Bazen evrende yalnız olduğumuzu düşünürüm, bazen de olmadığmızı. Her iki durumda da bu düşünce beni afallatır. -Arthur C. Clarke |
|
||||||||||
|
Hüzünlüyüz! Alabildiğince büyük bir hüzün! Öyle bir hüzün ki insanlık tarihinde hiç bir ümmete bu kadar musibetli bir mirasın bırakılmadığı, kahır ve kederin, gam’u guse içiçe yorulduğu hüzün.. Fakat durun hemen! Hüzünlüyüz derken; 1373 yıl önce Neyneva çölünde insanlık tarihinin hiçbir döneminde başka bir örneği görülmeyen o melun cinayetle sabitlemiyoruz hüznümüzü. Kuşkusuz cinayetkarları lanetle yad ediyor ve onlardan beri olduğumuzu ilan-ı aşikar da edeceğiz. Elbette İmam Huseyn‘in mazlumiyetini savunacak, o pak oğlu pak‘ın safında yer aldığımızı ilan edeceğiz. Fakat bunu nasıl başaracağız? Neyi nasıl anlamalıyız ki inandığımız değerlerimiz bizi insaniyet mektebinin emanetlerine kuşkusuz bağlayabilsin? Neyi nasıl anlamalıyız ki, tarihin hemen her döneminde olduğu gibi bugün de bir daha din adına aldatılmayalım. Bir daha asla zulmün elinde oyuncak olmayalım? Neyi nasıl anlamalıyız ki, hakikat güneşinin şafağındaki yüzyılımızda bizi tekrar geçmişin o karanlık labirentinin gizemli dehlizlerinde arayış ile ömrümüzü tüketmeyelim? Aşurayı nasıl anlayalım ki, İmam Huseyn’in mateminden nasıl bir ders çıkartalım ki ümmeti sömürgecilere, cehalete, köleliğe, iç sömürüye peşkeş çeken, zalimlere yaltaklık yapanların tarağına bez olmayalım? Neyi nasıl anlayalım, nelere dikkat edelim ki kişiliği elinden alınmışların, çeşitli mihraklarca, içimize; beyefendi, patron, politikacı, din adamı, kanaat önderi, aydın veya entelektüel diye yerleştirdiği ve veba‘dan daha tehlikeli olan bu hasta ruhluların ruhundan etkilenmeyelim? Dini önderlerimizin yaslarını tutup, onlara matem merasimleri düzenlerken nelere dikkat edelim ki, din adına söz hakkımızı teslim ettiklerimiz, bizleri Zalimlerin saraylarına, iktidarların güçlerine, banka hesaplarına, görece makam ve mevkilere, aldatıcı şan ve şöhretlere ulaşmak için omuzlarımıza basarak bizi kullanamasınlar? Geçmiş zamanlarda olduğu gibi bugünde bir matemin ardından tarihe not düşüyoruz! Öyle ki zalimler; atalarının ayak izlerine basa basa, Muhammedi İslam’ın içine nasıl sızdıklarını, köşe başlarını nasıl kaptıklarını, Allah‘ın kullarını din adına nasıl da kendilerine köle ettiklerini, bu tezgahı kurarlarken, nasıl paslaştıklarını imam Humeyni (r.a), bize binlerce yıllık şahlık diktatörlüğünü tarihe gömerek öğretti. Öğretmekle yetinmedi. Ümmete emanet ettiği Veliyyi fakih müessesi ile o öğretinin devamlılığını sigortaladı. Artık tarih boyunca kardeşin kardeşe kırdırıldığı, Türki ve Arabi sair barbar kültürü İslam cihadına büründürenleri iyi tanıyoruz. Artık hangi milletten, hangi coğrafyadan olursa olsun, dili, rengi ne olursa olsun, Huseyni direnişin safında, yan-yana, omuz-omuza kardeşçe durduğunda, buna tahammül edemeyen ve kavmiyetciliğe sığınan, kendi milli (ülke, bayrak, dil, ırk sair) değerlerini, Peygamber ve Ehl-i Beyt’ine yorumlayacak kadar kirlenmiş ruhları; görüyor, biliyor, tanıyoruz! Huseyni İslam’ın direniş bayrağını, boynundaki kölelik zincirini kırmamışların, bu değerli emaneti taşıyamayacaklarını biliyoruz. Biliyoruz ki köleler özgürlük bahşedemez. Apartheizm‘i doğuran sistemleri savunanların, Çanakkale nara’larına Huseyni gelenekçiler artık teveccüh etmiyor. Risalet ve medeniyetin beşiği olan İslam dünyası topraklarında, ne ay ne yıldız, ne orak ne de çekiç, Huseyni direnişe hiçbir değer katmamıştır ve katamaz. Huseyni direniş mektebinin sahip olduğu değerler tamamen ilahidir. Yazık ki Huseyni direnişin tarihte yaşanmış bir destan olarak kalmasını isteyenler, ‘‘Bedir ve Kerbela şehitlerini, Türkiye/NATO’nun vurulan askerleri ile özdeşleştirip ‘‘Bedir’den Kerbela’ya, Kerbela’dan Çanakkale’ye, Çanakkale’den günümüze kadar tüm şehitlerimizi, bu şehitler gününde…‘‘ diyebiliyorlar. Hatta bir adım daha öteye giderek: ‘‘O şehitler ki, kanlarıyla bu al bayrağa, Hira’dan, Seniyyet-ül Veda’dan doğan Şah-ı Enbiya’ayla birlikte, Kabe’den doğan Şah-ı Evliya velayet yıldızını nakşederek başımızda dalgalandırdılar.” deme cürretini gösterebiliyorlar. İslam peygamberi ile adeta.. Biz bu nara‘yı daha önce /Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi!/ diyenlerden de işitmiştik. Bu nara ‘‘Bedir’den Kerbela’ya, Kerbela’dan Çanakkale’ye, Çanakkale’den günümüze kadar tüm şehitlerimizi, bu şehitler gününde..‘‘ ile aynıydı. Kan ve asabiyet üstüne karargah kurmuşlar, bölük pörçük olmuş bu kıtada, Velayet ümmeti evlatlarının neyin, mateminde oluğunu biliyorlar mı? Bilmiyorlarsa; Velayet ümmeti, ‘‘Lebbeyk ya Huseyn‘‘ Nidası’nın, on dört asır önceki İmam Huseyn‘in şahsında, bugünün yaşayanı demek olduğunu bilsinler. Müstemleke valilerce verilen emirlere, adeta koşar adım gitmeyi kendine şeref bilenler, Huseyni gelenekte ‘‘Heyhat! Minezzille‘‘ feryadının ne demek olduğunu bilmiyorlar mı? Cevher: kendini fark ettirir! Övgü ya da yergiyle anılmak, cevhere bir değer katmaz. Cevherin yatağını bulmak ve onun değerini anlamak yetenek ve imkan varsa, onu gün yüzüne çıkarmak ve işlemekten geçer. Huseyni gelenek adına, mateme durup, boynunu düşmana uzatanların, düşmandan kılıcı kaldırmasını beklemesi ne kadar da ebleh duruyor! Takva ve faziletin yüklediği sorumluluk, Huseyni direniş ve gelenek adına, ona; aidiyeti ve aidiyetinin milli sembolleri ile kumpas kurmayı siyaset mi kabul eder? Demokrasi limanına demirleyenler, Osman‘ın seçildiği uyduruk şurayı eleştiri hakkını kaybederler. Adalet ve özgürlüğü dillerine pelesenk edip, sistemin menfaat tarlasından biçmek isteyenler, Huseyni geleneğin devrimci ve direnişçilerin nazarında, divana durup, el bağlayan nedimler gibi görünmez miydi? Bir matemin ardından tarihe not düşerken, evlatlarımızın katillerini (ABD-İsrail) dost olarak bilmekten şeref duyacak kadar şereften yoksun politkacıların önünde eğilen bir Huseyni gelenek mi? Kölelerden hürriyet ve adalet dilenecek kadar paslanmış beyinlere ve mühürlenmiş sinelere sahip bir gelenek değildir Huseyni direniş. Cehalet ve zulmün hala kol gezdiği, yeraltı ve üstü kaynaklarıyla, insan gücü ve onurunun, uluslararası pazarlarda bölge bölge, devlet devlet, kıta kıta, pazarlanıp peşkeş çekilen bu ümmetin, her şeyden öteye direniş onuru korunmalı değil miydi? Bir matemin ardından tarihe not düşerken; Saray entrikalarına yenik düşmeyip Lübnan’da, Filistin’de ve… direnişe zaferler kazandıran zamanın Huseyni‘ne iftihar olan Nasrullahilerin pazularından öpüyoruz. Devrimciler: zalimlere karşı takındıkları onurlu duruşu, haklı mücadelesini ve ümmetin çıkarlarını savunurken, zalimlere barış elini uzatıp, evet demeyi bilmezler. Huseyni direniş ve geleneğin değerlerini manipüle edenlere diyoruz ki Lebbeyk ya Huseyn, Lebbeyk ya Hamaney’dir. Selam ve tesliyet’imiz, Direniş komutanına ve sadakatin (Ma hemi serbaze tuyim Hameney’in) Lebbeyk ya Huseyn! Demek olduğuna inan Hizbullahileredir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |