Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir. -Tolstoy |
|
||||||||||
|
İçinden masallı melodiler, gizli kimlikler, düzenbaz hayal dünyaları ve seri yalnızlıklar akardı.. Düş dolu bir dünyanın kalın perdesiyle saklanırdı ardındaki sesler ve konuşan yüzler. Ya da biz öyle düşünürdük.. Kimse gerçek gözlerle belirmezdi orada, kimse gerçek bir hikaye yaşamak istemezdi sanki bu "ses"li sessiz dünyada.. Kimbilir.. Kendimizi kaybettiğimiz bir karanlık odaydı radyo bir zamanlar. İçine girince ışıkları yakmak istemezdik ve öylece kalakalıp müzikle başbaşa, inmek isterdik derinlerimize duyduğumuz her notada biraz daha.. Dokununca kanayan, hiç kabuk bağlayamayan yaralara benzerdi akşamüzeri suskunluklarımız, belki en çokta geceyarısı fısıltılarımız.. İndikçe içerilere biraz daha acıtsada dokunduğumuz yerler ve indikçe içerilere biraz daha ürkütse de gördüğümüz şeyler; istediğimiz anda, şefkatli bir battaniyenin altı gibi kucaklardı bizi radyodan içimize akan sesler.. Küçücük, masum bir kutudan uzun, nazlı hikayeler, bilinmeyen dünyalar ve hayalet sesler akardı içimize dışımıza.. Bulaşırdı yüzümüze gözümüze, dolanırdı kulaklarımıza.. Karanlık bir odaya hapsolan duygularımız vardı hiç gün ışığı göremeyecek kadar tutsak, gün yüzüne çıkamayacak kadar siyah.. Radyonun içine hapsolan yüzler gibi, gösterirse kendini, belkide yokolacak heyecanlar taşırdık gecenin siyahında. Ortaya çıkarırsa kendini bir daha asla eskisi gibi olamayacak düşler taşırdık içimizde ve soldurmamak için derilerini, güneşe çıkartmazdık hiç onları.. Gizlenirdi herşey içimize radyonun içine gizlenen kimlikler gibi, dönüşmek istemezdi böyle anlarda hiç bir rüya gerçeğe çünkü uygunsuz kalmak isterdi herşey görünmez bir dünyada.. Uçsuz bucaksız seçilen bir masal kahramanı olmak isterdi herkez vahşi batıklarda.. Değişken yüksekliklerde uçurumlardan atlamak, bir ejderhanın omuzlarında uçmak, çatı katında gizli bir oda ve içinde kocaman sırlarla dolu büyük, yaldızlı bir sandık bulmak isterdi.. En çokta koşmak kaçmak ama hiç yakalanmamak isterdi.. Ve sabah olduğunda kimse soyunmak istemezdi giyindiği karakteri.. Kimse geri dönmek istemezdi gece katıldığı o radyo balosundan, çıkarmak istemezdi kedi gözlerini ve altında düşlerini ısıttığı kadife pelerinini.. Çünkü uykusuzda olsa gözler, erkenden bitmemeliydi kurulan cümleler.. Bir zamanlar böyle birşeydi sanki, gerçek dünyada içine çekildiğimiz gerçeklerden sıyrılmak.. Saklanmak böyle birşeydi sanki her gece radyo yalnızlığına.. Düşlerin içine düşmek böyle güzeldi işte o zamanlarda radyo yalnızlığında.. Eskiden radyoyu daha çok açardık. Çünkü o zamanlar bu kadar çok ses yoktu etrafta. Bu kadar çok kendini bilmez ses, bu kadar çok laf kalabalığı yoktu belki de ortalıkta. Bu kadar çok luzümsuz dizi, magazin programı, katil ve mağdur insan profili yoktu. Kendi kendini yönetmekten bile aciz, kalbinden büyük coğrafyasında kendini bilmez naralar atan minik devlet döğüşleri ve onun çaresiz ama bir o kadar da umursamaz, bitkin insanları yoktu etrafta. En acısı belkide, bu kadar çok seçenek yoktu yalnızlığa.. Diyorum ya; yalnızlık paylaşılmayası, daha kendi içinde yayılınca tadına varılan, zehrini yedikçe güzelleşen ve özelleşen birşeydi sanki.. Oysa şimdi herkez kaçar oldu yalnızlıktan ve yalnız kalmaktan. kendiyle karşılaşınca göreceklerinden ürktü, yüzleşmek istemedi kendi gerçekleriyle birçoğu belki de bilmiyorum.. Ama daha sakindi hayat galiba eskiden, daha minimaldi hayaller ve mutluluklar.. Radyo dinlemeden, oradaki sohbetlere kendimce dahil olup kendimce gülüşmeler yaşamadan uyuduğumu hatırlamıyorum ben. Bir izmirli olarak, “103.5 Radyo Aktif” vardı o zamanlar benim radyom dediğim, hala var mı bilmiyorum (bilmemek benim suçum tabii biliyorum). Ama hiç unutmadım bu frekansı çünkü çok iz bıraktı bende.. Unutamam orda dönen muhabbetleri, en çokta “Hades’in Çığlığı” isimli programı. Hayali arkadaşlarım olurdu herkez orda ve onlar konuşta ben çoğalırdım yalnızlığımda. Onlar çaldıkça ben dağılırdım geceye. Onlar çaldıkça ben gizlenirdim kendi içime. Onlar konuştukça ben mırıldanırdım kendi suskunluğumda.. Kulağımda kulaklıkla, gecenin ninni tadında gelen simli radyo sesleriyle uyuya kalmış bir şekilde, ertesi günün istenmeyen gününe ve okul sancılarına uyandığımı bilirim bu yüzden bir çok kez.. Kulaklığın kablolarına dolanmış bedenim, kalbime doluşmuş şarkılar, içime sıkışmış hayaller ve solgun yüzümle başlardım güne.. Ama yine de kalabalıkların gürültüsünden uzak olurdum kendi içimde. Kendi dünyamın sesleriyle yürür, kendi radyomun müziğiyle konuşur, söylenir herkeze ve akardım güne.. Kendi müziğimle kusardım mutluluğumu da nefretimi de.. Benim radyom benim yalnızlığımdı. Benim radyolarım içinde roman yazılasıydı. Hiç unutmadım, unutamadım onları.. İçindeki o insanları, bana ben olma yolunda katkıda bulunanları.. Ve kimselere dokundurtmadım o özel dünyamı. İşte bu yüzden ben hala çok özlüyorum radyo yalnızlıklarımı.. MELİS BALCILAR
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © melis balcılar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |