Bazen evrende yalnız olduğumuzu düşünürüm, bazen de olmadığmızı. Her iki durumda da bu düşünce beni afallatır. -Arthur C. Clarke |
|
||||||||||
|
Küçük Zehra okumaya başladığı andan itibaren kalbinde akan irinlerin acısını azaltmak için şiirlere sığınmıştı. Şiirler adeta onun acılarını hafifleten bir merhemdi. Öteki gün Zehra için hiçte iyi başlamamıştı. Sabah babasının dehşet dolu bağırışlarıyla uyandı. Annesinin kahvaltıyı geç hazırlaması sebebiyle başlayan tartışma alınan ve verilen cevaplarla beraber bir ağır sıklet şampiyonasına dönüşmüştü. Karşı odanın kapısından bakan Zehra’nın abisi olanları sadece izlemekle yetiniyor babasının annesini döverken kullandığı teknikleri hayranlıkla öğrenmeye çalışıyordu. Zehra bu huzursuz ortama daha fazla şahit olmamak için aç karnını bile doyurmadan okula gitti. Okul onun için şiirden sonra iki numaralı sığınaktı. Derken son ders yani kompozisyon dersi geldi çattı. Herkes sırayla gelecekte kurmak istediği yuvayla alakalı yazdıklarını okumaya başladı. Sınıf ortamını umutların sessizliği ve hayallerin toz pembeliği kaplamıştı. O sırada orta grupta oturan Ayşe, kompozisyonunda annesi ameliyat edilince babasının bütün gece hiç uyumadan Kur’ an okuyup dua ettiği bölümü okuyunca Zehra kendi karanlığında boğulmaya yemin etti. Çünkü onun için ümit tamamen yok olmuş, sevgi duygusu bin bir surete bürünmüş, kaçış için yol görünmüştü. Zaten bir çivi gibi beynine çakılan bu fikir o anda tam bir netlik kazanmıştı. Okuma sırası Zehra’ya geldiğinde o, ödevini yaptığı halde yapmadığını söyledi. Aslında Ayşe’nin kompozisyonundan sonra gelecekle ilgili bütün hayallerini yıkan Zehra için bu gayet mantıklıydı. Okumalar bittikten sonra ödevini yapmadığı için azar işiten Zehra, ürkek duygularla fakat kararlı adımlarla yavaş yavaş montunu giyip okuldan dışarı çıktı. Okul başlarken çok severek aldığı pembe çantasını, kirleriyle halaya tutuşmuş bir çöp konteynırına attıktan sonra ellerini siyah montunun cebine koyup, şeytanların bile acıyıp ağlamaktan mendil tükettikleri keder dolu hayatının ikinci kısmına ilk adımını attı. Ve giderken dilinde şu mısralar dökülüyordu; Bu sehirden gidiyorum Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi Gururu yıkılmış soyatlar gibi Bu şehirden gidiyorum. İnsanlar taş gibi bana yabancı Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarda Bir tanbur bir yalnızlığı anlatıyorsa O ışıksız pencereden Ben onu duymuyor gibiyim Bir ağaç ölüyorsa kapınızın önünde Ben onu bile duymuyor gibiyim. Bu şehirden gidiyorum Gömerek geceyi içime Sabahın hüznünü beklemeden Gidiyorum bu şehirden. (Erdem Beyazıt) SENANUR BUDAK
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Senanur Budak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |