Paranız varsa toprak alın. Artık üretmiyorlar. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Gecenin orta yerinde nereden gelip nereye gittiğimizi düşünürken bunca yıl mücadelesini verdiğim siyasal düşüncenin kalıplaşmış bilimsel terimlerinden uzak toprak kokan tenimizin kavrukluğunda ve alın terimizin bize verdiği güçle ezilmiş, sömürülmüş işçi ve köylü sınıflarının nereye gittiklerini bilmeden attıkları adımların altında ezilirken emeklerimiz yüreğimizdeki umudu kaybetmemenin onurunu taşıdık hep. Belki bizi biz yapan bu onur, çevremizi saran düzenin çarkına dişli olmuş kendini renkten renge sokup bukalemunu bile şaşırtan onur taciri insanlara ağır gelmişti hep. Karakter zor kazanılan bir zanaatı para ise kolay lokma olmuştu şuurunu ve onuru satanlar için. Kelimeler ağır gelmeye başlamıştı. Yüreğini saran umutsuzluğu gecenin kör karanlığına teslim ederken, gözleri sokağı aydınlatan gece lambasına ilişmişti. Derin bir nefes aldı. Ciğerlerini doldurmuyordu aldığı nefes, içini saran bu kaybolmuşluk onu derinden yaralıyor, yaşadığı hayatın renklerini birer birer çalarken, yaşama nedenlerini gasp ediyordu. Birden aklına birkaç gün önce kırmızı ışıkta mendil satan o saçı başı dağınık adam geldi. Tekrar sarıldı kaleme…. Kırmızı ışıkta beklerken size gülümseyerek belki onurunu satamadığı için mendil satmayı yeğleyen insanları düşünün. Elindeki mendille yaklaşan saçı sakalı birbirine karışmış bir insanın yüzüne bile bakmadan onu hakir görerek hayatına devam eden yüzlerce insandan birisiniz belki de. Yahut yüzüne bakılmadığı için mutsuz olan o mendilcinin mutsuzluğunu gören ve akan trafiği durdurup yediğiniz küfürlere aldırmadan “ hey bizimoğlan ver bakan bir mendil” deyip o saçı sakalı birbirine karışmış adamın yüzündeki gülümsemenin nedeni olan diğerleri gibisiniz. Asıl alışkın olmadığınız ince ve nazik bir ses tonuyla size teşekkür eden bir mendilcinin size yaşattığı o şaşkınlık. Bazıları bir mendil alınca bir insan kurtardık zanneder ve sanki devrim yapmışçasına orgazm yaşar. Ama siz o mendilciyi tekrar görebilmek ve bir mendil daha almak adına yolunuzu değiştiriyorsanız aslında o mendilciye acıdığınız için değil o nazik ses tonuyla ve dolu dolu nezaketiyle size yürekten teşekkür eden bir insanı bir daha görmek ve ona azda olsa anlamak için ettiğiniz mücadeledendir. Şimdi ne alaka diyeceksiniz. Mendil ve onur? O insanlar belki o mendili onurlarını satamadıkları için satıyorlar ama kimi onursuzlar o mendilleri nice onursuzlukları temizlemek için kullanıyorlar bilemezsiniz. Yine attı kalemini masanın üzerine… aklına düştü o mendilci. O gün bankta saatlerce izlemişti onu ve bu sahneyi yaşadıktan sonra neden onunla sohbet etmemişti. O mendili alan insan geldi gözlerini önüne üzerindeki siyah atlet, terden beyaz desenler almış yorgunluğu her halinden belli ama sıcak ve içten ses tonuyla o mendilciyi kucaklaması ve mendilcinin mutluluğu. Ve bu mutluluğu izleyen birinin şaşkınlığı ve bu kareden habersiz yüzlerce insan. Hani duvar yazılarında var ya hayat böyle güzel insanlar yüzünden dönüyor diye aynen öyle. Dünya bu güzel insanlarının hatırına dönüyor ama neden onca insanı da sırtında taşıyor? “Cevabını direk kendi verdi biz insan olduklarını öğretelim diye.” Ve saçlarını kaşıyarak en zor soruyu sordu kendine “ peki ben ne kadar insanım?” isteksizce kalemi kavradı…. Bacak arasına sıkıştı insanlık, kurtulamadı insan oğlu varoluştan bu yana kendini bu şehvet dolu duygudan. Nefsini 1 liralık mendile tercih etti çoğu zaman ve faişe deyip aşağıladığı sistemin zoruyla etini satan onurlu bir hayat kadınından daha faişe bir hayat sürdü düşündükleriyle. Bir türlü insan diyemedi, hep sınıflara ayırdı kadın erkek, zengin fakir, işçi burjuva, ağa maraba diye. Hep bir sömürme ,hep bir kullanma vardı. Değişmedi bu gerçek. Onursuzluk zehirli bir virüs gibi günden güne yayılmaya, hayat şartları zorlaştıkça gelişen süreç Darwin amcamızı bile şaşırtıp mezarda ters dönmesine neden oldu. Aslında insanların atası maymun değil bukalemun du… Şuursuzca yazıyordu ve yazdıkları kendine bile anlamsız geliyordu aslında. Ya anlam içinde anlam gizlemeye çalışırken ipin ucu kaçıyordu yada gerçekten saçmalıyordu.” Amannn onu da okuyucu düşünsün tabi okuyan olursa…” dedi umutsuzca… yazdıklarından ve yazdığı yazıların okunduğundan bile umudu kalmayan biri nasıl güvenebilirdi kalemine. Son yazım olsun diye geçirdi içinden. Bu günden sonra gecenin karanlığına teslim edip kelimeleri, sessizlik ile sohbet etmek daha doğru olur dedi kendince… Emin olamadı kendinden… Bir Türkü mırıldandı kendince sessizliğe savaş açarcasına…. Üç beş kişi kalmış Türkü diyenler Al üstüne yeşil donu giyenler Kıl kara çadırda geçmiyor günler Onun için bozgun öter telimiz…. Olsun dedi…üç beş kişi hatırına yine kavradı kalemini….amaç bir insan kazanmak bir insanın yüreğine dokunmak ise… Hayata küsmüş bir bedene ses olmaksa yaşamak ve uzaklarda bir yerlerde kalemine sarılacak bir dostun var olduğu umudunu yaşayarak iki satır yazmaksa hayat. Ve bu kahrolası hayatta bunu bir görev bildiysen ve hala çöplerden hayat bulan insanlar için kendini suçlu hissedebiliyorsan hangi görüşe bağlı olduğunu düşünmeden. Ve bir çocuğun gözyaşları hala senin yüreğini kanatıyorsa. Ve dik durmayı yol edinmişsen bu çirkeflik içinde. Doğru olmak için günden güne kendinle mücadele edip küfürler savuruyorsan yalanlarına insanların durma yaz iki satır daha dedi kendi kendine…. Nazım diyor ya…. Çek defterlerinizse Vatan diye…. İşte günümüzde onur çek defteri, cüzdanın içindeki banknot, banka hesapları ve ayağınızı yerden kesen son model araçlarınız. Bunlar kriterleriniz… Ne kadar güçlü iseniz maddi olarak o kadar yalan söyleme, dolandırma, emek hırsızlığı yapma ve bir insanı kullanma hak ve hürriyetine sahipsiniz. Bu hakkı kendinizde buluyorsunuz… Tüm bunlar size sistemin verdiği en yüce armağan. Bu güç sayesinde anlının terini akıtarak mücadele veren dürüst insanlara çamurda atarsınız, onları düşünüp mastürbasyonda yaparsınız, onları elde etmek için taklalarda atarsınız istediğiniz cümleleri hesapsızca kurar birde utanmadan o insanların yüzlerine bakarsınız. Yani kısacası o kadar onurlu insan var ki çevremizde cebi dolu ama yüreği boş bir insan insanlıktan utanıp sadece sessizliğe bürünüp uzaklaşmak istiyor bu kokuşmuşluğun içinden. Biraz haddimi aşacağım ama bu düzen içinde var olan onurlu erkekler ve onurlu kadınlar iki bacaklarının arasındaki organları için yaşayıp hayatlarını o organlarının ekseninde yaşayarak hayata bakıyorlar. Buda sistemin ve maddi gücün onlara verdiği ulaşılmaz güç oluyor. Madem şuursuz bir yazı dedik başlarken. Şuursuzca devam edelim. Birde sabahın köründen gecenin körüne deli gibi çalışıp aldığı üç kuruşla hayatın içinde yer kapmaya çalışan emekçi kardeşlerimiz var. Ve tabi birde onları bu duruma sokan yanlış siyaset. O yanlışın peşi sıra koşan yine bu gecesi gündüzü belli olmayan emekçi kardeşler. Birde iyi olmuş diyen orta tabaka. Kavga aslında ezilen ile kendini bir nebze kurtarmış orta sınıfta değil. Asıl kavga düzen ve düzülen arasında. Düzen onuru almış iki bacak arasına, düzülen unutmuş onuru düşmüş ekmeğinin peşine. Onuru unutmak, onursuz olmak anlamına gelmiyor. Sistem insana düşünme şansı bile tanımıyor. Tek derdi insanın eve götüreceği ekmek olmuş. Kimi zaman susmuş, kimi zaman dişini sıkmış kimi zaman omzuna yüklenen olanca yüke aldırmadan çalışmış… evde çocuk ekmek beklerken bir Baba bir anne onurunu mu düşünür? Evladını mı? Şimdi kim onurlu, kim onursuz, kim şuurlu kim şuursuz siz karar verin. Emekçiyi bu hale sokan sistem mi onurlu? Evladını aç bırakmamak için mücadele eden emekçi mi? Ha birde düzen içinde bir yere gelmek için kafasını her şeye hallacın keçisi gibi sallayan yüksek karakter timsallerimi? Ota boka ses çıkarıp onurlu olmaya çalışan üç beş bilemedin on onbeş hadi yüz yüzeli tam saydık bin hadi bir milyon kişi var mıdır? yok mudur? Bilinmez işte onu bilen yine insandır ve ancak aynada yüzüne bakınca bunu itiraf eder. Hadi var diyelim dediğimiz kadar onların durumu ne. Toplum içinde ota boka sinirlenen, doğrucu davutun abisi olan ve maalesef gıt kanaat geçinip yinede aman demeyen bir küme. Yani ne olursa olsun gülmeyi bilen, insana değer veren, parayı araç olarak kullanan ve kıç yerine yürek öpen insan topluluğu… bunlar nerede diyecekseniz? Orada ,burada, şurada… belki yazıyı yazan belki okuyan… ve ne olursa olsun bir insanı kazanmaktan yılmayan kişiler işte onlar… Şimdi şuursuzca yazılan bir yazıyı, mantıklıca okuduysanız cevap verin…. Nerede onur? Nerede insan? Nerede hayat? Ve siz şuursuzca yaşanılan bu hayatın neresinde bekliyorsunuz hiç bir şey yapmadan hayatın değişeceğini? Hadi sizde şuurluca yazın bakalım ne çıkacak…. Fırlattı kalemini masanın üzerine…. Yazdıklarını okudu bir çırpıda… beğenmedi anlamsız geldi kendine… elindeki kağıdı buruşturup attı ve geceyi izlemeye başladı… sokak lambasına takıldı gözleri ve her şeyi baştan düşündü. Şuursuzca yaşanılan bu hayatta bir bu şuursuz kelimeler eksik dedi… buruşturduğu kağıdı tekrar düzeltti özenle… Gözleri doldu ve o saçı sakalı karışan adamdan aldığı mendil ile göz yaşlarını sildi. İşte o mendil belki şanslı mendillerden biriydi , tıpkı düzene dik durabilen nice insanlar gibi….
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © HAMZA EKİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |