Roman yazmanın üç kuralı vardır. Ne yazık kimse bu kuralların neler olduğunu bilmiyor. -Somerset Maugham |
|
||||||||||
|
Evden çıktıktan bir süre sonra, yağmur birden bastırdı. Kendimi en yakın pastaneye zor attım. Pastanenin içerisi tıklım tıklım doluydu. Şöyle bir etrafıma bakındım. Bütün masalara doluydu. Ortada ki masaların birinde yaşlıca bir hanım gördüm. Masaya eğreti bir şekilde oturmuş. Ani bir kararla yanına gittim ve ona: “İzninizle yanınıza oturabilir miyim efendim?” “Lütfen” Oturdum. Tertemizdi yüzü, görmüş geçirmiş olduğu her halinden belliydi. Masanın üzerinde gazete kağdına sarılmış bir ekmek duruyordu. Bir süre sonra: “Ahh ! evladım yaşlılık işte… evden bir kere çıkmış oldum. Yağmurda başlayınca, buraya girmekten başka çarem kalmadı.” Sürekli tedirginlik içerisinde bir hali vardı. Onu biraz rahatlatmak için bir bardak çay ısmarladım. Çayı yudumlarken yavaş yavaş konuşmaya başladı: “ Evladım! Ben kızımın yanında kalıyorum. Beş altı yıldır. Eşim öleli yirmi yıl oluyor. İnsanın evladı da olsa, birinin yanında kaldıktan sonra herkes bir. Öyle huzurevinde falanda kalmak istemiyorum. Kendi evimde idare ederdim. Ancak ; çocuklar n’apacaksın bir başına koca evde? diye beni evden çıkartıp, evi kiraya verdiler. Kim alıyor kirayı? Parayı kim yiyor? Bilmiyorum. Beklide ölsün diye gözlerimin içine bakıyorlardır. ” “ Öyle düşünmeyin! Büyükler bizim baş tacımız” “Çalışıyor muydunuz? ” diye sordum. Kendisinin elektrik idaresinde çalıştığını, daha sonra öğretmenlik yapıp, emekli olduğunu öğrendim. Şu anda hem paşa eşinin emekli maaşını, hem de kendi maaşını aldığını söyledi. İnce bir sesle: ( duyulmasından endişelenerek sessizce) “ Torunum eşinden boşandı. Resim öğretmenliği yapıyor. Çocuğu da var. Tek maaşla geçinmek zor. Üç aylığımın bir kısmını ona gönderiyorum. Bundan kızımın bile haberi yok.! Biçare yalnız ne yapsın?” Gülümseyerek ona: “ O sizin bileceğiniz bir şey, destek olmanız ne kadar güzel!” dedim. Bana: “Kaç yaşındayım kızım bil bakalım?” “ Yetmiş beş civarı” “ Çok yaşa evladım, tam tamına seksen beş yaşındayım. Çok şükür kendi ayaklarım üzerinde durabiliyorum. Benim yaşımda tanıdığım arkadaşlarım var da. (ellerini havada sallayarak) yavrum yerlerinden kalkamıyorlar. Çocuklarına da yazık tabi. Ölürsem de kimseye zahmet vermeden ölmek isterim, tabi bu ulu rabbimin elinde.” “ Umarım gönlünüzce yaşarsınız.” “Gençlerde bir acaip bizlere parçalayacakmış gibi bakıyorlar.” Hafif bir tebessüm ettim: “Ne güzel ki siz yaşlanabilmişsiniz, Bizler yaşlanabilecek miyiz? Gençler yaşlanabilecek mi?” “Yaşlansınlar evladım, ömürleri uzun olsun. Ancak; bizim zamanımızdaki terbiyeyle saygı nerede? Az bulur, azla yetinirdik. Kimseyi incitmezdik. Severdik. Şimdilerde kimse birbirini sevmiyor. Burunları havalarda geziyorlar… Dünya’yı kendileri döndürüyor sanki!” “Haklısınız. ( özellikle kendi çocuklarında bahsettiğini düşünerek) Ama onlarda çok deneyimsiz. Zaman içinde anlayacaklar Sizi” dedim. “Evladım! Sürekli alıcı durumdalar. Hiçbir şeyi beğenmiyorlar. Aynanın karşısında geçirdikleri zamanla en az on, on beş sayfa kitap okunur. Ne kitap okudukları var, ne de gazete… Ben bu yaşımda hiç olmazsa ayda dört kitap okuyorum.” “ Ne güzel! Sizi tanıdıkça bırakamayacağım galiba!” “Bahtiyar ol evladım! Haftanın belli günleri öğleden sonra Kızılay’ daki Orduevine gidiyorum. Arkadaşlar geliyor. Hemen hepsi bizim nesil… konuşur, dertleşiriz. Birbirimize moral veririz. Eğer o gün gelmeyen varsa, biliriz ki biri daha aramızdan ayrılıp ebediyete intikal etmiştir. Bununla birlikte aramıza yenileri de katılır. Ankara’da gidebileceğimiz hiçbir yer yok. Erkekler hiç değilse kahvehanelerde yaşıtlarını buluyorlar. Oysa bizim orduevinden başka gidecek yerimiz yok. Eşim asker olmasaydı. Oraya da gidemeyecektim. Sanma ki hep geçmişi konuşuyoruz. Aramızda ne kafalı insanlar var. Kimi hekim emeklisi, kimi hakim. Her biri pırıl pırıl zekaya sahip. Ama işte gel gör çocuklarının yanında, çocuk gibi muamele görüyorlar. Onlara da sevgimiz olmasaydı katlanamazdık.” İhtiyar gözleri çakmak çakmak oldu. Süzüldü daldı derinlere. Kim bilir? Benim hiç yaşamadığım zamanlara kadar gitti. Kaç cumhurbaşkanı? Kaç başbakan? Gördü. Cumhuriyetten daha yaşlı bir insandı. Cumhuriyetin her döneminde vardı. Hizmeti ne kadar büyüktü. Biz ise onların ne yaptıklarını umursamadan ön plana geçmeye çalışıyoruz. Onları anlamadan, dinlemeden… İçim burkuldu. O kasvetli gökyüzü hüzünlüydü. Bizlerde hüzünlüydük. Kısık bir sesle: “ Evladım yağmur dinmiş midir acaba? ” Pencere tarafına baktım. Yolda geçen insanların şemsiyeleri kapanmış, çatılardan sızan yağmur damlacıkları vardı. Gökyüzü yükseliyordu : “ Evet efendim sizi geçireyim isterseniz?” “ Zahmet olacak evladım!” Yerimden kalkıp onun koluna girdim. Durağına kadar götürüp, o saygı değer insanın elinden öptüm. Yanaklarıma öpücükler kondurdu. Gözlerinden akan birkaç damla göz yaşı yanağımı ıslattı. Kucaklaştık: “ Evladım bu insancıllığını hiçbir zaman kaybetme… Allah sana uzun bir ömür versin…” dedi. “Hoşça kalın.” dedim. Daha sonra onu orada bırakıp, yağmurlu bir gün dostuyla tanışmanın, buruk sevinciyle oradan sessizce ayrıldım. Ankara15/07/1991
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © BİLGEPERİ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |