Gerçeğin dili çok yalın. -Euripides |
|
||||||||||
|
Bir ben vardır benden içeri diye başlayıp, dışarıdan baktım yeşil türbe birde içine girdim tövbe estağfurullah tövbe dememek için hiç işin felsefe boyutuna girmeyeceğim. Beni benden aldı bu zaman ve beni bensiz bıraktı bedenim içinde. Bunun sorumlusu zamana, sisteme direnemeyen ben miydim? Yoksa beni bu sistem içinde yaşamaya zorlayan zaman mı? Yoksa aslında var gibi görünüp de hiç olmayan insanlar mı? Ya da ne bileyim iyi günümde dem çekip Türküler söyleyip zor günümde yanımda olmayanlar mı? Yahut beni her defasında anladığını söyleyip , aslında anlar gibi yapanlar mıydı? Zulmün karşısında sessiz şeytan olmadığım günlerde, sessiz şeytan olup beni çarparak yalnızlaştıranlar mı acaba suçlular? İnsanoğlu kendine bakmaz da hep suçlu ararmış yaşadığı dünyada. Bahanelere sarılıp, bahanelerle avunup ve o bahanelerin gölgesinde kurduğu hayatı seçermiş. Aslında bende o bahanelerin içinde kendi kurduğum dünyada yaşamayı seçtim birçok insanoğlu gibi. Ben kendime göre başkalaşırken, aslında sisteme göre ideal bir insan oldum. O yüzden alışılmış geldi bu çevremi saran insanlara, o yüzden kolay geldi bana sistemin içinde çark olmak. Umutlarımız vardı bizim kimilerine göre incir çekirdeğini doldurmayan. İnançlarımız vardı bizi biz yapan. Ve emek ve ekmek ve alın teri dediğimiz yüce değerler vardı onur ile süslenen. Değişmeyecektik, bozuk düzende sağlam Çark olmaz diyen Pir Sultan Abdal’a bile kafa tutuşlarımız vardı. Biz bu Çarka Çomak sokarız diyerek. Gözlerimizde kararlılığın ifadesi ile yüreğimizden korkuyu silerek yürüdük kahpenin üzerine. Ne söylemekten kaçındık düşündüklerimizi ne aklımızdan geçeni yapmaktan geri kaldık. Doğrularımız vardı bizim sadece bizim için olmayan tüm insanlara dair doğrularımız. Odamızın duvarlarında aşk şiirlerine hiç yer vermedik biz, hep göz yaşı alın teri emek umut ve ütopyalarımızın yansıdığı sözcükler vardı. Ufakta olsa evimizden uzak tutardık sistemin kirini hem evimizden hem yüreğimizden. Sonra kurulan sofralarda kahkahalarımızla meydan okuyarak bu sisteme dertlerimizi harmanlar, umutlarımızı alevlendirir ve yürek yüreğe kucaklaşmasını bilirdik. Şimdilerde ise aynanın karşısında durmuş, gözlerimizin ferini arar olmuşuz. Tek suçlu biz miyiz? Tek hatalı acaba direnmememiz mi hayatın akışına? Yok tek hata bizde. Biz seçtik değişmeyi, direnmek cebimizdeki bahanelerin gölgesinde kaldı. Farklı olmaktan korktuk çünkü farklı oldukça yalnızlaştırdılar bizi. Ve bizi öldüren asıl gerçek yapayalnız kalmaktı aslında. İnsansız kalmaktansa kendi benliğimizden kopmayı yeğledik ve benliğimizden koptukça insanlığımızı özledik. Bizim insanlığımız üç beş tane türkünün nakaratında gizli kaldı. Kimi zaman o türkülere sığındık, kimi zaman o türkülerle avunduk ama hiçbir zaman kaybettiğimiz insanlığımızı geri kazanamadık. İşte bu kaybetmişlik duygusu bizi köşeye sıkıştırdı kaybolduk yaşarken ve hükümsüzdür ibaresi indi yüreğimize. Oysa böyle olmamalıydı. Hani çomak sokacaktık biz bu düzenin küfür dolu çarkına. Hani bu oynak dünyanın anasını avradını bir büyük parasına satıp yanına da üç beş meze alıp dostlarla dem çekecektik. Hani kimse kalmasa da omzunda ağlayacağımız bize biz yeterdik? Hani üç beş kişiydik be Türkü diyen? Hani kıl çadırda muhabbet edecek olan insanlardık biz. Gülüşlerimizde korkuturduk zalimi bir kahkahamız bomba gibi düşerdi namerdin sofrasına. Emek derdik hani biz, bir insan için emek harcamayı dünyanın en yüce vazifesi bilirdik. Şimdi İnsan dediklerimize bile emek harcamayacak kadar düzenin fahişesimi olduk? Olduk olduk artık o soğana muhtaç olan yiğitlerden değiliz biz. O kadar mert o kadar yiğit o kadar cesur değiliz. Sistemin ta kendisiyiz. Kaygılarımız var hayata dair. Ve bu kaygılar bizi bizden bizi sizden uzaklaştırırken yüreğimizi sistemin kölesi yapıyor. Hadi itiraf edin. Hiç birimiz aslında olduğumuz insan değiliz. Ve her birimiz her sabah her akşam yada günün lanet olası bir saati aynanın karşısına geçinde kendimizi arıyor ve bulamayınca da korkup kaçıyoruz. Hadi son bir kere insan olduğumuzu hatırlayıp gerçekleri söylemekten korkmayalım. Ha bir bakır sini etrafında birbirimizi bulma şansımız yok ya artık rahat olun. Kimin insan kimin insan değil olduğunu sizden başkası da bilemeyecek hani. O yüzden gelin bugün ama sadece bugün sorun kendinize bu soruları acımasızca. Emek kavramını bir daha katın yüreğinize bir dosta sarılmanın ne demek olduğunu bir kere daha fısıldayın kendinize. Sorarım size özlemediniz mi bir dostun sıcaklığını bir dostu sarmalayınca onun kalp atışlarının yüreğinizin yanında çarpmasını özlemediniz mi? Birbirinizin gözlerine bakıp iyi ki varsın demenin haklı gururunu yaşamayalı ne kadar zaman geçti? Neyse…. İçinde derin küfürlerin olduğu en kısa kelime ile bitireceğim bu itiraf nameyi. Ha korkmayın önceki gibi sizlere değil küfürlerim aynada tanımadığım yüzüme. Rahat olun siz kime küfür edecekseniz edin ama son olarak yılların emeğini, yılların paylaşımını ve yılların hatıralarını önünüze koyun bir daha okuyun şu lanet olası insan görünümlü kendi benliğini kaybetmiş yaratığın yazdıklarını. Hadi kolay gelsin. Belki bir karanlıktan yeniden aydınlık yaratmanın umudunu aşılarız bir yüreğe ne dersiniz?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © HAMZA EKİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |