"Ne elbiseler gördüm, içinde adam yok, ne adamlar gördüm sırtında elbise yok." -Mevlana |
|
||||||||||
|
Herkesin bir öyküsü var. İşte o öyküleri bilmeyi istedim ben sadece, çocukken de, 15–16 yaşında bıyıkları henüz terleyen bir delikanlıyken de meraklıydım hikâyelere. O yüzden farklı insanlarla tanışmayı çok severdim. Tanışma konusunda da şimdikinden çok daha iyi olduğum çevremdeki insanların sayısına bakılacak olursa gün gibi ortada. Hırlı mı hırsız mı, yalancı mı dolandırıcı mı düşünmez, sohbet eder, arkadaş olurdum. Amma cesurmuşum! Sahi, insanlardan korkmam gerektiğini kimden öğrenmiştim? İnsanlar iyiydi, hoştu, bazılarının öyküleri mutluluklarla dolu, kimininki acıydı, çok acı. Hepsinin ortak noktası korkuydu! Her insan en az bir korku demekti. Yaşadıkları, karşılaştıkları onları bir korkunun pençesine düşürmüştü. Sonrası tedbirli davranmaktı. Tedbirli. Tıpkı annemin dediği gibi. “Erkek adam korkar mı hiç?” cümlesi yankılanır hala beynimde, babamın sesi uğuldar kulaklarımda. Geçti artık, çok geç. Ben korkmayı, tedbirli davranmayı öğrenmiştim. Ne yaşarsak çocukluğumuzda, ilk gençliğimizde… Sonrası anneye, babaya, belki kardeşe, sevgiliye, eşe, çocuklara adanmış, çoğu zaman her şeyin daha fazlasını elde etmek için kan kaybeden ruhun katil zanlısı bir yaşam. Benimse her şeyden önce korkularım vardı. Korkuların rengi her tutkulu insanda olduğu gibi saplantıya çalıyordu. İşte yine o duygu. Çocukluğumda mahallede oyun oynarken, yenildiğimde, kaybettiğimde hissetmeye başladığım ve hayatım boyunca her yenilmişlikte kendini gösteren koyu kızıl bir duygu, o içi ezilmişlik. Ne zaman kaybetsem ve hatta kaybettiğimi hissetsem aklıma bilyelerim düşer. Kaybettiğim bilyelerim. Her kayıp onlar kadar ucuz ve masum olmasa da… İşte o duygu tam da içinde olduğum. O utançla karışık kendini beceriksiz hissetme hali. Sırf bu yüzden gözlerinin ta içine bakamadığım kızların ezberlediğim yüzleri gelir aklıma. Kaybedişlerim, beceriksizliğim. Hâlbuki becerikliydim ben, tuttuğunu koparan entelektüel. Öyle diyorlar. Beni ne bilsin onlar! Dinlediklerim, izlediklerim, okuduklarım, sevdiklerim, çizdiklerim, fırça darbelerim, gezdiklerim, gördüklerim bir de gizemli hallerim etkiliyordu onları. İddialı biri olamadım, hırslarım eskiden vardı, şimdi yok. Bulunduğum yere, itibarıma rağmen olduğum gibi davranmam, maskesiz oluşum, eksik yanlarımın fark edilişi bir de. Samimi bulunuyordu. Anlamıştım o kızın gözlerinden bunu, fark etmişti o ruhumun parıltılı yanlarıyla beraber gölgeli taraflarını da. Ve biliyorum temiz bulmuştu o gölgeli yerleri. Temizdi çünkü. İyi dinlemiş beni, iyi gözlemlemiş. Ay Işığı Sonatı’na benzettim ben onu. Eskisi kadar tutkulu olmadığım için belki de… Söyleyemedim. Hiçbir şey söyleyemedim. Seçim yaptı. Seçtiği ben olmadım. Güç önemli kızlar için. Benim sevdiğim akıllı kızlar için ise para yeterli bir güç gösterisi yapamadı. Korkuların sarıp sarmaladığı ruhumun nelere karşı savaş verip hala ayakta durduğunu bilseydi “güç” testini geçer miydim? Ne istediğini bilmeme rağmen istediği gibiymişim gibi davranıp rol kesmedim. Vazgeçmemi tahmin ettiğim şeylerden bir adım bile uzaklaşmadım. Belki bu sebeple samimi buldu beni ama yetmedi. Her zaman olduğu gibi önce bünyemin geleneksel “her kaybettiğimde kazanan yanlarımı sevdim!” mutluluk oyununu oynadım. Bu oyunun ruhumun karanlık köşelerini genişleteceğini bilsem de hep oynarım. Sonra yıkımlarım başlar. Atlatmam gereken korkularımın tavan yaptığı o süreçte devekuşları misali kafamı kitaplarıma bir de tuvalime, fırçaların, renklerin arasına gömerim. Korkular ağaç olur, yol olur, insan olur, kuş olur renkten renge, kılıktan kılığa girer. Sadece şekil ve renk değiştirtebilirim ben korkularıma, başka da bir şey yapamam. Karadelik misali bir koyuluktan morlara, sarılara, su yeşillerine, kavuniçilere taşırım onları. Başkalarının baktığında huzuru gördüğü şırıl şırıl akan bir dere yaparım onları, hüzünlü bir kızın güzel gözleri, dağınık bir odanın hayatın düzenine başkaldırışı, başına efkâr çökmüş bir şehrin dumanlı dağları, eski bir pencere, öylesine bir saksı çiçeği, pembeli morlu… Ya da yalnızca fırça darbelerinden ibaret olur korkularım. Göreceli. Bakana göre değişen, şekillenen, anlam kazanan ya da kazanmayan. Seviyorlar genelde. Resim hakkında hiçbir şey bilmeyen biri bile herkese hitap edebildiğimi söylüyor. Gözlerindeki beğeni ifadesini görmesem övüyor mu yoksa yeriyor mu diye düşünürüm. Benim korkularımı seviyorlar farkında olmadan. Ruhumun ezilmiş, gölgede kalmış, savaş vermiş, kimi zaman utanç dolu, kaybetmiş, kanayan yanını seviyorlar. Farkında değiller. Hiçbir şey gördükleri gibi değil. O nehrin mavisindeki karanlığı, ağacın gölgesinde olup bitenleri, yeşile bulaşmış sarıyı, turuncuya kaynaşmış moru ya da gümüşe sıçramış tozpembeyi nasıl yorumluyorlar kim bilir? Mavinin en umulmadık sert derinliğindeki hafiften akmış boyanın iki damla gözyaşından ileri gelebileceği geliyor mu akıllarına? Seviyorlardı elimden çıkanları. Ruhumdan, aklımdan, en bilindik yanımdan, en gizli kalmış köşemden süzülüp gelenleri. Korkularımı seviyorlardı, bilmeden. Savaşın mağlubu ben olsam da sevdirmiştim işte…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hatice Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |