Ez Dinalîm…
Ez dinalîm…
Oy oy dinalim..
Dinalîm’in ne olduğunu bilir misiniz?
Aslında yalnız hastalıkta değil, derdi olan herkes dinale/inler, anlatabiliyor muyum?
"“Yazarlık, kelimelerle oynanan bir kindarlık meşalesidir; bazen kül oluruz, bazen ateşi harlatırız.” – Franz Kafka"
"“Yazarlık, kelimelerle oynanan bir kindarlık meşalesidir; bazen kül oluruz, bazen ateşi harlatırız.” – Franz Kafka"
Ez dinalîm…
Oy oy dinalim..
Dinalîm’in ne olduğunu bilir misiniz?
Aslında yalnız hastalıkta değil, derdi olan herkes dinale/inler, anlatabiliyor muyum?
Her devrim, baskaldiri, cesaret orneginin sonu mutlu bitmeyebilir ama her seye ragmen tarafini ve kimligini belli ederek sevgi ve saygimizi kazandin. Bizim umutlarimiz bitti ama senin bitmesin lutfen
Ailenin, bir yere ait olabilmenin, aidiyet duygusunun ne kadar önemli olduğunu içimiz acırken fark ediyoruz. Umut ya da Gülseren fark etmez, orada bir kol mesafesindeki kadını hiç tanımıyoruz ama karşımızdaki insanın acısı bizim acınız oluyor, o acıyla haykırdıkça bizim içimiz sızlıyor.
Ezelden beri süre gelen sapkınlıkların her türlüsünden faydalanan devrin sapkınları, yaşadıkları devre ve/veya zemine göre yeni sapmaların/sapkınlıkların da bizzat müellifi ve icracısıdırlar
Mutluluğun bir değeri, bir fiyatı var mıdır? Şüphesiz bu soruya hemen hepiniz “Yoktur” cevabını vermişsinizdir. Oysa İngilizler bizimle aynı görüşte değil
Ey Türk Esnaf ve Zanaatkârı... Birinci vazifen Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza, müdafaa ederken, geçmişte kazandıklarını da muhafaza ve müdafaa etmek durumunda olduğunu sakın unutma. Hayatta kalmanın, sonrasında da ayakta kalmanın yegane temeli budur. Bu temel senin için hazineden daha değerlidir.
Peki, yaşadığımız bu dönemde, herhangi bir kişi, hiç tanımadığı kişilerin masasına nasıl gider? Nasıl onların masasına oturur ve nasıl onlarla tartışmaya girer? Tartışmayı da bıraktık... Sohbet etmeye dahi nasıl gider? O cesareti, o yüreği nerede bulur? İnsan hiç tanımadığı, bilmediği, yakından görmediği kişilerin yanına gidebilir mi? Bu kişiler,
Tabi ki biz yokuz içinde emek olmayan paraları almaya. Öyle ise biz nelere varız. Bir de onun tespitlerini yapalım. Bizler bu ülkeyi çalışarak, emek harcayarak ileriye muasır medeniyete eriştirmeye varız, hem de sonuna kadar. Biz bu vatanı alçaklara, kalleşlere böldürmemeye, dostlarımızı sevindirmeye, düşmanlarımızı elemlere gark etmeye sonuna kadar
İnsan aslında enerji topudur ve insan denen enerji topunun iki ana enerji merkezi vardır. Bunlardan birincisi; beyindir. Beyin bilgelimizin ve ruhsallığımızın gelişmesi ve anlayışlılığımızın artması için, sanatsal yaratıcılığımız ve kendimizi ifade etmemiz için, sevgi, şefkat, barış ve güçlü bir adalet anlayışı için enerji sağlar. Beynini kullanan bir toplumda
Kimi kendi ideolojimizden görmüyorsak, onu düşman kabul ediyoruz. İyiliklerin, güzelliklerin, vatan ve millet severliklerin tekelimizde olduğuna inanıyor, bizden saymadığımız herkesin de bunlara düşmanlığından zerre kadar şüphe duymuyoruz.
Deli keçinin bir boynuzu her zaman kırık olur. Bir deli miyim acaba? Yüreğim kırık her zaman. Kafamda her daim uzayan baş ağrısı. Nedir bu çileli duruş? Keçi gibi inatçı değilim? Üstelik ne etimden fayda var ne de derimden...
Akif merhum, Garp için Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar derken, Şarkın bütün keskin dişleri yerli yerindedir, önce etrafındakileri tike tike doğrar mı demek istedi acep!
Sadece iki üç kişi değil bunlar. Bir sürü bahane, bir sürü zerzevat düşünce bunlar. Gittikçe çoğalan cop, biber gazı, sopa, dayak, yumruk, taş, molotof kokteyli şiddet kelimesiyle tekleştiriliyor. Bir yığın taşın izdüşümüdür dağlar. Kim bu taşları kepçe ağzıyla döker? Kim sürekli birilerine taş atar? İnsanlar yığın, sürü... Bir
Insanoglu bolunmeyi seviyor ne yazik ki. Yaratilisi bu. Kimi aslandir gucu kendine ister, kimi cakaldir baskalarinin ayagini kaydirir, kimi kurttur otoriteye kafa tutar, kimi de karincadir. Garibim sormaz sorgulamaz onunden yer hatta ogluna da buyuk kiyafet alir ki seneye de giyebilsin.
TV reklamları bu ülkedeki psiko-sosyal bunalımın, hastalığın ve ruhsuzluğun çok açık bir göstergesi, adeta toplumdaki gidişatın, zavallılıkların, aczin, yenilginin, çürümenin ve kokuşmanın aynası olmuş. Ruhunu kaybeden toplumlar diğerleri karşısında başarılı olamaz, ruhsuz uluslar ezilmeye ve özgürlüklerini kaybetmeye mahkumdurlar.
"...Gerçeği kabul etmiş ve derin bir sessizliğe dalmıştı.
O akşam gardiyanlar mahkûmları işkenceye götürmek için koğuşa gelince adamın ölüsünü bulmuşlardı; zavallı, gerçeğe dayanamamıştı.
Hikâyeleri yazarken bile ürperdim, inanın"
Kitap fuarları, şehirlere kan ve can pompalayan organizasyonlardır. Oldum olası bu fuarların Trabzon’umuzda da düzenli olarak her yıl yapılmasını arzulamışımdır. Bu konuda İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Adana gibi şehirlere gıpta etmişimdir. Hele İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı, bu organizasyonların en muhteşemidir. Trabzon’da kitap fuarlarının açılmasına yönelik isteğimi değişik
Genellikle bu fal işini lüks semtlerde bana göre kafayı azıcık yemiş, kendilerinin de ruhsal sıkıntısı olduğu az çok anlaşılan bayanlar yapıyor. Belli ki birçoğunun terapiye fal baktıkları insanlar kadar ihtiyacı var. Bir kaç tanesini çok yakından olmasa da tanıma fırsatım oldu. Soruyorum size, bir falın nasıl bir garantisi