Edebiyat yaşamın öncüsüdür, onu öykünmez, ona istediği biçimi verir. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Saat altı oldu. Ne gelen var ne giden. Saat beşte buluşacaktık oysa. Hiç aksatmazdı, hiç bekletmezdi beni. Hatta hanım olmasına aldırmadan benden erken bile gelirdi çoğu zaman. Boş ver, sorun etmeyeyim, gelir nasıl olsa. Tam 5 yıldır buluşuyoruz onunla burada. Her ayın ilk cumartesi saat beşte. Kamil Usta’nın kır kahvesinde. Bir patika yoldan geçerek gelirsiniz buraya. Adeta ağaçlar eşlik eder size yol boyunca. Ve birden sağda karşınıza çıkar. Kamil Usta Kır Kahvesi. Bir tarafı yola bakar, bir tarafı ormanlık bir yamaca. Hem yazlığı vardır hem de küçük bir kışlığı. Yazı nedense daha çok severim ben. Yemyeşil çim üzerine serilir masalar, arkada küçük bir çay var. Zaman zaman ben o çayın buz gibi berrak suyunun yanına koydururum masamı. Su sesi, çiçek, ağaç kokuları ve karşımda sen… Hafif hafif esen ve estikçe koklamaya doyamadığım muhteşem kokular ve yine sen. İşte budur bence en büyük mutluluk. Kamil Usta da iyi tanıyor artık bizi. Burada oturduğumuz süre boyunca, defalarca çalar bizim şarkımızı. Sonra da tavşankanı çayımızdan getirir. Ben içerim, sana bakarım kaybolurum o gözlerinin derinliğinde. Ve çayım bitince o yeniden getirir. Ve sürekli aynı şarkımızı çalar, çalar. Taa ki biz gidene kadar. Pek fazla müşterisi olmaz Allahtan Kamil Usta’nın. Olanlar arasından şimdiye kadar şikayetçi olanını da görmedim. Acaba, Kamil Usta gizliden konuşur mu onlarla, bizden habersiz.? Saat altı buçuk oldu. En az beş kere aradım onu, kapalıydı cebi. Hayır, unutmuş olamaz. Oysa ne güzel bir günde tanışmıştık onunla. Tam beş yıl önce. Bir alışveriş merkezinde çalışıyordu. Cep telefonu ve elektronik reyonunda. Ben dalgın dalgın dolaşıp, cep telefonlarını inceliyordum. Amacım da alışveriş değil, daha çok zaman geçirmekti. Ve birden inanılmaz tatlılıkta bir sesle, “Buyurun, beyefendi! Yardımcı olmamı ister misiniz?” dedi. Duyduğum bu güzel sese doğru dönünce, ne göreyim? O, evet o... Hayallerimi süsleyen ve devamlı düşlediğim kadar güzel. Hatta daha da güzel. Bembeyaz bir takım vardı üzerinde. Beyazlar içinde gerçek bir masal prensesiydi adeta. Bu prensesi görünce, çok utangaç olmama karşın, birden kendimi yanına gitmekten alıkoyamadım. Tüm cesaretimi toplayıp, her şeyi göze alarak, amacımın askıntı olmak olmadığını sadece tanışmak istediğimi samimi bir biçimde söyledim. Bunu öyle söylemişim ki “Neredeyse yalvarıyordun.” dedi bana daha sonra. İşte böyle başlamıştı bizim hikâyemiz. Ama, sonra bilinen gelişmeler, sevdim ve sevdi. Ne kadar da mutluyduk. Ailesi karşı çıkmıştı bizim birleşmemize. Onları ikna ettik, mücadeleler verdik. O İstanbul’da edebiyat eğitimi görüyordun ben ise Bursa’da iktisat okuyordum. Bunun için, burada buluşup saatler geçirmek onunla, oradan da sabahlara kadar gezmek birlikte, inanılmaz bir keyifti. Nasılda geçerdi zaman , sanki onunla iken akar giderdi kum taneleri gibi. Ya, ben öyle mutlu olurdum ki hiçbir derdim kalmazdı aklımda. Parasızlık, sınavlar, babamın rahatsızlığı hiçbir sorun kalmazdı , uçar giderdi hepsi kafamdan , taa ki ondan ayrılıncaya kadar. Bu kez de binlerce ton artardı sorunlarım. Çünkü, onun hasreti ve gelecekte birleşememe kaygıları bir ağaçkakan gibi kemirirdi beynimi.V eya bırakırsa , terk ederse beni hani olur ya bir başkasını benden daha çok severse. Ama, yine de sevecektim ben onu ömür boyunca. En önemli olan onun mutluluğu ve onun kararlarıydı, benim için. Yeter ki onun iyi olduğunu ve mutlu olduğunu bileydim o da yeterdi bana.Nelerden bahsediyorum ben şimdi. Geçtik o aşamaları çoktan. Artık, mutluluk bizim hakkımız . Ama, neden gecikti bu kadar? Telefonu da kapalı. Ne yapsam, nasıl ulaşsam ona, bilemiyorum. Aklıma kötü şeyler geliyor. Arayan o olsaydı. Sesinden “seni sevmiyorum” sözünü duysaydım. “Senden nefret ediyorum, bıktım…” sözünü. Ama arayan o olsaydı. Ağlamazdım. Gözümdeki yaş olacağını bilsem ağlamazdım namertim ve işte telefonum çalıyor.Yaşasın onun numarası , arıyor. Evet,buyrun neeeee!.. Evet, buyrun neeeeeeee! Olamaz! Trafik kazası mı? İmkansız! Olaaaaaaammazzzzzzzzz! Bin kere arabanın altında kalan ben olsaydım. Bin kere ölseydim onun yerine. Ölmeseydi.Ölmeseydiiiiiiiii!...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Salih Özsaraç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |