Büyük Gün
Biz olarak yaşayamadıklarımız, kısa metrajlı filmler gibi yaşandıkça, yaşamdan çalınmış kısa zamanlarda; hayat filmimizin senaryosu yazılıyor sanki; daha provalarında oscarı almışçasına.
"Bütün kitaplar ya anlamsızdır ya da anlamsızdır ama anlamlıymış gibi yapar." - Umberto Eco (kurgusal alıntı)"
"Bütün kitaplar ya anlamsızdır ya da anlamsızdır ama anlamlıymış gibi yapar." - Umberto Eco (kurgusal alıntı)"
Yüreğimi eze eze veda ettim sana...Dilimin ucunda gidişinin hüzünlü türküsü, gözlerimdeyse bitmeyen, bitiremediğim, bitiremediğin aşkın yarım kalmış öyküsü...Derin bir çizikle kanayan çocuk yanım, bir yerlerde buz gibi donmuş kadın yanım ve geleceğe dair
Hapsedilmiş ruhların en özgür anı yaşanıyor. Geçmişle gelecek arasında sıkışmış bütün benliklerin mutluluk nidaları duyduğum.
Efkârlandıkça, dağılan acıların ne menem bir şey olduğunu ilk kez görüyor gözlerimiz. Çalan şarkılar ağlatmıyor bu gece. Gürültü dedikleri; birer beyaz bulut...
Yitik yaşarım eğer sensizde yaşarsam. Tutunurum müziğin acılarınla savaşanlarına. Boşluğun kendinden habersiz yolculuğuna tutmuşum ışığını vuran cennetine, yoksullara selam veririm isyan eden hayatlarında ve ne olur onları ’da tanı ve karış yazarların bize öğrettiği şiirlere.
Önce söz gelir, engel tanımaz bir akarsu hüneriyle sızar içimize, ardından sözün hakimi gelir, karşı konulamaz bir güçle sahip olur benliğimize. Sözün gücü en güçlü silahları bile gölgede bırakır. Çünkü silah insanları yok ederek etkisiz bırakırken, söz bunu insan hala yaşıyorken başarır. Ondaki gücü keşfeden herkes bilir, söz;
Ben "sen'im", sen de "ben'im" derken,
bilmezdik, bir adam çıkar mıydı İkimizden?
Ancak, birleşen yüreklerden, iki yürek çıkmazdı yeniden.
köşeye sıkıştı ve cenin şeklini aldı bedenim... kımıldayacak halim yok. bir şizofreniyi oynuyorum nicedir!yollara çıkacak takat kalmadı güçsüz bedenimde. yolsuzum, yolluksuzum ve gittiğinden beri bende yokum...
Aşk bu mudur?
Aşk böyle mi olmalıdır?
Nerede kaldı utancından sılanın yüzüne bakamayan aşıklar?
Nerede şimdi o en eski hatıralar?
Kravatımı bağlıyorum,ceketimi giyiyorum,şoförümü çağırıyorum.(sende yoksulluk kahve köşelerindeki konuşmalarında mı kaldı)Eşim beni öpüyor sonra işime gidiyorum.Bana imzalatılan belgeleri düşünemiyorum,sahiplendiğim kadın beni şehvete yenik mi düşürüyor diye geçiyor…(bu somut şeyler mi seni hayallere sürüklemiyor,çok tehlikeli hayallere sürükleniyorsun)
Rüzgarda savrulan yağmur damlaları gibi savruluyor yüreğim.Sensiz geçen mevsimlerim kış günlerim zemheri.Umut çırpınan kanatlarında bekleyişlerin girdaplarında yürümüyor savruluyorum.Anlıycan sensizliğin hiç bir tarifi yok benim gönül kitabımda.
Sensiz bir dünyayı asla sevmiyorum...
Yanaklarımda beliren o yüreğim rengindeki aşk,senin varlığınla alevlere veriyordu kendini.Yanmayı seviyordum.Senin kalbine dokunmadan geçen aşkın içimde oluşturduğu cesareti,hayatıma bir ödül sayıyor, yüreğimde büyüyen yangında,canımın acısına karşın sana olan o sıcak duygunun yakıcılığını seviyordum.Seni seviyordum,sen bilmiyordun.
Sen tanıdık yolları arşınlıyorsun şimdi bildik adımlarla...Yabancılık çekmiyorsun yıldızlarına buz asılı akşamlara...Kimbilir kaçıncı kez yastıkta iz bırakan başın yalnızlığa kulaç atıyor uyku okyanuslarında...Hatta o kadar yorgunsun ki, belki de düşlerin
Nazan Beki̇roğlu Kalemi̇nden Yüreği̇mi̇zdeki̇ Çeli̇şki̇lere Güzel Bi̇r Öykü Dökmüş Paylaşmak İstedi̇m...
Seven sevgilinin gözlerinde dolaşırken görüyor en güzel mekanları. Uzak bir diyarın sırlı çeşmesinden içiyor en tatlı suyu.Ve o suyun tadını hiç unutmuyor…
anlaşıldı mertlik bozuldu.. bozuk insanlık moda oldu. gösteriş mezunu insanlar pay biçti kendilerine pasta diliminden.
Geride seni, geride beni yasaklı melek yapanı bıraktığım zamanlar adımlarım şaşırıyor. Çarpıyorum beceriksizce sağa sola. Yalpalaya yalpalaya...İleri atılan adımlarım aslında geriye gidiyor. Ve bunu benden başka kimse bilmiyor...Sen bile. Paramparça olup