Kötü insan korkuya itaat eder, iyi insan sevgiye. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Hayat, yaşanmaya değer mi? Bilinmeyenden gelip, bilinmeze gidiyoruz. Doğuyoruz, öğreniyoruz, çalışıyoruz, hissediyoruz, gelişiyoruz, yaşlanıyoruz, ölüyoruz. Neden geldik, neden gidiyoruz? Bu geliş-gidiş arasındaki süreçte, veya yolculukta, bizi buraya “Getiren İrade”nin bizden beklediği ne? Bence ilginç olan, bu beklentinin ne olduğunu bilmemekten çok, ne beklendiği sorusunun bile ciddi biçimde düşünülmemesi. Eflâtun bunu, “Sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değmez,” diye ifade etmiş.Anlamı olmayan bir varoluş, veya yaradılışımızın bir amacı olmayabileceği fikri bana uzak geliyor. Bu bağlamda, anlam arayışının akla gelen iki nedeni şunlar olabilir. Birincisi, salt bedensel bir yaşamın, dünyaya getirilişimizin sebebi olabileceğini yeterli ve doyurucu bulmamak. İkincisi, her birimizin, içimizde bulunan ilâhi özü bir şekilde hissettiğimizden, onu arama eğilimi. Burada aklıma hemen şu soru geliyor. Acaba, Ulu Yaradan’ın bizden beklentisi ile bizlerin hayatın anlamı konusundaki düşüncelerimiz örtüşüyor mu, örtüşmesi gerekmez mi? sorusu işte hepimizin bu mübarek ayda kendimizi sorguya çekmemizin tam da zamanı. Yaşamı anlamlı yapan şeylerden bir başkası, “kendimizden daha önemli bir amaç veya kendimizden başka bir şey için yaşamak.” Bu, insanın yücelmesini sağlıyor, çünkü yalnızca kendine dönük yaşayan insan, etrafındaki kişileri ve olayları pek önemsemeyen, onlarla sadece kendisiyle bağıntılı oldukları ölçüde ve sürece ilgilenen bir tavır’a sahiptir. Bu anlayış onların çevredeki diğer varlık ve olgularla olan ilişkisini sınırlar. Halbuki kişinin dışına taşması, aşkın yaşaması, kendi varlığını büyütür, geliştirir, böylece yaradılışla daha çok boyutlu, daha yoğun bir alışverişe girerek, ben-odaklılığın sığlığı ve kısıtlamasından kurtulur. İnsan bunu, bir ideale bağlanıp ona varma, veya birisine aşık olup onun için yaşama gibi yollarla gerçekleştirebilir. Her iki durumda da kişi, ben-merkezli insanlara kıyasla, hayatına çok daha fazla anlam kazandırır. Çünkü sevgi, sevilen kişinin fiziksel varlığından çok öteye gider. En derin anlamı onun manevî varlığı içinde bulur. Onun yanında bulunması ya da bulunmaması, hatta hâlâ yaşıyor veya ölmüş olması, bir şekilde önemli olmaktan çıkar. Bir ülkünün peşinde koşmak da aynı değil mi? Ülkü gerçekleşmese bile, insanın ona erişmek çabasında olması dahi, yaşamına anlam vermez mi? “Hayat, yetersiz kabullerden, yeterli sonuçlar çıkarma sanatıdır.” Yaşamak bir sanattır der Yavuz Bahadıroğlu Hayatı kaba-saba yaşamak yerine, bir sanatkâr duyarlılığı içinde yaşamak gerekiyor…diye de eklemiş yazısına Ömer Hayam diyor ki: “Saadet, kendinde olanı fark etmektir.”Her sabah aynaya bakalım: Yılan, akrep, hatta bitki olarak yaratabilecekken, insan olarak bizi yaratmayı tercih eden Allah’a şükredecek en önemli sebebimizin insan olarak yaratılmak olduğunu hatırlayalım. Sadece bu bile insanı mutlu etmeye yeter. SEVGİYLE KALIN
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahar Kalemi, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |