tek o koyardı ) önünde hırsız muamelesi görmemizdi. Robin Hood’un bulunamayışı ve zırıl zırıl ağlayan kızın susmaması iyice hocanın tepesinin atmasına sebep olmuş ve merakla beklenen cümleleri ağzından çıkarmıştı. Sınıf başkanına bakarak; -Kızım getir bakalım içerden siyah kabloyu. (Siyah kablo: içersindeki bir adet kalın (çapı 1,5 cm civarı) çelik telin etrafını, 5 adet 0,7 cm’lik bakır kabloların sardığı ve onların üstünde sert silikon maddenin ve hepsini saran siyah sert izolasyon maddesinden oluşan dayak aracı. Pardon elektrik kablosu ) Evet. Ömrümden ne cetveller, odunlar, kızılcık, dut, erik değnekleri, plastik sopalar, haydarlar, kürek sapları geçmişti ama ilk defa teknolojik bir araç deneyecektim. Ee! yani koskoca elektrik bölümünün de adına yakışır dayak aletleri kullanması lazımdı değil mi? Siyah kobramız, güzel sınıf başkanımızın elinde, ne de seksi durmuştu öyle.(Mizah insanı korkuya biraz olsun alıştırır. Sığınılacak başka kapı yoktu artık.) Havalı ve aşağılayıcı bakışlarla bize bakarken, hocaya kabloyu verdi. - Buyurun hocam. - Ver bakalım kızım. Demek aranızdaki hırsız çıkmıyor öylemi. Hepinizi iyice bir haşlayayım da o zaman bulunca, öcünü ondan alırsınız. Hem birlik olmayı da öğrenirsiniz artık. (ki doğru bir tespitti. Gruplaşmalar olduğu için kesinlikle, kimin kitabı aldığı bilinseydi ispiyon yaşanırdı. Zaten hocaların kullandığı, bu göreve layıkıyla sergileyen arkadaşlarda vardı. ) Dörder mi beşer mi şimdi tam hatırlamıyorum, 2 elimizde tokalaştı sırayla kabloyla. Hem öyle hak geçmesi de yoktu, herkese eşit. Birinin sağ elinde problem mi var tamam hemen diğer ele 2 katını uyguluyordu hocamız. Dayaktan sonra kızlar giderken biz hocanın tehditlerle süslü nutkunu dinliyorduk. Çok şükür azat edildik ve yemeğe gittik. Yemekten dönünce Serkan’ la direk atölyeye çıktık. Tesisat yaptığımız bölmede muhabbet ederken, birden sınıf başkanı ve yalakası mağduremiz geldi. Bulunduğumuz bölmenin, yan tarafına geçince bizi görmediler. Biz de sustuk bunları dinlemek için. (Kesin dedi kodu yapacaklardı. Her zaman kızların yaptığı gibi ama Serkan bir şeyden kıllanmış olacak ki eliyle sus işareti yaptı. Sustuk dinlemeye başladık.) -Kız, Ayhan’la ne konuştunuz öyle basket sahasının orda. -Ne konuşacağız kızım. İşte salak yine zırvaladı durdu. Yok benden çok hoşlanıyormuş ta, sinemaya gidebilir miymişiz de falan filan… Sen onu boşver de acayip dayak yedi bizimkiler hocadan. - Aman iyi oldu aptallara. Zaten kitabı da buldum. Kimya sınıfında unutmuşum sabah. - Kız hani atölyede masanın üstünde kaybolmuştu. - Eee napim be! bulamayınca telaşlandım çalındı sandım. Bende burada kayboldu diye salladım işte. Aman ne olacak sanki buldum ya ona bak sen. Bir iki gülüşüp çıkıp gittiler dışarı. (Serkan bir eliyle ağzımı tıkamış, bir eliyle kolumu tutuyordu. Dellenmiştim bizim tabirle. Dayak yediğimiz yetmiyor bide hanımefendi ne olacak ki diyordu.) Hay senin kitabına da sana da hocana da……… Sinirlerim acayip bozuldu. Serkan’ ın benden farkı yoktu. Şimdi gidip hocaya söylesek bir iki fırça atardı kıza o kadar yediğimiz yanımıza kâr kalırdı. Ama beni en çok üzen iskeletor (sadece deri ve kemikti o zamanlar ) lakaplı arkadaşın şalgamcının verdiği şalgamı , kızarıp kabarmış ellerinde tutamayıp da yere düşürmesiydi. Lise yılları acımazsızdı. Ama daha kötüsü filmin ikinci bölümünde başlayacaktı. Üniversite yılları.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © tuncer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |