Hata! Klavye bağlı değil. Devam etmek için F11'e basın... |
|
||||||||||
|
Başka gözlerinle bak akıp giden aleme Başka gözlerinle bak taşa ve altuna Evrenin tüm tarihi saklı gözünün kıyısından yorgun yanaklarına inen bir damla yaşta Ve uykusuz gözleri bir lapak kan olan dai Aşka dair en büyük simyayı saklamakta O kızartı doğan ve batan bir güneş gibi Biliyorum az sonra gitmen gerekir Başka bir iklim olmayacak atını ılgarlayıp ayrıldığın Bulutları toynaklayarak koşan küheylan Hüznü satırlara döken kalemin kanı Ve dardağan olmuş şehirler Rüzgârda uçuşan kanlı pankartlar Yağmacılar talancılar cellâtlar Ki sana andacım olsun oradan geçen rüzgâr Ben senin kalbinden sökülen şafağım Yaralıyken zordayken faka düşmüşken Beni mutlaka anımsa Bana yüreğinle bak Değilse bir daha gördüğünde Tanıman mümkün olmayacak kadar suretim acılardan değişmiş olacak Bana yüreğinle bak O zaman silemez zaman Yüzümüze balyozla dövülen şiiri Kalbimize umutla diktiğimiz bayrağı Hoşça kal Yüzünde şarapnel asminleri açan şaki Gözlerine gökyüzünün düştüğü Bulutların kanını sildiği yerde Hüzün aç bir kurt gibi ulurken aya karşı Başka bir ıssızı kazmaya devam edeceğim bilesin Sevdanın çağlanını ışığa taşımak için Hoşça kal Dante'nin cennetinden kaçmış yedikçe acıkan kurt Uluyor hayatın üzerinde Bize Alamut’un esrarını söyleyen dai Yüzü zümrüt bir tabletle ışırcasına sakalları şelale Harrani dininden gelen bir ağaca bakarak arada bir Gözleri irşadi bir uhrevilik içinde söylüyordu “Hiç yalan olmadan doğrudur, kesindir ve çok gerçektir. “(1) Uzaktan gelen atlının sesini duyamazdı kimse o sıra Etekleri yırtılmış yalın ayaklı kavruk kalabalık Hiçlenmiş ömürlerinde yürüdüler bir kez daha Kendileri yarattığı o ışığa tapınmaya “Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir, ve birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.”(2) Alamut'tan kalmış bir sır olmalı rüzgâr kadar görünmez olması atının üzerinde Uzaklardan gelen atlının gözleri dehşet Binlerce yıl sonra falan bomba sağanakları altında bir dünyada Herifin biri aşağıda olanla yukarıda olana dair polemik Etrafta ceset-leş-sırtlan ve kemik ”Yüksek olanı güçlendirdikten sonra, aşağıdaki bölgeye, kasıkların üstünde ve böbreklerin alındaki esas dirilik boşluğuna iner. Orada alt bölgeyi güçlendirir (duyular, rafine irade gücü ve hisler) . Bu şekilde güçlendirilmiş olarak sübtil beden içinde dünyanın ihtişamına sahip olursunuz. Sübtil bedenindeki evriminizden dolayı, üst ve alt gelişmeden dolayı, güçlerin en büyüğüne sahip olursunuz: Şeylerin esasını bilmek (3) vs vs Ezoterik kaşlı sır bekçisi zamandışı sustu Sanki tüm zamanları dinlercesine Ve tekrar Ve tek tek Ve ürperterek titrek sakallarından bir su gibi döküldü esrarlı sözleri “Ve bütün her şey bir olandan geldiğinden, bir olanın düşüncesinden gelmiştir. Böylece her şey bu tek olandan uyum sağlayarak çıktı. Güneş onun babasıdır, Ay annesidir. Rüzgâr onu karnında taşımıştır, Toprak beslemiştir. Dünyanın bütün gücünün babası budur. Onun gücü eğer toprağa dönerse her şeye yeter. Toprağı ateşten ayıracaksın, ince olanı kalın olandan; bu büyük bir maharetle olmalı. “ (4) 1164 yılında, İsmailli İmamı 2. Hasan, Ramazan ayının ortasında şeriatı kaldırdığını açıklamıştı. Oruç tutmanın yanısıra, namaz kılma ve diğer ibadet zorunluluklarının da kalktığını duyurmuştu.Kıyamet falan kopmadı orada..Irak’ta bir buçuk milyon insan ölürken de kıyamet falan kopmadı (5) Zamandışı şaki bunları biliyor gibi sürüyordu atını Hangi sırrın bekçisiydi belirsizdi gözleri Bir dai hançeriydi bıyıkları bulutları biçiyordu Bütün dinler harmanlanmış gözleri iki ateşten yıldız Baktı mı dağları taşları delip geçiyordu Yine de geçtiği ıssız köylerde evlerine kapanıp namaza duruyordu ahali Bilmezsiniz her daim bir şaki vardır bir yerlerde at süren Şimdi şu anda ve sonra ve daha önceleri Bir şaki vardır dağlarda bozkırlarda çöllerde Kutsal kâseleri devire devire devirden devire koşar Her şaki dağların alın yazgısıdır Kadim simyagerlerin bildiği Ağaçların taşların ve suların dilini konuşmaya yargılı Gece baskın gibi iner uzak mezralara Yol iz bilmez Dil diş bilmez Yaban Bir su gibi düşer aşk sine üzre Bir ateşten dövmedir kalbin bağrında Yalımları ölümden sonra da devam eder Bir yalım dövmedir aşk yârin dudaklarının Sine üzre değdiği yerde Yaban ıssızlarda yol yitiren mecnunlar Onları görerek yol bulur karanlık gecelerde Ömür dedikleri nedir ki gardaş Sürünürsün karın karın - dizin dizin yerlerde Bir aşk kalır ömründen rüzgârda Rüzgâr biraz da yapraktır Yaprak biraz da su Su gibi akmaktır ömür biraz da Oralarda Sözün ve dilin olmadığı aşklarda yaşanır Kadim kitaplara bakmadan bilenler diyarında 'Ve Musa'nın çölde yılanı yukarı kaldırdığı gibi, böylece İnsanoğlunu da yukarı kaldırmak gerekir, ta ki iman eden her adamın onda ebedi hayatı olsun.' (6) ayetini okumadan suyu ve göğü okumuşlardır içinin aynasından bakarlar dünyaya yüzü paramparça olmuş burnu yanakları birbirine karışmış olanlar bir hilkat garibesi gibi görünmez oralarda “el insanü remz'ül vücud” sözünün anlamı bilinir –bu sözü kimse anlamaz siz söyleseniz bütün varlıklar sonsuz tekâmülü içinde görülür bilinmez bir sonsuzdan başlayan macera bilinmez bir başka sonsuza giderken aldığı bütün biçimlerin dışında özüyle görülür her şey bütün taşlar altundan daha değerli bütün sular biraz yaprak biraz kuş biraz yar gözü biraz can sen biraz bensin biraz yağmursun biraz fırtınasın biraz hiç görmediğin denizlerin tuzu var gülüşünde bütün biliciler sapkındır biraz bu yüzden ölümden korkmaz kimse ve yalımlarda yürürken yanmaz ateşbaz simyacı aşksız yüreğe aşk eken rençperdir bulutlarla ellerini silmesi yağmurlarda çimmesi bundan sırrını doğarken yanında getirir yolculuğumuz insanın taa içindedir sen bakma ıssızlarda dolaştığıma çünkü ayrı değil insandan ne karınca ne kangal dikeni ne göçmen turna hoşça kal sevdasına fak kurulmuş şaki ikimiz de aynı yolun yolcusuyuz bir bakıma sen özgürlükler için kelle koymuşsun ben insanın içinde ararım zincirler nasıl kırılır onu ağalar beyler sultalar zulumlar olmasa insanoğlu nasıl kardeş yaşardı er geç altuna dönüşür taş ve altun da bir taştır herkes kendi içindeki taşını altun etsin dedi bir bilge acının birikip ateşten bir yumruk olması gibi yalnızlığın kabuğunu kıran bir badem gibi yarılmasına benzer sen onu çoktan aştın ey şaki dünyanın dağlarında bin yıllardır bütün zulumlara karşı can vere vere altüst ettin bütün simyayı yedi kat gök yedi maden nefsin yedi katı taşla altun arasında yedi merhale insan-ı kâmile varmadan önce yedi basamak bütün bunları bilmeden bilirlerdi oralarda bütün aşıklar Hızır'dan başkası değildi Deyrul Umur yanında kınıfırlar lal açar gölgesi mor bir ağaç gördüm bir tepenin başında ak sakalı nur içinde konuğumsun benim otur gel göynümün baş köşesine oturup Hint inciri yedik Adana’da bir pınarın dibinde konuğumsun nere gitsem yanımdasın sensiz yiterim ıssızlarda yelle yüzünü yıkayan bir rençperdir göynüm benim bağrına taş basmış da gezen ömürler tanığı dostum yıldızlar kadar mı uzak bizim hasretlerimiz ben anlatayım da sen dinle yanışımı yani ben yanayım gözlerinin önünde cayır cayır sen beni anla işte hiçbir dil anlatamaz kalbimizdeki simyanın esrarını biz taşı altın diye bastık bağrımıza ömür taş üstünde açan yosundur biraz uzasan çınarlar gibi uzamasan yosun kalsan ne fark eder yüzünü gökyüzüyle yumayı öğrenmemişsen serhişin çiçekleri karda mavi gülüşür kuzu yitmiş dağ başında kuzgun bölüşür sağır mıydı kulakların-kara kafalı halkların tanrısı Utu sağır mıydı gök tanrısı-erlik han ve diğerleri Kumarbi-Zeus ve daha pek çok tanrı kuzu yitmiş dağ başında –kuzgunlar etin bölüşür tanrılar sağır kesilmiş bir acı çınlar bataklıklarında insanlığın acılar ki yılkı yılkı halımıza gülüşür titrek sakallarında rüzgâr dolaşan aziz yalın ayaklarıyla yolları kutsayıp gider nefsini çilehaneye kapatan keşiş kendi içinde bir cennetin sarp yollarında ağlar huşudan haberin var mı ey bilge akan sudan zıkkımdan katrandan sarı buğdaydan binyıllara iz bırakmış katırlardan ve develerden haberin var mı kara bodun odun yakarcasına sürüldü ölüm ocaklarına benden ne kaldı sende bütün kavgalarda kırılan ekmeği kanla karılan mazlum korkak suspus ve namussuz kalabalıklarım ben bütün köleleriyim tarihin ve onlar bakışlarda aşk aradılar bombalar yağarken masumiyete sözlerde aşk sakladılar dize dize dizeleri sarmaşıklar ve akasyalar gibi çiçekler içindeydi bir yerlerde boğazlanırken namus şeref insanlık onur keman seslerinde cuşa gelip şatafatlı gecelerde düzüştüler aşk adına kırbaç altındaydı mezralar dağlar kırbaç altında aç ömrü baç bahtı kıraç ömürler büzüştü bir sürüngen gibi yalın ayakları kan içinde tarih dağların başında eriyen karlar gibi bir şeyler var şuramda nasıl anlatsam yıldızların ve kertiyen dikenlerinin bendeki macerasını uzaklardan geliyorum kaçağım bu adam mı sizin aziz dediğiniz mübarek kişi beyaz sakalları dizlerine değen bilmediğimiz bir dilde dualar okuyan tuhaf canlı Allah’ın kutsadığı bir simyacı mı bu yoksa bir evliya falan mı? daha güzel bir hayata ait hissederek geçirdi ömrünü daha yüce ve anlamlı bir dünyanın insanı olduğunu düşünerek daha farklı olmalıydı dostları arkadaşları hayatın onu ittiği kıyıda olamazdı ona ait aşk ne yana zorlasa rüzgâr onu geri itti basit ve seviyesiz insanların arasında tükenişini izledi gün be gün oysa yanı başında çirkli suda gülen kadının bir kilimdi sesi ve buluttan gülüşü vardı hayat kendi tarihini beter kazımıştı yan komşusu ırgatın suratına kuşkusuz onun yüzündeki yazılarda saklıydı en kadim simyagerlerin sırrı devlet hastanesinin kapısında sabahın köründe uzak köylerden gelmiş insanlar kuşkularını saklayarak gülerken şair sarhoş yatağından kalkıyor tanımadığı bir kadının on bin yıldır kara sabanla çift sürmeye devam ediyor kıracın bağrında bir köylü ve yukarda bir yerlerde ağaçlar arasında türbe sanki oradan aşağıya bakarcasına beter gözleriyle yazgı tutkularını ruhunun hücrelerine kapatırken keşişler iki milyon insan öldüğünü yazıyor gazeteler azizler haçlarını öpedursun ilham perileri ne diyor bu duruma tarikat şeyhleri hangi zikri çekiyor azman nefislerini halatlamak için insan hakları hayvan hakları kadın hakları ne buyurmaktadır haklanan halklara dair şakinin sakallarından kırlangıçlar uçarak geldiğini gördüler burnundan ateş soluyan al bir küheylana binmiş bu mu dedi-tanrıyla insan arasında köprü olduğunu söyleyen şıh bu mu ruhlarımızı ateşten kurtaracak olan aziz karşıda oturmuş nurani yüzünde derin anlamlar saklayan adamı göstererek çocuklar mermi çekirdekleri çitliyordu öte çöl akşamında çıdam ehli sabır kalesi nefsini kesip atmış mürşit sorun ona nedir kanın simyası bütün eski zaman yatırlarının kabirleriyle hasbıhal etsin artık asıl ait olduğu yere göndermek gerek onu ve mavi bir bulut çıkarttı kılınç yerine azizin aziz ruhunu aldı kellesiyle bir sonra gidip karşıdaki huş ağacının altına oturdu sessiz yapraklarla konuşmaya başladı sakallarına kuşlar kondu sonra bindi ateşten küheylanına bozkırda akıp gitti deli bir su olarak ………………………………………………………………. “Harun yüzünü Leylâ'ya çevirdi sordu: «Leylâ sen misin? » «Evet Leylâ benim. Ama Mecnun sen değilsin. Mecnun'un başında olan o gözler senin başında yok.» Şiir: Başkalarına baktığın gözle, Leylâ'yı nasıl görebilirsin? Onu göz yaşlarınla tertemiz yıkamadıkça! Bana Mecnun'un gözüyle bak; sevgiliye, seven gözlerle bakmalı” (7) 03.09.2008 Notlar: Ezoterik, ezoterizm: Grekçe 'iç, içsel' anlamındaki 'esoterikos' sözcüğünden ya da 'görüyorum, içsel olan, gizli olan' anlamlarına gelen 'eisotheo' sözcüğünden türetilmiştir. Karşıt anlamlısı 'egzoterizm'dir. Zümrüt Tablet: hermes trimegistis’in cesedinin bulunduğu karanlık mağarada, ellerinin arasında bulunmuş simya üzerine yazılı sırları içeren zümrüt tableti. Alamut: Alamut Devleti'nin merkezi olarak sarp dağların tepesine yaptırılan bir kaledir. İddialara göre burası Hasan Sabbah'ın fedailerine sahte bir cennet vaat ederek kendi Haşhaşilik öğretisini yaydığı mekândır. Dante'nin Cennetinden Kaçmış Yedikçe Acıkan Kurt: Dante, Cennet’inde yedikçe daha çok acıkan bir kurt'tan söz eder. Bu kurt Katolik kilisesini simgelemektedir. Templiyerlerin ölümüne neden olan Papa 5. Clement'i de çoban kılığında bir aç kurt olarak nitelendirir. Utu: bir Sümer tanrısı Kumarbi: Hitit mitolojisinde babasına saldırıp onun erkeklik organını kopartan bir tanrı Çıdam:Sabır 'El İnsanü Remz'ül Vücud' (Tasavvuf Terimi) 'İnsan varlığın sembolüdür' Deyrul Umur: Midyat’ta bir manastır Kınıfır: Urfa yöresinde Karanfile verilen ad Serhişin: Kar Sümbülü, Kar Çiçeği, Dağ Sümbülü de denilen, Mavimsi beyaz türlerinin yanı sıra, beyaz veya mavimsi beyaz renklerde çiçek açan türleri de olan çiçek. Van, Bitlis yöresinde bol bulunur Asmin: Diyarbakır yöresinde Üç bin metrenin üzerinde yetişebilen, lacivert çiçekli, bir hoş bitkidir. Farsça gökyüzü anlamındaki asuman sözcüğünden geliyor. 1-2-4: (Zümrüt Tablet, Yazan Erhan Altunay, Kaynak; internet) 3-.”(Simya İnisiyasyonunun Üç Mücevheri, Lynn, one of ONE, Tercüme eden Kemal Menemencioğlu, kaynak, internet 5- Haşişiler Kimdi? , Kemal Menemencioğlu, kaynak internet 6- Yuhanna 3:14-15, Kitabi Mukaddes 7- Makalat-I_Semsi_Tebrızı 03.09.2008 Adnan Durmaz
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © adnan durmaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |