..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Pastorel > Münevver Saral




20 Mayıs 2009
Zaman İçinde Bir Çamlıca!  
Münevver Saral
Çiçekler karşıladı bizi tepede. Yol kanarlarına, ağaçları çevreleyen tarhlara dikili; rengarenk, hoş kokulu çiçekler... Ve ağaçlar karşıladı; o, çok yukarlardaki dallarıyla güneşe kafa tutan ağaçlar... Yaşamak için, o muhtaç oldukları güneşe, gölgelerine sığınanlar adına kafa tutan ağaçların altındaki küçük iskemlilere oturduk, bir nefes soluklanmak için. Rüzgarın eteğinde kokularıyla uçuşan çiçek yapraklarının, insan seslerine ara ara eşlik eden kuş cıvıltılarının eşliğinde... iskemlinin altına yan gelip yatmış bıyıklarını yalayan kedinin, kediye rahat vermek istemeyen yaramaz çocukların, aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya doğru akıp giden insanların seyrinde... Yarı güneş, yarı gölgede; kısa bir müddet dinlendik böyle. Sonra yerimizden kalkıp, adım adım tepeyi dolaştık. Ailelere rastladık, akrabalara, arkadaş gruplarına, yaşlılara, gençlere, yalnız bir başına gelenlere...


:BBBC:
Okuduğum kitabın, o sayfasında betimlenen bahçe ; cümlelerin esaretinden kurtulmuş büyülü kelimelerle, satır aralarında düşsel bir görselliğe dönüştü yavaş yavaş. Kitabın derinliğine gömülü koca gövdeli ağaçların; ince, kırılgan dalları çepeçevre sardı sayfayı önce. Serin, tatlı bir rüzgarın hışırdattığı yapraklar dallarından kopup uçuşuverdi kelimelerin üzerine. Öyle ki, harfler tek tek kaybolup gitti bu yaprak yığınlarının altında. Rüzgarın yapraklarla birlikte getirdiği çiçek aromaları, harflerden boşalan yerlere yayıldı bütün bütün. Sonra bahçe gittikçe büyüyerek; satır aralarından sayfaya, oradan da kitaba ve ötelere doğru taştı taştı... Öyle ki; ister istemez, o taşkınlığın sihrine kapılıp gittim. Sonra... Sonra çiçek kokularından sarhoş; o koca gövdeli ağaçların altında otururken buluverdim birdenbire kendimi. O serin,
tatlı rüzgarın salınımında öylece oturdum bir müddet. Neden sonra, etrafıma yığılı yaprakların arasından kaybolan harfleri tek tek bulup çıkarıp, yeniden
yerlerine yerleştirirken ; içten gelen kuvvetli bir ses, birdenbire ; " hadi sen de, böylesine büyülü ama gerçek bir bahçeye git ! " diye haykırdı. Ve bu hükümran sesin ardından ; " Hemen şimdi mi, ama nasıl, ya okuman gereken kitap ? " diye soran muhalif ama cılız bir ses daha duydum. Ve sonra, "Kitap bekleyebilir ama Çamlıca' nın en büyülü zamanı şimdi. Haydi ! " diyen o kararlı ses, bir kez daha haykırdı bütün kuvvetiyle.

Koca ağaçların gölgelediği, serin bir yoldan yürüyerek çıktık Çamlıca' ya. Çiçekçilerin, baloncunun, pamuk helva, patlamış mısır, macun şekeri, dondurma, kağıt helva... satıcılarının önlerinden geçtik önce. Geçerken, satıcıların etrafında kümelenmiş çocuklara baktık. Rengarenk giysili, güler yüzlü, şen kahkahalı çocuklara... Üst başları kir pas içinde, yalınayak, gözleriyle değil de aşağıya kıvrılmış dudaklarıyla ağlayan, mahzun bakışlı çocuklara... baktık tek tek. Sonra satıcıları da, şen kahkahalı çocukları da, mahzun bakışlı çocukları da zamanın kocalığına hapsederek, tekrar yukarılara doğru tırmanmaya başladık yavaş yavaş. Bir tarafta gözümüzü kamaştıran güneş, diğer tarafta yüzümüzü okşayan tatlı bir rüzga ... Çabuk unuttuk az aşağıda tanık olduğumuz hayat karmaşasını.

Çiçekler karşıladı bizi tepede. Yol kanarlarına, ağaçları çevreleyen tarhlara dikili; rengarenk, hoş kokulu çiçekler... Ve ağaçlar karşıladı; o, çok yukarlardaki dallarıyla güneşe kafa tutan ağaçlar... Yaşamak için, o muhtaç oldukları güneşe, gölgelerine sığınanlar adına kafa tutan ağaçların altındaki küçük iskemlilere oturduk, bir nefes soluklanmak için. Rüzgarın eteğinde uçuşan çiçek yapraklarının kokularında, insan seslerine ara ara eşlik eden kuş cıvıltılarının dinletisinde... iskemlinin altına yan gelip yatmış bıyıklarını yalayan kedinin, kediye rahat vermek istemeyen yaramaz çocukların, aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya doğru akıp giden insanların seyrinde... Yarı güneş, yarı gölgede; kısa bir müddet dinlendik böyle. Sonra yerimizden kalkıp, adım adım tepeyi dolaştık. Ailelere rastladık, akrabalara, arkadaş gruplarına, yaşlılara, gençlere, yalnız bir
başına gelenlere...

Dolaşmak yordu bizi. Dinlenmek istedik yine. Çay aldık kendimize, bir de meşhur Çamlıca simitlerinden. Bu kez tepenin tam ortasında değil de, Boğaz' ı daha yakından seyredebileceğimiz tepenin kenarındaki iskemlilere oturduk. Öbek öbek bulutların gölgesinde gri bir renge bürünen boğaz' a baktık bir süre. İki ayrı yakadaki iki ayrı İstanbul'u birbirine bağlayan boğaz köprüsüne, yine karşı kıyıdaki İstanbul' un silüetine baktık öylece. Sonra güneş; bulutların arasından sıyrılıp, bir taraftan gözümüzü kamaştırırken diğer taraftan da mavi parlaklığını boğaza iade etti yavaş yavaş. Karşı kıyıdaki o belli belirsiz İstanbul silüeti, güneşten yansıyan parlaklığı emip, içine çekti bir anda. Tıpkı güneşle yarışırcasına, gözlerimizi kamaştırmaya başladı sonra. Mahir bir ressamın elinden
çıkmış, bir "İstanbul" tablosunu seyrettik. Mavi denize, denize açılmış motorlara, karşı kıyıda belli belirsiz saraylara, camilere, göğe yükselen minarelere, gökdelenlere, evlere, yollara, kuşlara, çiçeklere, güneşe, atılmış pamuk gibi duran beyaz bulutlara... baktık hayran hayran.

Çayımızı yudumlarken, tüm bu güzellikleri içimize sindirdik yavaş yavaş. Sonra tüm bu güzelliklerin ağırlığıyla yerimizden kalkıp, vedalaştık Çamlıca' yla. Geldiğimiz yoldan geriye döndük. Kağıt helva, dondurma, macun şekeri, patlamış mısır satıcılarının, baloncunun ... önünden geçtik yine. Arkamıza dönüp, son bir kez daha baktık Çamlıca' ya. Bir başka zaman ama bu sefer de ay ışığının parıltısında, ışıl ışıl bir İstanbul' u seyretme sözü verdik kendimize.

Sonra...Sonra o, beni bekleyen kitabımı, kaldığım yerden tekrar okumaya başladım. O, sihrine kapılıp gittiğim; etrafa taşan bahçeyi toparlayıp, sayfanın sınırlarına çektim önce. Sayfayı çepeçevre saran ince, kırılgan dalları; kitabın derinliğindeki ağacın köklerine doğru ittim yavaş yavaş. O, tatlı serin esintiyi bir rüzgar kelimesine hapsettim. Kaybolan kelimelerin yerlerine yayılı çiçek aromalarını bütün bütün süzüp , bir küçücük çiçek kelimesinin içine sığıştırdım. Uçuşan yaprak yığınlarının altlarında kalan büyülü kelimeleri bir bir yerlerine koyup, cümlelerin esaretine teslim ettim sonra. En sonunda kitabın kapağını; o sayfada betimlenen bahçenin, satır aralarına yansıyan düşsel görselliğinin üzerine kapattım yavaş yavaş.
,







Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın pastorel kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sonbaharda Gölcük
Bir Masal, Şu Uzungöl!

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Can Aldatmacası

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
İmgelemden Gerçeğe [Şiir]
Maslow` Un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramının Perspektifinden Ekonomik Açılıma Kısa Bir Bakış [Deneme]
Deniz Mavisi Özlemin Şimdi Bir Düş Oldu Anılarda, Ey Güzel İstanbul! [Deneme]
"Kelimelerin İçinin Boşaltılması" Deyimine Öznel Bir Yaklaşım [Deneme]
Ziraat Çay Bahçesi / Rize [Deneme]
Yüzü Denize Dönük Yaşamak [Deneme]
Ben ve Ötekiye Dair... [Deneme]
Bir Kente ve Denize Tepeden Bakmak [Deneme]
Taraf Olmak Ya da Bitaraf Kalmak [Deneme]
Yaşama Verilmiş Kısa Bir Molada, Geçişlerin Önemini Kavramak [Deneme]


Münevver Saral kimdir?

Kendime yaptığım yolculuklarımı görüntülediğim bir fotoğraf makinesi gibidir yazı. Kimi zaman gerçekleri hayali bir netlikte, kimi zamansa hayalleri gerçek bir netlikte fotoğraflayan bir makine.

Etkilendiği Yazarlar:
Dostoyevski


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Münevver Saral, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.