Işık verirseniz, karanlık kendiliğinden yitecektir. -Erasmus |
|
||||||||||
|
Tanımadığım bir yüz, tanımadığım bir göz, tanımadığım bir dudak, tanımadığım izler… …( parmaklarımın arasında). Yavaş yavaş yürüyeceksen eğer şimdiden ben yokum bu yolda hızlı gitmeyi ister ruhum uzağa taa uzağaaa... Gökyüzünden bir kestirme geçit buldum.... İçeriye havasızlık sızıyor... Bulutlardan bir parça kopardığım su parçacığı ile şeytanıma karşı gelmeyi beklerken... Kandırdın beni ilk sen geçtin ölüm yırtığından... (ölüme giden iki yalancı ) Saat 2 olmuş… 6 da kalkacam ve hala uykum yok sabahtan bu tarafa görüntülediğim fotoğraflarda aklım... Keskin bir ışık ile gölgelendirdiğim yüzünü unutamadım, gözlerini kara/tabildiğim kadar çok kararttım… Bende kalsın bakışların. Karanlıktaaaaaaaaaaaaa. Karartılmışşşşşşşşşşşşş bir cam parçası ile kestiğim bileklerim. Kan yerine yazılar döküldü. Mektup bırakacak ne ellerim kaldı nede sözcüklerim... (aktığı yere kadar !..) Durdurmuyacağımmm ulaşacak bir nehir bulurummm. Ellerinde vazelin kokusu kalmış / sesinin yumuşaklığı bütün yaralarına çatlaklarına yansımış. Saatlerce aynanın karşısında yüzünü inceliyordu incelemede değil tartıyordu. Gözleri kaç gram, dudakları, burnu, alnı. Kaç gramdı gözleri yaşlıyken, kaç gramdı rimelli, kaç gramdı bakışları... Dudakları öpülmeden mi önce öpüldükten sonramı ağırdı... Duvara yasladığı gölgesini tarttı onu izledikçe ağırlaşmıştı... Sildi defterine yazılı bütün unuturum dediği notları… Beynini ağırlaştırdı; sabahtan beri aynanın karşısında, karşı dairenin çapkın bakışını yakalayıp buyur ettiği iç hesaplaşmasında. Öldürdüğü sivri sineklerin kanıyla yazdığı, yaşamını alt üst eden kaşınmalarını, ojeli tırnaklarıyla kazıdığı duvar oyuklarını sayamadığı hıçkırıklarını, sayamadığı göz kırpışlarını, sayamadığı yutkunmalarını, sayamadığı yalvarışlarını, sayamadığı ceketinin düşmüş düğmelerini… Aynada bıraktı bir görüntü/ bir bakış/ bir yansıma/ hatıra /… Yanlış. Sonuç. vs...vs. dedi aynada okuyamadığı yazılara. Bu arada canım Paris’e gitmek istedi Paris sokaklarında topuklarımı taşlara vura vura bir cafe ye oturup çaya ve yanında tarçınlı kurabiye… güneş o kadar güzel ki yağmur yağsa isyan edeceğim...yağmuru seven ben gözlerim bir göz arıyor aşıklar kentinde bu günü böyle geçirip kalbimden geceye böyle lamba yakmak istiyorum imkanımı var hayallerden ötesinin yalancı bir dilim pasta ile kapımı Parissin en delikanlısı en çapkını sen yani kafamı kurcalayan düşünce sen çalınca hep böyle hınzırca düşüncelere kapılıyorum... Bulut oluyorum... Yolumu bulamıyorum. Elindeki toz bezinden düşen tozları tekrar tekrar silip. Gözlerini tedirgin eden camdaki parmak izlerini yok etmeye başlayamadığı bir andı. Karanlık olmasını isterdi odanın... O zaman yere ahenkle düşen tozları fark etmeyecek doğruca camda asılı kalmış parmak izlerine sarılacak… ağlayacak…ağlayacak...ama yalvarmayacaktı.... Aklıma her ramazan ve her kurbanda gittiğimiz mezarlığın yolu geldi... Kapı görevlilerinden sonra başlayan bitmek tükenmek bilmeyen bir sürü mezar ve taşların üstünü babamın mezarına gidene kadar atlamadan okuyuşumuz… Ziya Taşkent’e geldiğimizde hep, ailecek olmasa bile içimden tüh tüh çekerim sanki diğerleri ölü değil. Sonra su doldurmak için çeşme aramamız... Arkasından babamın yanı başına gelip dua okumamız, İçten bir güle güle dememiz, toprağından cebime bir taş aşırmam ve tekrar uzun yola dönüşümüz... Kapı görevlilerine kadar batan tekrar isimleri okumamamız. Son çaresi vardı evi terk etmek. Bir zamanlar kaldığı bir sokak vardı şehrin her yeri odalarla doluydu onun olan odalar gökyüzünde bin bir yıldıza açılan pencereler, bulut desenli perdeler, toprak rengi üstü çiçek desenli halılar içinde bir sürü yaşamı ile bir evi vardı... Kiracısı olduğu yere dönmek istedi halbuki bu eve girerken üstünden kilitleyip anahtarı yutmuştu yalnızlığının başladığı bu eve, yaratıcını unuttuğu bu dinsiz mabede Uykusuzluğun azdırdığı uyuyamam nöbetleri bol bol can sıkıntısı yapıyoruz havalar değişiyorrrrrrrrrrrrr... Kafa raporu her gün çıkartılıyor, bir bakıyorsun günlük güneşlik... Dillerini göstererek 24 saat sırıta sırıta geziyorsun... Bir bakmışsın hava bulutlu mahkeme duvar gibi suratın bazen yağmurlu... Gözlerin öyle dolmuş ki sağanak yağışlı... İçindeki öfkeyi yıldırımlarla salıyorsun yeryüzüne ... Karalamışsan bir şeyi silsen de, karalanmamış edemezsin!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © onur orkun kara, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |