Yanlış sayısız şekillere girebilir, doğru ise yalnız bir türlü olabilir. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
Sorunumuzun çözümüne yönelik bir adım atabilmek için önce, politik eylemin üst sınırlarını kanlı devrimlerle ve alt sınırlarını ise sistemin sürdürülmesine onay vermekten başka bir sonucu olmayan seçimlerle çizen, dolayısıyla politik eylemi dışsal ilişkilerin (tüm saldırganlığı ya da pasifize edilmişliğiyle) gergin ve belirlenemez alanına sıkıştıran, bu birbirine zıt politik yaklaşımların şekillendirdiği genel dünya politikasının eleştirisini yapmakla başlamak gerektiğini düşünüyorum. Nedir politika? Birden fazla insanın bulunduğu her alan ve yerde birarada yaşama koşullarını oluşturacak ilkeler bütünü olmaktan başka… Geniş bir tanımla politika, insanın ‘sen-ben’ ilişkisi olmaksızın kendini bilemeyeceği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda ve dolayısıyla başka türlü insanın ‘insan’ sıfatını kazanamayacağı, zorunlu toplumsal yaşama hukukudur -ki bu hukuk, hem oluşturucu hem de düzenleyici ilke ve yasaları aynı anda kendi içinde barındırmak zorundadır. Şu halde en basit tanımıyla politika, aynı çatı altındaki birkaç kişinin birlikte yaşama hukukundan başlayarak dalga dalga topluma (toplumlara) yayılan ilkeler bütünüdür ve tam da bu nedenle, bir evin içinde ‘kanlı’ devrimlere gitmeden yahut evde erk sahibi olanın şu ya da bu dayatmasına onay vermeden de politika üretebilen bireyler haline gelmeden önce, toplumsal alanda sonuç verecek politik eylemler içinde olmamız söz konusu değildir. Olsak bile, bu eylemler gerginliği ortadan kaldıran değil tersine gerginliği derinleştiren eylemler olacak, sorunu çözmek şöyle dursun daha da büyütecektir. Çünkü değişim, insan söz konusu olduğunda, öncelikle dışarıdan içeriye değil tersine içeriden dışarıya yaşanan bir evrimdir. Bu şu demektir; her ‘ben’ benliğini en az bir ‘sen’ üzerinden ama kendiyle sınırlı olan bir ‘ben’ içinde bulur, yani hiçbir ‘ben’ ‘sen’ içinde ya da onun sınırlarını çizdiği bir biçimle varolamaz, her ne kadar benliğini bulmanın ilk şartı ‘sen’ ile ilişki ve karşılıklı etkileşim içinde olmak olsa da. Aksi durumda dışarıdan belirlenmişlik söz konusu olur ki, bu durumda insan için ne değişimden ne de evrimden söz etmek mümkün olamaz. Tabii insana bir materyal olarak bakılmadığı, onun irade sahibi olduğu kabul edildiği sürece. Öyleyse bizler en dar alanda politik eylemlilik içinde irademizi ortaya koyan bireyler olmadığımız sürece, geniş anlamıyla toplumsal alanda politik eylemler içinde olmakla bir hukuk sahibi, dolayısıyla da politika sahibi olamayız diyorum. Evlerinde hukuku olmayan bir toplumun, toplumsal alanda bir hukuka sahip olması ancak bir aldatmacadan ibarettir. Peki, en dar alanda politik eylemlilik içinde olmamız nasıl mümkündür ki bu yolla toplumsal alanda da bir politik eylemlilik içinde olabilelim ve birarada yaşama hukukunun ilkelerini oluşturan, yani politika sahibi olan bireyler olabilelim? Bunun ilk dayanağı, insanın, varoluşunu toplumda bulmakla aynı zamanda toplumun varoluş sebebi olan bir varlık olduğunu ve bu sebeple ilk ve en önemli görevinin içinde kendini olmak istediği gibi varedebileceği bir toplum (aile-birlik-ülke-dünya-evren) oluşturmak olduğunu bilmesidir ki, bu aslında insanın doğduğu andan itibaren sahip olduğu bir bilgidir. Bu bilgi insanın politik evreninin oluşma zeminidir. İkincisi, insanın ‘sen’ bilincine sahip olmaksızın ‘ben’ bilincini ortaya koyamadığının farkında olmasıdır. İnsanın kendinde-kendine ve benzersiz bir varlık olduğunun kanıtı yalnızca en az bir diğerinin varlığıyla ortaya konabilir ki bu sayede insan, insan olmak için yaşar. Bu farkındalık insanın politik eylemlerinin nedenidir. Üçüncüsü ise, insanın iradesini tanıması yani kendi iradesine saygı duymasıdır ki bu özgürlüğünün ilanıdır. Bu ilanladır ki insan aleniyet kazanır ve aynı zamanda bu ilan yoluyla diğerlerinin karşısında kendine kefil olarak davranışlarının sorumluluğunu üstlenip, sonuçlarına katlanacağını taahhüt etmiş olur. Bu sayede insan, iradesini her yeni insanla yeniden ilan ederek, her yeni insanla değişerek ve dolayısıyla yenilenip evrilerek yaşar. Özgürlük insanın politik eyleminin sürekli kendini üreten koşuludur. Bu üç birbirine bağlı ve birbirine zemin teşkil eden dayanağın üzerinde kurulacak her türden insan ilişkisi kaçınılmaz olarak hukuka sahip bir ilişki türü olacaktır. İnsan diğerleriyle, diğerlerinden dolayı ve ancak diğerleri karşısında yaşadığını bildiği ölçüde hukuk sahibi olabilir ki aslında bu bilgiler onda varoluşunun kaçınılmaz sonucu ve nedeni olarak doğuştan mevcuttur. Sorun, bu bilginin ve beraberinde getirdiği eylemliliğin çeşitli ekonomik çıkar ve iktidar grupları tarafından geniş bir alan üzerinde uygulanmaya kanalize edilmesidir. İnsanın sırasıyla iç dünyasından başlayarak en yakın çevresi olan ailesinde ve giderek dış dünyayla ilişkilerinin oluştuğu ikincil yakın çevresinde bilinçle ortaya koyacağı politik eylemleri yerine direk toplumsal alanın geneline dönük eylemleri elbette ki insanın insan olma amacına uygun sonuçlar vermeyecektir. Çünkü insanda insan olmanın bilincini ortaya çıkaran yanıbaşındaki ‘sen’dir. Sen-ben ilişkisi yerine ben ve onlar ilişkisine dönük yürütülen hiçbir politik eylem insanda insan olmaya dönük bilincin ortaya çıkmasına vesile olamaz. Önce geniş anlamda toplumsal alanı düzenleyerek insanın dönüşeceğini savunmak, insana bir materyal olarak bakmanın sonucudur. Oysa insan kendine hiçbir şartta bu gözle bakamaz ancak ‘onlar’a yani geniş anlamda toplumun bütününe böyle bakabilir. İşte bu fark, insanın kendine dair bilgisiyle politik eylemleri arasındaki uçurumun giderek derinleşmesine ve yüzyılımızda doruklarına ulaşan içsel gerginliğimizin patlama noktasına gelmesine neden olmuştur. Şu halde denilebilir ki bize düşen birincil görev, toplumsal politik eylemler (bu eylemlere neredeyse oy verme işlemini bile dahil edebiliriz) değil, en dar alanlarda öncelikle kendi irademizden başlayarak en yakın çevremiz üzerinde politik eylemler üreten bireyler olmayı öğrenmek olmalıdır. Unutmamak gerekir ki, hiçbir devletin varlığı halk tarafından yıkılmak suretiyle ortadan kalkmaz çünkü bir devleti yıkmaya çalışan ancak başka bir devlet olma iradesidir. Bir devletin varlık alanı halk tarafından ancak daraltılabilir ya da genişletilebilir. Bu da ancak o devlete mensup olanların devlete yüklediği anlam yoluyla mümkündür. Üzerimizde baskı kuran, iradelerimizi hiçe sayan bir devlet istemiyorsak bunu başarmanın tek yolu öncelikle kendi irademizi tanımak ve özgürlüğümüzü hemen yanıbaşımızdaki insanlara ilan etmek, kendimize kefil olmak ve davranışlarımızın sorumluluğunu üstlenmektir. Bunu biz yapamıyorsak yapacak bir erk her zaman bulunacaktır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nilüfer Aydur, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |