Bütün sanatlarda insanı şaşırtan bir yan vardır. -Alain |
|
||||||||||
|
Ağaçların yanlarında bazen köpeğin gerdiği kayışın alıkoymasıyla birkaç saniyelik duraklamaları sayılmazsa, durmaksızın kilometrelerce yürümüşlerdi. Sırtındaki heybenin kayışları omzunu rahatsız etmeye başlamıştı. Köpeğin kayışını tutan ellerindeki kayış izleri silinmeyecek kadar kalıcılaşmıştı sanki. Köpeğin odaksızlığı ve kadının bir şeye, yürümeye odaklanmışlığı birbirine ters düşüyordu çünkü. Sonunda bir mağaranın önüne geldiklerinde köpeğin kayışını bıraktı ve eğilmeksizin mağaraya girdi. Köpekse mağaranın hemen önüne kendisini attı ve uyumaya başladı. Mağaranın içi ferahtı. Tavanının yüksek olması ve tavanında birkaç baca deliğine benzeyen delik bulunmasıydı bu ferahlığın nedeni. Aslında kadın mağarayı uzaktan görmüş ve onun dinlenilip geceyi geçirecek harika bir yer olduğunu düşünmüştü. Böyle bir mağaranın dolu olabileceğini düşünmek aklına bile gelmemişti. Eğer bu tür yerlerde seyahat etmekte tecrübeli olsaydı, bu kadar konforlu bir yerin boş olup olmadığını kontrol etmeyi katiyen ihmal etmezdi. Köpekse, bu mağaranın boş olmamasını ya önemsememiş ya da fark etmemişti. Nihayetinde mağara boş değildi ve mağaranın içindeki şey kadının hoşuna gitmeyecek türde bir şeydi. Saçı sakalına karışmış, derisi kemiğine kaynamış çırılçıplak bir adamdı mağaradaki. Mağaranın en karanlık köşesine kıvrılmıştı. Uyuyor olmalıydı. Gözleri kapalıydı çünkü. Bu adamı gördüğünde kadının ilk düşüncesi bu yaratığın bu kadar ferah bir mağarada kalmaya karar vermesinin garipliğiydi. Aslında mağaranın zemini, özellikle adamın bulunduğu köşe adamın dışkılarıyla kaplanmıştı. Ferah bir mağarayı böylesine kirletmek de ne demek oluyordu? Bu ne lakaytlıktı böyle! Ve burası ne kadar iğrenç kokuyordu. Dışkıların çoğu kurumuş olsa da bir kısmı hala yaş haldeydi ve berbat bir koku salıyorlardı etrafa. Adamın sağ elinin sadece bir parmak ötesinde başlıyordu dışkı hattı. Adamı sarsarak uyandırdı. Onu mağaradan kovmaya niyetliydi. Adam kadının varlığına şaşırmıştı. Aslında adamın şaşırdığı şey o kadının varlığı değildi tam olarak. O, yanında canlı bir varlık görebildiğine şaşırmıştı. Kadına mahmur ve şaşkın gözlerle bakarak homurdandı. Homurtusu şaşkın ve soru doluydu. Kadın onun paramparça olmuş giysinin yaka kalıntısından tutup kaldırmaya yeltendi. Yakasını tutmasıyla kumaşın elinde kalması bir olmuştu. Bunun üzerine, kadın adamın sivri kemikli omzundan tutup adamı sürüklemeye kalktı. Tuhaftı… Adam o kadar hafifti ki, küçük, tahta bir sehpaydı sanki. Zayıflıktan ilikleri boşalmıştı adeta. Ansızın, adam olağanüstü bir güçle kadının elinden kurtuldu ve yabanıl bakışlı gözlerini kadına dikip onun gözlerine bakakaldı. Sanki son gücüyle bu kadını gözlerini kullanarak hipnotize etmeye çalışıyordu. Daha da garibi, çabası sonuç veriyormuş gibi görünüyordu; zira kadın gözlerini adamın bakışlarından bir an dahi ayırmamıştı ve adamın bakışları karşısında taştan bir heykelmişçesine kıpırtısız durmaktaydı. Birden ani bir güçle gözlerini adamın nazarlarından ayırmasını başaran kadın, adeta iradesinin son gücüyle: “Neden buradasın?” diye sorabildi adama. Nasıl olmuşsa olmuş, bu soru adamın kulaklarından geçip beynine erişebilmişti. Konuşmamaktan çatallaşmış ve halsizlikten güçsüzleşmiş bir sesle: “Ben diğerlerinden farklıyım, diyebilmişti adam ve uzun bir süre durakladıktan sonra eklemişti: “Çünkü ben haddinden fazla meraklı, haddinden fazla zeki, haddinden fazla hırslı ve haddinden fazla şanslıyım. Bu haddinden fazla merakım, haddinden fazla hırsım, haddddinden fazla zekam ve haddinden fazla şansım yüzünden evrenin biricik ve temel gizini öğrendim… Aslına bakarsan tek ve basit bir şeydi bu; ama onu bilmek… Evet… Herkesin içten içe istediği bir şeydir bu. Oysa kimsenin asla, hiçbir koşulda bilmemesi gerekirdi. Hiç kimsenin, ben dahil hiç kimsenin… Ama bir şekilde öğrendim bu gizi ve öğrenir öğrenmez de lanetlendim. … Hiçbir şeyi merak etmez olmuştum. Zira bilir olmuştum her şeyi. Bilir olmuştum evrenin hareketinin nedenini. Kendimi öldürmek dahi içimden gelmiyordu; çünkü huzurla ya da ümitle gideceğim, gitmek istediğim bilinmez bir yer yoktu. Biliyordum her şeyi ve bilinmezliğin çekiciliği buhar olup uçmuştu hayatımdan. Biliyordum! Her şeyi… Her şeyi biliyordum ve bilinmezliğin gizemini dahi aramaya gerek görmüyordum.” “Peki nasıl oluyor da bu kadar emin olabiliyorsun her şeyi, bilinmesi gereken her şeyi bildiğinden?” Diye sormuştu kadın. Adamsa, kadının gözlerine kalbinde ve beyninde depolanan inancının tüm gücü ve odaklanmışlığıyla bakmıştı. Öylesine bir inanmışlıktı ki, kadına inancını aktarırken adamın alnı oluk oluk terlemişti. Her şeyini yitirmiş olduğunu sanan çaresiz bir varlığın teriydi bu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Eylem Yurtsever, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |