Dünyayı isteyen bilime sarılsın, ahireti isteyen bilime sarılsın; hem dünyayı hem ahireti isteyen yine bilime sarılsın" -Hz. Muhammed |
|
||||||||||
|
Denilebilir ki bunda yadırganacak ne var? Filistin‘in birleşmiş milletlere gözlemci statüsünde kabul edilmesinin sevincinin, İslam dünyasında ve dolayısı ile Türk-Arap işbirliği toplantısındaki dışa yansımasıdır. Elbette işin bu yönü, yani sevincin dışa yansıması görmezlikten gelinmemeli. Ancak bu toplantıda Filistin‘le birlikte, Suriye gündemi de değerlendiriliyordu. Suriye gündemine kısada olsa değinmeden geçemeyiz. Zira Suriye’nin, İslam dünyasında direnişin altın halkası olduğu ve eğer Suriye’deki Savaş, emperyalistlerin istediği yönde başarıya ulaşırsa, İslam dünyasının bir kez daha yüzyıllar boyu sömürge olarak kalacağı ve batı‘nın hayat damarlarına kan pompalayacağına şüphemiz yok. Bu kan, batının ekonomisinin olmazsa olmazı olan, enerji kaynaklarıdır. Buraya kadar yazdıklarımızın bilindiğini varsayarak, Erdoğan’ın Türk-Arap işbirliği toplantısındaki konuşmasında ‘‘İsrail’in, bu aşamadan itibaren, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin oluşumunun önüne engel çıkarmaması gerekir. İsrail de artık görmelidir ki, Filistin sorunu devam ettikçe, bu bölgeye huzur, barış, istikrar ve güvenliğin gelmesi mümkün olmayacak…‘‘derken, adeta Kudüs’ün ikiye ayrılmasının meşruluğunu ilan ediyordu. Burada ilan edilen Filsitin devletinin oluşumuyla, aynı zamanda Siyonist İsrail’in İslam dünyası için meşruluğunu ve kalıcılığını da garantilemek mesajını içeriyordu. İslami Direnişin ise İsrail‘in varlığını meşru görmediğini, Erdoğan görmezlikten gelerek, ‘‘Filistin sorunu devam ettikçe, bu bölgeye huzur, barış, istikrar ve güvenliğin gelmesi mümkün olmayacak…‘‘ demesiyse, sanki bölgedeki sorunların ana ekseni İsrail değil de Filistin‘in olduğu gibi tersinden okumanın verdiği ayrı ve ilginç bir yansımasıydı. Hem de Siyonist İsrail‘in varlığı devam ettikçe bölgeye huzur ve barışın gelmeyeceğini bilmeyen yokken! Erdoğan‘ın kurduğu cümlelerde dikkatleri çeken ve işi daha da ileriye götürerek, direniş çekirdeğini suçlayıcı açıklamaları, işin vahametini de ortaya koyuyordu. Öyle ki‘‘Esed rejimine hangi gerekçeyle olursa olsun destek verenler, sempati besleyenler de bu rejiminin işlediği suçlara ortaktırlar ve tarih karşısında er ya da geç hesap vermek durumunda kalacaklardır” Erdoğan’ın bu cümlesinde anladığımı yazayım. Demek istiyordu ki; Suriye artık illegal bir rejimdir (Dikkat edin İsrail demiyor). Hiçbir gerekçenin arkasına sığınarak kalıcılığını meşru gösteremez. Her ne pahasına olursa olsun, bedeli ne olursa olsun, Suriye‘yi mutlaka direnişin ekseninden çıkartmalıyız. Erdoğan açıklamalarında, daha da ileri giderek, kendini; tarih adına yargılamada söz hakkı makamında görüyordu. Ve sözlerinin satır aralarında, Suriye‘ye uyguladığı politikanın mutlak doğruluğunun dışa yansıması vardı. Eğer böyle olmasaydı, (İran-Irak-Suriye-Lübnan ve Hamas‘lı) direniş eksenini suçlu pozisyonuna koyup, tarihin önünde hesap vereceğine, kendini inandırmazdı. Haydi diyelim İran’a karşı; devlet geleneğiniz sizi reel politika ekseninde kalmanızı, batı‘nın yanında olmanızı gerektiriyor. Haydi diyelim ki NATO üyesi olduğunuzdan dolay ABD’nin ve Batı‘nın bölgesel jandarmalığını üstlenmişsiniz. Haydi diyelim ki İsrail ile Stratejik derinlik gereği vazgeçilmez ortaklığınız ve askeri antlaşmalarınız var. Haydi diyelim ki dünya ekonomik buhran döneminde ve sizin iktidarınızın da Suud ve Katar‘ın Perto-Dolarına ihtiyacı var. Haydi diyelim ki Neo-Osmanlı hayallerinizden dolayı, iliklerine kadar sömürülmüş Arap dünyasının, devlet geleneği yoksunluğundan kendinize rol biçtiniz. Haydi diyelim ki İran’ın Hamas‘a verdiği desteği görmezlikten geldiniz ve Ali‘nin Zülfikar darbesinin bereketini, kendiniz için politik ranta devşirip, zafer dediğiniz kutlamaya hakkınız var! Haydi diyelim ki Hizbullah’ın Filistin direnişine verdiği emekleri duymadınız, görmediniz, bilmiyorsunuz. Haydi diyelim ki Arapların ve diğer Müslüman halkların kalbinde Kudüs‘ün özel bir yer edindiğini bilen ve yıllarca bu yolu kullanan İran‘ın rolünü kapmak istiyorsunuz! Haydi diyelim ki Türkiye’nin, bugüne kadar Arap dünyasına olan düşmanlığının, Türkiye‘ye bir şey kazandırmadığını gördünüz ve kendinizi sorgulamaya başladınız, hatalarını telafi etmek istiyorsunuz. Haydi diyelim ki Stratejik derinlikli Türkiye dışişleri bakanı Davutoğlu’nun, ‘‘Tarihin ileride bu dönemleri, Türkiye'nin Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya'ya "muhteşem dönüşü" olarak yazacağını‘‘söylemesi, göğsünüzü kabarttı. Haydi diyelim ki size göre Beşşar Esad’ın yönetim ve meşruiyetini kaybetmesi Hizbullah ve Filistin direnişine zarar vermez. Esad’ın kalmasını İsrail de istiyor olsun! Haydi diyelim ki Semir Kuntar’ın yıllarca İsrail zindanlarında kalmasının ne anlama geldiğini bir Müslüman lider! olarak bilmiyorsunuz. Ve Tabii ki Hasan Nasrullah ile İmad Muğniye’nin Filistin direnişine verdiği bedelleri, kattığı emekleri de bilmiyorsunuz!.. Peki 33 yıldır İsrail‘in ‘‘mutlak şer‘‘ olduğunu söyleyen, Filistin’in özgürlüğünü savunan, hem de bu uğurda ABD ve Batı dünyasından büyük tehditler alan, çeşitli ambargolara maruz kalan İran’ı, bu bölgede nereye oturtuyorsunuz? Silahlardan arındırılan ve savunmasız bırakılan, Filistin‘in göndere çekilen bayrağının koruma garantörlüğünü kim üstlenecek? Ahmed Cabiri‘nin şehadetinde İsrail‘in suç ortağı olan Katar mı? Direnişin kalesi konumunda olan Hizbullah’ı, İsrail‘den daha tehlikeli gören Suudi Arabistan mı? Gazze‘nin dünyaya açılan tek sınır kapısı olan Refah‘ın, Gazze savaşında dahi Gazzelilere açmayan Mısır mı? Yakasındaki armadan tutunda, kolundaki düğmeye varıncaya kadar İngiliz kraliyet ailesinden hangi markayı kullanması gerektiğini danışan Ürdünlü Abdullah mı? Sahi kim üstlenecek? Sakın Türkiye demeyin. Zira ‘‘Perşembe‘nin gelişi Çarşamba‘dan bellidir.‘‘ … Bu olasılıklara eklenecek ihtimaller elbette çoğaltılabilir. Onlardan biri de Erdoğan‘ın: Türk-Arap işbirliği toplantısına katılan Arapların şahsında, batılı ve İsrailli dostlarına, Filistin’i, İran‘ın ekseninden çıkartıp size böyle ikram edeceğiz(!) demek mi istedi? Ya da Suriye‘yi direniş ekseninden çıkarttığının ilanı olarak şimdiden Filistin bayraklı pastan’ın ardından, sırada Suriye’nin coğrafi yapısını dilimlemek var demek mi istedi? Ne de olsa, ABD ve NATO üslerine Kürecik ve Patriotlar da eklendi. Hamas’ın, Gazzeyi savunma savaşında Mahmut Abbas‘ın ayak oyunlarına rağmen, Suriye’deki iç karışıklıklardan dolayı Gazze‘ye yardım edememesi, buna rağmen fecr-5 gibi Füzelerle direnerek zafer kazanması. Akabinde aniden birleşmiş milletlerde, Filistin’e gözlemci devlet Statüsü verilmesi ve Partriot’ların NATO topraklarının bir bölümü olan Türkiye’ye konuşlandırma isteği. İsmail Haniyye ve Halid Meşal’in, Böyle bir günde davet edilmemesi ve Filistin bayrağının pasta haline getirilerek Arap Kralların ağzına layık bir güzel afiyetlenmeleri, daha çok yoruma açık olsa da… Direnişin Gazze kolu, korsan İsrail‘e karşı verdiği 8 günlük savaşta, İran‘ın desteği ile kazandığını gizlemeyi İsrail bile onuruna yedirip, itiraf etmekten çekinmezken… Filistinliler için özgürlüğe giden yolun Kilometre taşlarının direniş ekseninde kalması gerektiğinin bilinmesine rağmen. Peşin ilan edilen bir zaferin pastası, yapay sevinç çığlıkları eşliğinde Filistin‘in kuruluşu medyanın üstüne abandığı gibi olmasa gerek! Öyle ya da böyle, Filistin direnişi her geçen gün biraz daha olgunlaşıp zafere ve tam bağımsızlığa doğru yol alıyor. Buna karşılık İsrail ise hergün biraz daha dağılmanın ve yok olmanın sınırına doğru gerilerken, NATO’nun önasyada kolu olan Türkiye ve onun Arap dostları pasta kesmenin verdiği haz ile ne zamana kadar tatmin olacaklar bilemiyoruz. Bayraklar: genellikle milli değerleri ve milletleri temsil eden birer sembolden öteye geçip, manevi değer taşımazlar. Bu değerlendirmeden iki bayrağı müstesna gördüğümü belirteyim ki onlardan biri Haydut İsrail bayrağıdır. İmam Humeyni İsraille her türlü ilişkinin haram olduğunu ilanından dolayı bir Müslüman için İsrail bayrağı hariç diğer bütün milletlerin bayrağı aynı oranda değer görmelidir. Diğeri ise Huseyni direnişin çekirdeğini temsilen, Kerbela‘nın varisi olan…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |