İnsanın en iyi tarafı ürperebilmesidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Görünür ‘Deniz Atı’ ndan gökkuşağı ve renkleri düşer martılara. Kanatlarından dökülenler oluşturur vapurlar üzerinde gölgeler. Kuşların yansımaları akıp denize maviliği içer kana kana. Bir merdiven kurulur düşlerden yükselir semaya, yükünü bırakır gecenin mercanımsı dokusuna.İşler madenlerinde gece… En nadide olan vagonlarının birinde, en güzeli bir diğerinde,en çekici olanı ise üçüncüsünde… Hepsinden mamul ‘acayip bir mücevher’ bahşeder İstanbul’ a.Ayın ışığı küfesinin dışındaki yıldızların içe verdiği hüzmelerle taşınır aşağıya. Onu bir Kız Kulesi takar boynuna bir de ilk aşkı. Yaşadığı şehirde ona buna laf yetiştirmekten bıkmıştı.Yolda yürürken üzerinde yorgunluk hasıl oldu ve bir banka bıraktı kendini.Umursamazca bacak bacak üstüne atıp cebinden sigara paketini çıkardı ve içindeki canciğer dostlardan birini aldıktan sonra kavuniçi filtresini dudaklarıyla buluşturdu ancak nefesiyle aralarında iletişimsizlik vardı tıpkı bu şehirle olduğu gibi.Onu yakması lazımdı hemen elini cebine attı ama orası boştu. Kendi kendine dedi ki; ‘Bir türlü çakmak taşımayı beceremiyorsun.’ Etrafına baktı o kadar çok sigara içen insan vardı ki… Tam yerinden kalkıp onlardan birine müracaat edecekti ki bir anda durdu.Montunun iç cebine bakmak aklına geldi ve orada şansına küçücük bir kutucuk buldu.İçindeki sıkı fıkı dostlardan birini aldı ve ucunu kenarlarından hızlıca birine çaldı.Heyhat! Kibrit çöpü alev aldı ve ateş kağıdı yakınca tütünden gelen kaçış kokusu filtresinden nefes yoluna aktı.Bulunduğu yerde kül tablası adındaki açık mezarlardan olmadığı için o da sigarayı içtikten sonra ayağın altında ezip iki kaldırım arasındaki boşluğa gömdü. Kendisini çok aramıştı bu şehirde ve içindeki sönük olan şehirde de.Yıkılmaz bir bina gibi görünen ama temeli bozuk ve şipşak çekilmiş bir fotoğraf misali geçmişinden kalanlar oturtulmuştu içine.Dışı sökük,sıvaları çarpık çurpuk dökük,iç duvarları çatlak çatlak,is tutamlarının odalardaki tavanları sahiplendiği,katlar arasındaki merdivenlerin demirlerine tutunsa düşeceği,döküldüğü kalıbın sağlam olmadığı bir binada şimdiye kadar gezip durmuştu.Yaşadığı yerden ona kalanlar çocukken bilmem kaç numara bol gelen ‘Büyük Ayakkabılar’ gibiydi. Geriye bakmaktan sıkılmış zira baktıkça kısaldığını hissediyordu.Bankta otururken bir sigara daha yaktı aklına arkadaşları geldi.Derya, o kadar zorluklara,ailesinden ve çevresinden gelen engellemelere rağmen yılmadan okumuş ve avukat olmuştu.Memduh ise İstanbul’ da hastanenin birinde doktordu.Diğer yandan Ahmet karanlık köşeler de dolanmaya devam ediyordu.’ Keşke çocukken oynadığımız mahalle maçlarındaki gibi aynı takımda olup bir arada kalabilseydik.Keşke Ahmet, sen aile ve akrabalarına ceza verircesine evden kaçıp karanlık kuytularda yolunu bulmak istemeseydin… Keşke Memduh, sen de bu şehirden daha iyi bir eğitim görmek için ayrılmasaydın… En azından Derya kaldı bu şehirde.’ Diye düşündü biraz sitemin yanında biraz da hüzünle. Kulağına müzik sesleri hücum ederken saatine baktı.Bu gece ilk kez buradan ayrılıp İstanbul’ a gidecekti.Otogara gitmek için Derya ile minibüse binmeden önce biraz daha vaktini tüketmek istemişti merkezde.Arkadaşı da daha gelmemişti zaten.Kasetçi de ‘Lose yourself’ diye Eminem’ in seslendirdiği şarkı çalışıyordu. ‘Keşke bende kendimi kaybedip sıfırlayabilsem,’ diye düşündü.Kimileri çalan bu melodiye kulak veriyor bazıları ise ‘bizim eşek te bu havadan öldü’ diye yürüyüp gidiyordu.Müzik ve ses sahnesinde; ön koltuklarda birinde ilahi sesleri ‘Şol Cennetin Irmakları’ diye, diğer koltuklarda ‘Beni Bul,Beni Vur’ nağmeleri… Bunlara karşı çıkanlar yan koltuklarda,Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz deyip te yabancı müziklere laf sokanlar kenar koltuklarda… Hepsinin üzerine salınan ise Mozart’ ın bilmem kaçıncı senfonisi… Böyle bir mozaik kulaklarında misafir olurken beklediği arkadaşı Derya gelmişti.İkisi beraber minibüse binip otogara gittiler. Çocukluk arkadaşı el sallarken Orhan bir gece vakti onu taşıyamayan şehirden İstanbul’ a doğru giden otobüsteydi.Yolculuk boyunca hiç uyumamış ve baykuş gibi aracın camından görülen düşüncelerinin ve hayallerinin karşısında pek bir anlam ifade etmeyen ama gerçekte olan karanlıkla bakışları çoğunlukla sarmaş dolaştı.Bazen yol üstü tesislerde ve petrollerde şahit olduğu karanlıkta devreye gezen ışıklar gökyüzündeki yıldızlar gibiydi.Sabahın ilk ışıklarıyla beraber yağmur damlalarının arkadaşlığında otobüs İstanbul’ a giriş yaptı.Araç Pendik’ ten geçerken her ne kadar yolculuk boyunca uyumamış olsa da arada bir kapattığı gözlerinin verdiği yarı uykulu bakışlarla camdan etrafı izlerken bazı insanlar ısrarla İstanbul’ un narin tenine süzülen yağmur damlalarının yumuşak dokunuşundan kaçıyor bir de üstüne üstlük duraklardan medet umuyorlardı.Onun şiirle beraber İstanbul’ u ve ‘anlamını tahmin ettiği ama ne olduğunu bilmediği bir keşif’ i bulacağı hiç aklına gelmez ve de kalbine düşmezdi. Ocağın dördünde kuşluk vaktinde Kadıköy İskelesi’nde havada gri bulutların hükümranlığı vardı ve güneş huzura dahi kabul edilmiyordu.Orhan, hem hayatında biraz değişiklik olsun diye hem de internet üzerinden ve telefonla görüştüğü Ezgi adındaki kızla buluşmak için İstanbul’ a gelmişti.Daha önce onunla iletişim halinde olmasına rağmen imkanlar lokavtta olduğu için birebir karşı karşıya gelmesi mümkün olmamıştı.Yürüyüşüne biraz heyecan bulaşmıştı.Haldun Dormen Tiyatrosu’ nun yanında çiçek satanları gördü,bakışları bir süre o tarafa yöneldi ancak ayakları onlar kadar ince olamadığı için ve bir de ilk kez buluşacağı düşüncesi onu o yoldan alı koydu.Bir süre sonra saçları kırmızı olup kar beyazı bir mont,mavi bir jeans ve yakınlaştıkça sivri,kadifemsi siyah ayakkabı giydiğini fark eden Ezgi’ yi gördü.Bir anda ne olduğunu anlamadığı bir şekilde kız dokunacak kadar yanına geldiğinde okumasını bilmeyen dilsiz kalbinin yavaş yavaş dillenmeye ve harfleri öğrenmek için çabalamasını hissetti. Duygularının ufak ufak ses kırıntılarına dönüşmesi kalbine hiç vakit ayırmadığından doğan boşluğu doldurma çabasının yer edinme hareketlerine bürünen ‘anlamını tahmin ettiği ama ne olduğunu bilmediği bir keşif’ in yadsınamaz kurulma safhasının başlangıcının ilk işaretlerini ifade ediyordu.Bununla beraber içinin sesler bakımından zengin yataklara sahip olduğunu fark etti.Kendinde araştırmaya başladı ve bir ses daha buldu ancak bunun tonu ilkinin ortaya çıkışından hiç de memnun değildi.Ve Ezgi konuştuğunda kulağına salınan ses zarafet yüklü ve büyüleyici tınılara sahipti.Sanki sınırları çizilmemiş dalgalardan benzersiz bir meltem salınmış,otostop yapıp takılmış denizin fısıltılarına,gizem esintisinde saklanmış Ezgi’ nin nefesinin duraklarında bitmiş yolculuğu.Kızın alımlı sesine meltemin fısıltısı vokal yapıyordu adeta. İkisi beraber vapura binmek için İskeleye doğru hareketlendiler.Gişeden jetonları Ezgi aldı.Orhan ilk kez vapura binecek ve böylelikle bir düşüne daha kavuşacaktı.Yanındakinin vapura binmesi çok basit bir durumdu ama onun için ise çok değerliydi.Bir tane martının özgür ruhunun rolünü çoktan terk etmiş olan güneşin dünden kalma harelerinin serpiştirildiği gece Kız Kulesi’ nin ışıltılarını dekoruna aldığı yağmur damlarının kuşluk vakti hüzmelerini giydiği denizin masmavi sahnesinde süzüldüğünü izlemek, Ezgi’ nin saçlarına dokunup kat kat melodisini şiirselleştiren ve kendi saçıyla düet yapan rüzgarı dinlemek… Kızın yüzüne bakmak kendi simasında huşu kelimesini,kalbinde de aşk hecesini ufak ufak şekillendiriyordu.Vapura binmek onun için keyif verici olsa da içindeki memnuniyetsiz ses ortaya çıkıp kızın bunların hiçbirinin farkına varmadığını söylüyordu.Bunu içindeki en ücra yere postalamayı aklına not etti.Vapur Karaköy’ e yanaştı.Bir kişi halatlarla onu iskeleye bağlıyordu. İstanbul’ un en kalabalık caddelerinden biri olan İstiklaldeydiler.Burası Moda ile benzerlik gösterse de ona göre yolun genişliği daha fazlaydı.Cadde boyunca yürümeye başladılar.Pera Palas onları en iyi şekilde ağırlayıp hizmette kusur etmedi.Galatasaray Lisesi ikisine gözlerini kırptı.Sen Antuan Kilesi elindeki yılan desenli fincanlarla onları keyif çayına davet etti… O gün için yolculukları Altunizade’ de taksiden inerek son buldu.Gördüklerini hayret verici nitelikte değendiriyordu.İstanbul’ dan özellikle kızdan fazlasıyla etkilenmişti.Dünyanın İnci’ si şiir ve Ezgi en güzel imgesiydi.O günün sonunda ağlamıştı.İçindeki İlham Perisinin sesi bu gözyaşlarını ‘İstanbul kayıp bir gemi,yelkenlerine fısıldayan –güneşin kızıllığıyla saçlarını kırmızılaştıran,yıldızların ışıltılarıyla bağlayan,saç tellerine ayın şavkını asan,gecenin gizemini bandana misali giyip boynuna sahile sarılan dalgaların öptüğü incileri takan – Ezgi’ nin sesi,senin gözlerinden kayıp seyr-ü sefer eder dostluğun üstünde’ şeklinde dile getirmişti.O gece bu durumdan hoşnut olmayan istenmeyen bir misafir gibi çat kapı gelen o ses daha sert bir tabirle ‘Neler düşünüyorsun sen! O, senin arkadaşın, dostun!’ demişti. Biliyordu ki o gün şimdiye kadar hayatının en kıymetli olanıydı.Yedi Tepeli Şehir’ de iki hafta kalmış ve burasının bazı yerlerini ve kalbinin en güzel kısmını keşfetmişti.Olan olmuş ve Ezgi’ ye aşık olmuştu ki o gezdikleri günün gecesinde neden ağladığını tamamıyla farkına varmaya başlamıştı.İstanbul’ dan dönerken gözleri Bolu dağı’ nın sisli mahremiyetine dalıp giderken kalbindeki deftere; ‘Aşk güneşin kızıllığına soyunan deniz gibi Usul usul sokulur gamzeleri gönlümün en güzel yerine Kalp atışlarımın kıyısına sarılır güzelliğinle dolu dalgalar Köprü olur zarafetin sıcacık gülümsemelerime oturtulmuş derinliklerinde’ Önce ilk aşkına bir de hüzünle İstanbul’ a ‘Serzeniş dilimde askıntı zamanın kırılganlığında Kuruntular eskimiş lakayıtça çalan bir şarkıda Vasiyetnamesi harap olmuş yalanımın çarpık namelerinde Güz inler boşlukta kısık sesli avuntularda İstanbul üşümelerin koynunda şuh kahkahalar çınlarken bağrında Siyahla beyazın karışımında hüzün Entarisi yalnızlıkla bezenmiş bir elbise altı Krizantem çiçeklerinden kemerde vehameti Saldırırken güveler buhran misali kumaşa İstanbul giyer geceliğini ayın şavkının suskunluğunda Sokaklar haykırışlarda atmak isterken üzerinden yalnızlığı Kaldırımlar esaret altında sessiz adımlarda Vuslata ermek isteyen rüzgar sevgili endamında Kaybetmiş aşkını bir şair güzün inleyen fısıltılarında İstanbul yıldızsız gecenin kollarına atmadan kendisini’ Diye yazmıştı. Otobüs Ankara’ dan geçerken ‘Kız Kulesindeki bank yatağım,içmeden sarhoş olmuş bir şair,örtsün üzerimi şiirler,eskimiş hayallerden,rüyalardan ve de hüzünlerden bir ceket üzerimde,sökük,ikinci el,defolu son kullanma tarihi çoktan geçmiş,geri dönüşümsüz umutlardan pantolonum,boyasız mutluluklardan ayakkabılarım… yüzüm buruşmuş suyu çekilmiş göl gibi çatlak çatlak,gözlerimin altındaki torbaların yıllara müzayidesi açılmış,ellerim nasırlaşmış ama şiir dokulu,saçlarım kırlaşmış,gözlerimdeki ışığın pili bitti bitecek,eski bir radyonun enerjisinin sona erip bozuk çalması gibi kulaklarım… Son bakışımda Kız Kulesi ve ilk aşkım martı olsun.Ve ben gözlerim açık göçüp gideyim.’ Diye sıra sıra gemiler yanaşmıştı düşüncelerinin limanına. Ağustos 2008 Yeniden Düzenleme Mart 2015
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman Altınbaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |