Roman yazmanın üç kuralı vardır. Ne yazık kimse bu kuralların neler olduğunu bilmiyor. -Somerset Maugham |
|
||||||||||
|
O önce aşık olduğunu zannetmişti. Her yıl ya da iki yılda bir olurdu bu. Sessizce aşık olur, hiç kimseye bir şey söylemez, bu aşk platonik bir şekilde devam ederdi. Gelip geçerdi bu durum. Öylesine kabullenmişti ki, nasıl olsa aşık olduğunu kendisine ve karşısındakine itiraf edemeyecek, belli bir süre geçtikten sonra nasıl olsa elde edemeyeceği “O” sıradanlığa bürünecek ve onu tarifsiz acılar içinde bırakarak sessiz bir siluet gibi zihninden silinecekti. O önceleri aşık olduğunu ve bunun da belirli bir süre sonra geçeceğini zannetmişti. Ama aradan bir yıl geçmesine rağmen yara kapanacağına daha da büyümeğe başlamıştı. Seviyordu O’nu. Aşık olmanın ötesine geçmişti bu duygu. Serviste onun varlığının, ilk defa ne zaman farkına vardığını hatırlamıyordu. Ancak bir ilkyaz günü yanına oturduğunda sıcaktan bunalıp, arkasındakine cevap verir gibi, kendi kendine konuşurken yakalamıştı O’nu. Belli ki yalnızca sıcaktan şikayet ettiğini etrafındakilere duyurmak istemişti. O günden sonra sürekli O’nu gözaltında tutar olmuştu. İlk sene hiçbir şey söylememişti. Ama içten içe sevmişti o güzel kızı. Bir buçuk sene geçer diye beklemişti. Nasıl olsa bir gün küllenirdi bu aşk. Ama öyle olmamıştı. Bu sefer yakıyordu içini. Hiç de düşündüğü gibi değildi. Her defasında serviste bulmayı düşündüğü O, eğer o gün serviste yoksa orta yaşlı adamın tüm dünyası kararıveriyordu. Artık hiçbir şeyin önemi kalmıyordu. Eğer servisteyse, adamın çevresi bir anda çiçeklerle çevriliyor, her şey bir anlam kazanıyordu. Ufak ufak yakınlaşmaya başlamıştı, ama aynı zamanda da bu yaptığından utanç duyuyordu. İlk önce özürlüler üzerine yaptığı çalışmaları ve özelleştirme konusunda üzerinde çalıştığı bir araştırmayı vermişti kıza. Sonra bir yılbaşı ertesi, yeni yıl hediyesi olarak bir kitap ve anılarının ham şeklini verme cesaretini göstermişti. Servisten inişten asansöre kadar birlikte yürümüşlerdi. Öylesine mutlu etmişti ki adamı o gün birlikte yürümek. Ondan sonrası çorap söküğü gibi gelmişti. O’nun odasına gitmeler, oda arkadaşıyla tanışma, daha sonraları kendi odasına Ö’nun gelmeleri. Bu gidip gelmeler sırasındaki konuşmalarda adam konuşurken O büyük bir olgunlukla onu dinliyor, belki de içinden, birden karanlıklar arasından çıkıp gelen bu adama karşı saygınlık duyuyordu. Bunu hiçbir zaman bilemeyecekmiş gibi geliyordu orta yaşlı adama. Ama adamın kesin olarak bildiği bir şey vardı. Sevilen kadın, hele O’nun gibi son derece akıllı ve zeki olanları, sevildiğini anlardı. Ne olursa olsun mutlaka anlardı. Bu duygu adama müthiş bir utanma ve geri çekilme refleksi veriyordu. Oysa içinde bulunduğu durum son derece olağandı, karşı cinsten birini sevmesi kadar doğal bir şey olamazdı. Bunu O’na söylemesi ise imkansızdı. Kendini frenleme ve duygularını bastırma daima ağır basıyordu. O onu hiç sevmiyor olabilirdi. Hatta ona söylemediği bir sevgilisi ya da arkadaşı olabilirdi. Bunları son derece doğal karşılıyordu. Ama O’na O’nu sevdiğini söylemek ...... Tıkanıp kalıyordu işte..! Duygularını anlatmak için kelime bulamıyordu. Kaç defa bunları anlatmak için her şeyi göze alıp aşağı O’nun odasına inmiş ama başaramamıştı. Hatta O’nun bu açılmayı beklediği zehabına bile kapılmıştı. Ama yapamıyordu. O’nu tanıdığının ikinci yazı büyük acılar çekerek paylaşmıştı yalnızlığını sonsuzlukla. Ne kadar isterdi, O’nun yanında olmasını. Ve üçüncü yaz da gelmişti. Adam üçüncü beyin ameliyatına giriyordu. Son iki yıl içinde neler paylaşmıştı O’nunla ? Hayır, buna paylaşmak denemezdi. Neler vermişti kendi adına. Bir seferinde kendi kendisi için hazırladığı bir dergiyi bile O’na vermişti. Az kalsın mektup içinde ona ilân-ı aşk edecekti. Yapamamıştı. Sonraki sayılardaki mektuplarında bu konuyu yazmış fakat O’nun haberi olmamıştı. Çünkü yazdıklarını kimse bilmiyordu. Bu kadar çekinmesinin nedenlerini kendince araştırmıştı. Kendini yaşlı ve eksik hissediyordu. Bunlar O’nun için hiç önemli olmayabilirdi. Yirmibeş yaşından beri hiçbir kadına “Seni Seviyorum” dememişti. Bundan önceki ilişkilerinde hep kızların ya da kadınların şefkatli davranışlarıyla onlarla birlikte olabilmişti. Zaten çoğunluğu da yabancıydı. Hepsi hepsi iki elin parmaklarını geçmiyorlardı. Sonra O kendi özel hayatından, ilişkilerinden hiç ama hiç söz etmiyordu. Bu da orta yaşlı adama büyük bir çekingenlik veriyordu. Bu adamın kendi kuruntusu olabilirdi. Ama durum buydu. O’nun da utanma duygusu içinde olabileceği büyük bir olasılıktı. İlk atağı adamdan beklemesi çok doğaldı. Orta yaşlı adam ise tüm özel yaşantısını ona açmıştı. Bir tepki beklemişti, işin açıkçası. Gelmemişti. Ama tüm bunlar ilk atağın adamdan gelmemesini mazur gösteremezdi. Yapamamıştı işte. Ve galiba yapamayacaktı. Alıntı, paylaşmak istedim... 21-12-2006 İzmir
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Öznur Çetin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |