İnsanlığı tanımak insanları teker teker tanımaktan kolaydır. -La Rochefoucauld |
|
||||||||||
|
“Uzak duracak mısın lan?” diye sordu yüzüme basan. Sesi bir kadına, cüssesi ise güreşçiye aitti sanki. Bağırdıkça daha da kırılan sesin parçacıkları yüzümü kesiyordu. Kendimi, çocuğunu kaybetmiş annelerden birinin öfkesiyle karşı karşıya olduğumu düşünmekten alamıyordum. Dudaklarımı akvaryum balıkları gibi kıpırdatarak durmayacağımı söyledim. Ağzımdan kan ve tükrük zerreleri püskürdü. Ayağını yüzümden çekti. Açıkta duran üçüncü kişi yüzüme sert bir tekme atıp burnumu kırdı. Gittiler. Öfkeleri bitmişti. Sağanak bir yağmurun aniden durması gibi durdular, bulutlar kadar hızlı gittiler. Geriye enkazımın üstünde sonsuz yıldız ve ayaz bıraktılar. Etkisiz haldeyken kendilerine duydukları sonsuz güven yüzünden uzak duracağımı onlara boyun eğeceğimi düşünmüşlerdi. Erkin çıkmazı işte bu. Asinin doğasının inkarı ve dize getirilebileceğine dair duyulan özgüven. İnsanın ademden gelmemiş olabileceğine dair bir başka kuşkum da bu. Asiler her dönem olmuşlardır ve gerçek asiler (ben bunlardan biri olmayabilirim) pes etmiyorlardı. Bir de asileri sindirmeye yeminliler vardı. Bunlar da her dönem oldular (ki ben bunlardan da olmayabilirdim) ve asilerle binlerce yıldır savaş halindeler. Bu savaş, görüntüsü aynı olan iki ayrı türün savaşı gibi. Asiler mi onların postunda, onlar mı asilerin postundalar bilmiyorum. Tek bildiğim her iki türün de postunu sıkıca sahiplendiği. Çamurun konforunda ne kadar yattığımı bilmiyorum. Gözümü açtığımda gün ağarıyordu ve ben üşüyordum. Bazı ağaçların donmuş dallarından çözülen ve damlayan su tanecikleri içime yaşama sevinci doldurur gibi oldu. Kaburgalarımın birkaçı kırılmış olmalıydı. Doğrulmaya çalışırken içime saplandıklarını sandım. Kesik çığlıklar attım kimsenin duymayacağından emin olarak. Beni bir site inşaatının ortasında ayıklamışlardı. İçine su doldurulan varillerden birinin başına gittim. Suyun yüzeyinde ince bir buz tabakası vardı. Buzlu, kanlı bir yüz yansıması. Ellerimin yüzeyi berelenmişti. Pek başarılı olmasam da birkaç yumruk isabet ettirmeyi başarmış olmalıdım. Buzu kırarak ellerimi suya daldırdım. Bileklerimin kesildiğini sandım. Suyu yüzüme çarptım. Burnumun çevresinde biriken kan suyu bulandırdı. Kuru kanı biraz bastırarak temizledim. Yüzümün dramatik görüntüsü neredeyse ortadan kalkmıştı. İnşaat alanından aksayarak çıktım. Ankesörlü telefondan Civciv'i aradım. İkinci dünya savaşından kalma BMW motoruyla beni almaya geldi. Heyecanla kimlerin yaptığını sordu. Adam toplayıp dövebileceğimizden falan bahsetti. Bu hikayeleri birbirimize hep anlatırdık ama adam toplasak intikam alacaklarımızı bulamazdık, intikam alacaklarımızı bulduğumuzdaysa toplayacak adam olmazdı. Ekseriyetle ikinci dayakta akıllananlardandık. Motosikletin sarsıntısı bana tüm kemiklerimin yeniden kırıldığını hissettirdi. Eve gittiğimizde Can ve diğer iki kız da oradaydı. Can'da beni görünce Chao no'oldu lan, diye sorarak tansiyonu yükseltti. Kızlar da hikayeyi dinlemek için yanıma oturdular. Elektrik sobasının sıcağında mayıştım. Üstümdeki kurumuş çamura, şişmiş ve morarmış gözlerime, kırık burnuma bakmaksızın kendimi karizmatik, yakışıklı fakat bir hayli eksik hissediyordum. Boğazımı temizledim. “Caminin önünden aldılar. Onu orada bekliyordum. Ben o camiyi seviyorum lan. Harbiden seviyorum. Onun görkemi karşısında kendimi hep basit bir böcek gibi hissediyorum. Ego mego kalmıyor içimde. Ana rahmine sığınır gibi sığınıyorum avlusuna. Neyse; dün gece avluya girmedim. Otoparkın önünden camiyi izliyordum. Biliyor musunuz lan orada bir bakış açısı keşfettim, o açıdan bakınca her şey düzelecekmiş, tanrı seni seviyormuş gibi hayati bir yanılgıya düşüyorsun. Neyse, o gün de gelecek ve karşılıklı sıfırlanacağız, bana adını söyleyecek ve belki bir ihtimal... sonra araba geldi.” “Kim gelecek lan, sen kimi bekliyon camide?” diye sordu Can. “Muazzez olan kadını.” dedim. Barış'la Can tanımadıkları için birbirlerine baktılar. Geçen geceyi hatırlatacaktım, Sevşan dışında ayık kimse yoktu. Devam ettim anlatmaya. “Camı açtı bir tanesi. Kadın gibi sesi vardı. Chao'musun lan sen? diye sordu. Ne var lan diyerek terslendim. Arabadan indiler. Başımı kaportaya çarpıp beni arabaya attılar. Sonra da o inşaat alanına getirdiler. Orada arabadan indirip epey ayıkladılar. Döverlerken oradaydı. İzledi.” “Kim izledi moruk?” “Muazzez lan. Öylece izledi.” “Nasıl lan? O mu dövdürtmüş seni?” diye atladı Barış. “Arabada değildi. Onlarla da gitmedi. Onlarla ilgisi yok gibiydi ama bilmiyorum. Sonuçta sanırım yine de onun peşindeyim diye dövdüler. Çamurun içinde bayıldığımda en son onu gördüm bir de dallarından buz sarkan ağaçları.” Hikayeyi anlatırken kendi halime acımıştım, gözümün morundan burnumun şişine bir damla süzüldüğünü hissettim. Kızlardan biri beni bağrına bastı. Kızlardan biri Muazzez değildi, hafifçe göğsünden ittim. İçecek bir şey istedim. Kızlardan öteki ortaya bir şişe Ballantine's getirdi. Gidip müziği açtı. Portishead Roads... viski dudaklarımda açılan yaralardan, kalbimdeki yaralara süzülerek iniyordu. Kızlardan öteki Muazzez değildi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © chaotica, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |